- Tebliğ metodu dediğimiz şey önünde sonunda bir iletişim metodudur. Efendimiz’in tebliğ usulünün temeli az kelime ile çok anlam ifade etmek, buna rağmen çok sade ve açık bir dille konuşmaya dayanır. Saatlerce konuşmaz, mugalata yapmaz, edebiyat parçalamaz, bilgisinin düzeyini sergilemeye çalışmaz; aksine kısa, öz, açık ve anlaşılır konuşurdu. En derin ve çok boyutlu konuları dahi bu şekilde ifade edebilmesi etrafına her seviyeden insanın toplanmasına, yani evrenselliğine kuşkusuz büyük katkı sağlamıştır.
Konuşma dışında, muhatabıyla bütün iletişim yollarını kullanarak ilişki kurar, herkese kendisini değerli hissettirir, ona saldırmak üzere gelenler dahi yanından duyguları değişmiş olarak ayrılırdı.
Bir de konuşmalarının dengesinin hiç kaybı olmadığını hatırlatmak isterim. Onun konuşmalarında korkuyla ümit, cezayla af, cennetle cehennem, rahmetle savaş aynı cümlenin içinde geçer. Hak ve hakikat kimsenin hatırına kurban edilmez ama konu muhatabın seviyesi dikkate alınarak anlatılırdı.
MUS’AB B. UMEYR ÖNEMLİ BİR ROL MODEL
- Mus’ab b. Umeyr, üzerinde çalışılması gereken çok önemli bir rol modelimizdir. Kendisi asil, iyi eğitimli, nazik, girişken, güler yüzlü, sakin mizaçlı, öfkeyle hareket etmeyen ve fizik olarak etkileyici bir gençti. Uhud Savaşı’nda Efendimiz zannedilerek şehit edildiğine bakarsak duruşu da ona benzemekteydi. Girişkenliği nezaketle, ilmi cesaretle, sosyal hayatı sabır ve öfke kontrolüyle, fiziksel bakımı iman ve takvayla birleştirdiğimizde Mus’ab olmak ne demektir anlayabiliriz belki. Bunlardan biri olup diğeri olmadığında o kimyaya erişilemiyor ve tebliğ gayretleri aksi sonuçlar verebiliyor.
TRİBÜNLERE OYNAMAK TEHLİKELİ
Öncelikle kürsüden söylenen her sözün müdellel olması çok önemlidir. Anlattığımız şeyin asli kaynaklarda yerini gösterebilmeliyiz. İkinci olarak tebliğ ve irşada yönelik her konuşmanın aynı anda hem kafaya hem gönüle hitap etmesi gerektiğini düşünürüm. Duygusuz bilgi sonuç vermediği gibi bilgisiz duygu da fanatizme yol açıyor. Üçüncü olarak da tribünlere oynamanın tehlikeli olduğunu düşünürüm. Günceli yakalamakla, alkış almayı hedefleyerek hakikatten sapmayı iyi ayırabilmeliyiz. Son olarak cemaatin anlayamayacağı bir konu olduğunu düşünmüyorum. Topluma bu gözle bakmak, küçümseyici bir yaklaşımdır. Anlayamayan cemaat yoktur, anlatamayan hoca vardır. Elbet benim de güzel anlatamadığım konular vardır. Özünü anlayabilseydim basitçe anlatabilirdim. Insanları küçümsemek yerine kendimizi zorlamak gerektiğini düşünürüm.
Herkes bildiği konuyu anlatmalı
- Bu sorunun cevabı –ilk soruda olduğu gibi- çok kapsamlı. Hakkında sayısız eser yazılmış bir konuyu sayılı cümlelerle anlatmak zor olacak. Kısaca şunu söyleyebilirim: Herkes lütfen sadece çok çok iyi bildiği konuda konuşsun. Bilmediği konuda bilmiyorum demek insanımıza daha büyük bir güven veriyor. İletişim kurallarına, asgari nezakete özen göstermeden kimse yola çıkmasın. Bazıları, sadece örnek olmamız yeter, diyor; ben buna katılmıyorum. Öyle olsaydı Efendimiz zaten mükemmel bir örnekti, hiçbir şey anlatmazdı. Bir de ‘kendi yapmadığını kimseye anlatma’ yanılgısı var. Efendimiz veda hutbesinde tersini söylüyor: “Burada bulunanlar sözlerimi bulunmayanlara aktarsın. Olur ki dinleyen söyleyenden iyi yapar.”
Son olarak bize bir hak (gerçek) hatırlatıldığında nazik olup olmadıklarına bakmaksızın kabul edelim; biz hakkı hatırlatacağımız zaman ise mutlaka nazik olalım, diyorum.