|

Sahafların sırları bu kitapta

İsmail Kara’nın kendisi gibi sahaf müdavimi olan öğrencileri Fulya İbanoğlu ve Filiz Dığıroğlu’nu sahaflarla röportajlar yapmaya yönlendirmesiyle ortaya çıkan “Sahaflar Kitabı: Son İstanbullu Sahaflarla Konuşmalar” adlı kitap kültür tarihimize sahafların penceresinden bakmayı teklif ediyor.

Halil Solak
00:00 - 5/06/2022 Pazar
Güncelleme: 05:57 - 5/06/2022 Pazar
Yeni Şafak
(Soldan sağa) Fulya İbanoğlu ve Filiz Dıgıroğlu, kitabı birlikte hazırladıkları İsmail Kara ile bir sahaf ziyaretinde. Kara’nın öğrencilerinden Esra Evsen Aydın ve Ali Adem Yörük de onlara eşlik ediyor.
(Soldan sağa) Fulya İbanoğlu ve Filiz Dıgıroğlu, kitabı birlikte hazırladıkları İsmail Kara ile bir sahaf ziyaretinde. Kara’nın öğrencilerinden Esra Evsen Aydın ve Ali Adem Yörük de onlara eşlik ediyor.

Yeni nesil sahafların hikâyelerini kayıt altına almak, bitmez tükenmez menakıplarını bir nebze olsun anlatmak” üzere bir Sahaflar Kitabı tasarlıyor İsmail Kara. Bu tasarının ne kadar geriye gittiğini tahmin etmek zor değil. Çünkü Rize’den İstanbul’a geldiği 1969 yılında, ilk alışıp ısındığı yerler arasında Sahaflar Çarşısı ile Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı da var. O günden bugüne Kara’nın sahaflarla ilişkisinin bereketinin yansımalarını, kaleme aldığı akademik metinlerle deneme yazılarında açıkça görmek mümkün. Sahaf gezileri sırasında rastladığı Mehmed Akif’e ait birkaç mektup, Abdülhamid dönemine ait yasaklı bir risale ya da eski ile yeni arasında bocalayan bir müftü efendinin tercüme-i hal varakası… Bütün bu sahaf ganimetlerini ya müstakilen ya da geniş bir dipnotta -çoğu zaman maceralarıyla birlikte- cömertçe paylaşır, biz okurlarla İsmail Hoca.

12 YIL SÜREN MACERA

Kara’nın, kendisi gibi sahaf müdavimi olan öğrencileri Fulya İbanoğlu ve Filiz Dığıroğlu’nu sahaflarla röportajlar yapmaya yönlendirmesiyle “Sahaflar Kitabı”nın macerası da başlamış. İkili, işe 2009 yılında, sürekli gittikleri, Kadıköy’deki sahaflarla başlamış. Maksatları İstanbul’daki bütün sahaflarla sohbetler gerçekleştirmekmiş. Ancak Kadıköy sahaflarıyla röportaj süreci o kadar vakit almış ki, birkaç istisna dışında Beyazıt’a ve Beyoğlu’na uzanamamışlar. 2009’da başladıkları röportajlara son noktayı 12 yıl sonra, 2021’de koymuşlar.

HEM SAHAFIN HEM SAHAFİYENİN SERÜVENİ

Fulya İbanoğlu ve Filiz Dığıroğlu, bu röportajlarda sahafların kendi hayat serüveni yanında mesleki yolculukları boyunca karşılaştıkları değerli kitaplar, elyazmaları ve belgelerin hikâyelerine odaklanıyor, kültür tarihine “sahafın penceresinden” bakmayı deniyorlar. Penceresinden baktığımız sahaflara ise İsmail Özdoğan, İsmail Erünsal, Hilmi Merttükmen, Lütfü Seymen, Emin Nedret İşli, Asuman Bektaş, Lütfi Bayer ve Bahtiyar İstekli. Ayrıca Ömer Erdem’den Sabri Koz’a, Mustafa Kutlu’dan Heath Lowry’e, Erol Üyepazarcı’dan Ayhan Aktar’a pek çok yazar ve araştırmacı da müdavimi oldukları sahafa dair lezzetli ve sevimli metinler kaleme getirmişler.

İYİ SAHAF KİMDİR?

Aziz ve güzel bir meslek olarak tanımladığı sahaflığın çok emek istediğini, sürekli okumak, öğrenmek, çalışmak gerektirdiğini söyleyen Emin Nedret İşli’ye göre ancak hafızası kuvvetli, dikkatli ve araştıran kişiler iyi sahaf olabilir. Gerçek sahaf ise meslek adabı gereği, kitabı uygun bir fiyata ehline ulaştırandır: “Sahaf elinden geçen bütün güzel eserleri kendine ayıramaz. Bu güzellikleri ehline, gerçek meraklısına, onu okşayacak, koruyacak, okuyacak muhibbine tevdi eder. Yıllardır aradığı bir kitabı bulup ehline, ilgilisine, ondan faydalar sağlayıp yazılar yazacak olan erbabına sunmak da büyük bir keyiftir.”

ESKİCİLER, ANTİKACILAR VE HURDACILAR

Kitap ve belgelerin sahaflara intikal edişi de çok değişik yollarla oluyor. Mesela tarihi değeri yüksek ancak hali perişan belgeler genellikle eskici, antikacı ve hurdacılardan sahaflara akıyor. Bahtiyar İstekli, bu malzemenin kıymetlendirilmesi yönünde izlediği yolu şöyle tarif ediyor: “Bu tür malzemeleri herkes bilmiyor, anlayacak özelliklere sahip olmanız lazım. O evrakları okuyup anlayıp tarih içinde bir yere oturtabilmeniz lazım. Ne anlam ifade ediyor, bizim tarihimizde yeri nedir, az mı değerli çok mu değerli? Tüm bunlara bir anlamda biz karar veriyoruz ve dolayısıyla ona tarihi bir yer kazandırmış oluyoruz. Antikacılar ve eskiciler eline geçen malzemeden olabildiğince para kazanmaya bakıyor, başka yönleriyle ilgilenmiyorlar. Onlar alıp-satma derdinde. Biz de alıp analiz ederek onu bir yere oturtup ilgilisine, faydalı olabilecek yerlere ulaştırıyoruz.”

KÜTÜPHANEDE ŞIK DURSUN DİYE…

Lütfü Seymen de kitabı satarken doğru insana satmanın gerekliliğini vurgular, kitabı alacak kişinin sevimliliği, çalışkanlığı ve üretkenliğinin de önemli kriterler olduğunu ekler. Elbette böyle müşterilerin her zaman bulunması mümkün değildir. “Eve mobilya yaptırdım ve sekiz metrelik rafım boş, buraya koyacak kitap istiyorum” diyen de çıkar karşısına, “Antalya’da falanca zengine ev yapıyorum, onun çalışma odasına koyacak güzel ve ciltli kitaplara ihtiyacım var” diyen de: “Almanca, Fransızca ciltli Larouseları ya da jeoloji, fizik kitaplarını sadece cildi güzel, kütüphanede şık dursun diye alan insanlar da biliyorum. Bu mantıkla Antalya’ya çuvalla kitap sattım. Sattığım iç mimara da ‘Bu kitapları kütüphane sahibi görünce ne diyecek?’ dedim. ‘Adam öyle istiyor abi, sen tasalanma’ dedi.”

SAHAFİYE KİTABIN 4 KRİTERİ

Peki bir kitabın “sahafiye” olabilmesi için neler gereklidir? Rahmetli sahaf Hilmi Merttürkmen bir kitabın sahafiye sayılması için on, hatta yirmi husus olduğunu belirtiyor ve dört esası şöyle sıralıyor: Nadir olacak, kitap aranacak, yazarı meşhur olacak, kondisyonu iyi olacak. Ancak müşterinin gönlünün olması için bu kriterlerin bir arada bulunması çoğu zaman yetmez: “Şimdi kimi müşteri tezhipli ister, kimi sanatlı olmasına aldırmaz, kimine istediği kitabı bulursun tarihi çok eski değil der, eskiyi bulur götürürsün bunda kayıt mühür yok der, onu bulursun bu defa da resmi yok der, resimlisini bulursun resmi renkli değil der. Onu da bulursun yani istediği her şeyi tamam nüsha götürürsün bu defa da ‘Bende var bundan’ der. Daha doğrusu alıcı o ya, alana kadar o kadar önemli bir şey olmadığını ima eder, çünkü önem atfederse satıcı uyanır, çok para ister fikri vardır, pazarlıkla alakalı bir durum aslında. Yani kimse ucuza alma ihtimalini kaçırmak istemez.”

100 YIL SONRASI İÇİN

“Sahaflar Kitabı”, kitapları ve kütüphaneleri seven, sahaf ve kitapçı gezmekten büyük bir zevk duyan, ayrıca bu konulara dair yazılanları okumaktan haz alan herkesin elinden bırakamayacağı bir eser. Pek çoğu vesika değerindeki görselleri, hatıra fotoğrafları ve özenli tasarımıyla aynı zamanda seyirlik bir kitap da olmuş. Tabii 100 yıl sonra, günümüzün sahafları üzerine araştırma yapacak tarihçilerin de işlerini enikonu kolaylaştıran eşsiz bir kaynak “Sahaflar Kitabı”.

BAĞLARBAŞI NE DEMEK?

Osmanlı kültür tarihi araştırmalarının duayenlerinden Prof. Dr. İsmail Erünsal, bu kitapta karşımıza sahaf kimliğiyle çıkıyor ve sahaf terminolojisinden “bağlarbaşı” tabirini anlatıyor: “Bu bir sahaf deyimidir. Bir sahaf bir yere gider, kitap alınacaksa alınma teklifi verir, alır. Ama ortama bakıp alınamayacağına kanaat getirirse anormal bir fiyat teklif eder ve satıcı o fiyatı duyunca kafasında o rakam yer eder. Artık o malın ederi satıcı için o astronomik rakamdır. Mesela otuz liralık şeye ‘Bu yüz elli eder, ama şu anda benim durumum müsait değil yoksa ben bunları alırdım’ der. Artık geçmiş olsun, satıcının kafasına o rakam girdi bir kere ve satıcı o fiyat üzerinden pazarlamaya çalışır tabi kimse o fiyatı vermez. En sonunda satıcı bıkar ve ilk önüne gelene o kitapları yirmi liraya verir. Bağlarbaşı ‘Biz artık o kitabı bağladık kimseye satıl(a)maz’ demektir.”

BEN ÖLDÜKTEN SONRA KIZIMA KALSA DAHA İYİ OLUR

Lütfü Seymen, “Ben de Cemil Meriç’in Kırk Ambar’ının imzalı bir nüshası var. Fiyat olarak Kırk Ambar’ın ilk baskısı elli lira ise imzalısını da yüz elli liraya satarsın. Para olarak baktığında Cemil Meriç imzalı bir kitabı yüz elli liraya satmanın benim için bir anlamı yok. Kütüphanemde kalması daha ehven bir şey benim için. Ben öldükten sonra kızıma kalsa daha iyi olur.” diyor.

İSMET ÖZEL, “SAKIN ORTALIĞI TOPLAMA” DERDİ

Sahaf müşterisinin genellikle kitap sormadığını, dükkân ne kadar karışık olursa olsun eşelenmeyi sevdiğini söyleyen Asuman Bektaş yıllar içindeki izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Kafkas’daki dükkânım küçük olduğu için orada malzeme üst üsteydi. İsmet Özel hep “Sakın ortalığı toplama” derdi. Resimler, haritalar, evraklar, kitaplar… Hem sıcak hem de yorucu bir mekândı. İsmet Özel gibi müşteriler saatlerini geçirirlerdi. Mesela bir keresinde Murat Belge geldi. İlk tanışmamdı, “Ne içersiniz?” diye sordum, “Sade kahve alırım” dedi. Hemen “Osmanlıca kitaplarının olduğu bölüm neresi?” diye sordu ve akşama kadar dükkânda vakit geçirdi. Kimseyle lak lak etmedi. Dükkâna onunla sohbet etmek için belki yirmi otuz kişi girdi, kısa kısa cevaplar verdi, kitaplara döndü. Bütün kitapları tek tek taradı. Bu ayrı bir kültür.

SAHAFLARIN FATİH-HARBİYE’Sİ

Lütfi Bayer, Peyami Safa’nın “Fatih-Harbiye” romanına atfen sahafların da bir Fatih-Harbiyesi olduğunu söylüyor: “Batı kaynaklı düşünceyi ve Batılı olmayı öne çıkaran kitapları satmayı tercih eden kitapçılar Beyoğlu ve çevresinde yer almışlar. Kendi değerlerimizi, Doğu’nun fikriyatını temsil eden kitapları bulunduran yerler de Beyazıt sahafları olmuştur. Ancak bunların zaman içinde yaptıklarına bakıldığı vakit, içinde yaşadıkları toplumun geçirdiği değişimlere adapte olup bunları benimsedikleri gibi, karşı bir tavır da geliştirdiklerini görmüyoruz. Dil Devrimi yapıldığında ne yazılı, ne sözlü kaynaklarda Beyazıt sahaflarından birinin olup bitene karşı çıktığına dair bir şey öğrenmiyoruz. Nasıl ki üniversite çevresi, aydınlar bu değişime tepkisiz kaldı, çok azı yerini yurdunu terk etmeyi göze aldıysa, sahafların da pek çoğu bu olup bitenleri kabullenmiştir.”

#İsmail Kara
#Fulya İbanoğlu
#Filiz Dığıroğlu
#Sahaflar Kitabı
2 yıl önce