|

Üç genç adam anlatıyor: Necip Fazıl’la tanışma anını unutamadık

26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da doğan 20. Yüzyılın en önemli aksiyon ve fikir adamlarından Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Vefat ve doğumunun yıl dönümünde ise Atatürk Kültür Merkezi’nde torunu Şeyma Kısakürek Sönmezocak’ın küratörlüğünü yaptığı “Zindan’dan Mehmed’e Mektup” başlıklı interaktif bir sergiyle anılıyor. Biz de geniş kitleleri etkileyen Kısakürek’le gençlik günlerinde yüz yüze tanışan üç yazarla ilk tanışmalarını konuştuk. Rasim Özdenören, Kamil Eşfak Berki ve Muzaffer Doğan o ilk tanışmayı anlatırken Kısakürek’i de 20. Yüzyılın fikir dünyasını yönlendiren büyük düşünür olarak tanımlıyorlar.

Merve Akbaş
00:00 - 22/05/2022 Pazar
Güncelleme: 02:12 - 22/05/2022 Pazar
Yeni Şafak
Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek

Fikir adamı, şair, romancı, yazar Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in vefatının 39. yılındayız. Düşünceleriyle toplumu derinden etkileyen Kısakürek, 26 Mayıs 1904’te dünyaya gelmişti. 25 Mayıs 1983’te ise vefat etti. “Üstad” olarak anılan, şair, yazar ve düşünür Kısakürek, hayatı boyunca Künye, Sabır Taşı, Namık Kemal, Çerçeve, Para, Vatan Şairi Namık Kemal, Müdafaa, Halkadan Pırıltılar, Nam, Çöle İnen Nur, Maskenizi Yırtıyorum, Sonsuzluk Kervanı, At’a Senfoni, Altun Halka (Silsile-i Zeheb), O ki O Yüzden Varız, Her Cephesiyle Komünizm, Ahşap Konak ve Reis Bey’in de aralarında bulunduğu çok sayıda esere imza attı. Bugün hem düşünce hem de kültür dünyamızdaki izleri kendisinden sonra gelen nesilleri de derinden etkiliyor. Vefatının yıldönümü vesilesiyle kendisinin yakın sohbetinde bulunan Rasim Özdenören, Muzaffer Doğan ve Kamil Eşfak Berki’ye Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le nasıl tanıştıklarını sorduk. Anlatılan hatıraların hepsi Üstad’ın kişiliğini de ortaya koyar nitelikte.

İLK TANIŞMA KIZILTOPRAK’TA

  • Rasim Özdenören, Necip Fazıl’la ikizi olan şair Aleaddin Özdenören’le beraber 1962 yılında ilk kez yüz yüze tanışmış. Bu görüşme Sezai Karakoç’un “Sizi Üstad’la tanıştırayım” teklifi üzerine Necip Fazıl’ın Kızıltoprak’taki evinde gerçekleşmiş. Buluşmada, Rasim Özdenören ve Aleaddin Özdenören’in anne tarafından Necip Fazıl’la akrabalıkları sohbet konusu olmuş. Daha sonra da bu ziyaretler sık aralarla tekrarlanmış. Özdenören, Necip Fazıl hakkında şunları ifade ediyor: “Döneminin şartlarında, yalnız ama cesur bir kişi olarak İslâm fikrini terennüm etmiş, bu uğurda bedeller ödemiştir. Cevval, enerjik, musdarip bir çehresi vardı. Yüksek volümlü konuşurdu. Oturur halde konuşurken bile sanki ayaktaymış gibi bir edası vardı. Bir tragedya kahramanı gibi konuşurdu. Emir kipiyle hitap eder, nükteli bir dil kullanırdı. Hikmeti, nüktesinin içinde barındıran bir üslubu vardı. Komiği yakalamasını bilirdi. Konuşmasında mübalağa barizdi. Bu hâl, ‘Ya ol, ya öl’ fikrinin bir yansımasıydı.

Yeni rejimle birlikte, dinin hayattan çekilmeye başladığı sırada Necip Fazıl ortaya çıktı. Bu, cesur da bir çıkıştı. Yalnız bir birey olarak, sürekli İslâm fikrini terennüm etmiştir. O; dinin hayattan çekilmesi nedeniyle milletin yaşadığı sıkıntılar için sürekli kefaret ödemiş bir isimdir. Bu çerçevede, biz millet olarak ona borçluyuz, o bizden alacaklıdır.”

İÇİMİZİ AYDINLATTI

Üstad’ın yakın sohbetlerinde bulunan eğitimci-yazar Muzaffer Doğan’ın ilk tanışıklığı ise lise yıllarında edindiği “Çile” kitabıyla olmuş. Doğan hatırasını şöyle dile getiriyor: “O günlerde bir vesileyle Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Şiirlerim” isimli (O günlerde eserin adı henüz “Çile” değildi) kitabı elime geçti. Arkasından da Sezai Karakoç’un “Sütun”, Cahit Zarifoğlu’nun “Hastalar ve Işıklar” kitabını edindim. “Şiirlerim” kitabında da hemen Sakarya şiirini ezberledim. Yani Üstad’la ilk tanışıklığım Sakarya şiiri üzerinden, 50 yıl önce oldu. Tabii Sakarya şiiri ezberimde olduğundan farklı ortamlarda bana okutuyorlardı. 1971’de sıkı yönetim ilan edildiğinde biz de üniversiteye hazırlanıyoruz. 1974’te Erzurum Üniversitesi’ne gittim. Nevşehir’de Milli Türk Talebe Birliği’nde şube başkanlığı yaptığım için Erzurum’a gidince de direk MTTB’ye gidip, oradaki arkadaşlarla tanıştım. Üstad’ı Erzurum’a getirmek istiyorlardı. Neticede olarak Üstad’ı Erzurum’a getirdik. Bütün Erzurum havaalanına aktı. Biz de orada kendisini karşıladık, tanıştık.”

  • Doğan, 1976’da Üstad’ın 50. sanat yılı kutlaması için geldikleri İstanbul’da, Cağaloğlu’ndaki Büyük Doğu Yayınları’nın yazıhanesine gittiklerini, orada da Üstad’la sohbet ettiklerini anlatıyor. Gerisini kendisinden dinleyelim: “Çok babacan bir tavırla karşıladı, içimizi aydınlattı. 1980 darbesinden sonra İstanbul’a edebiyat öğretmeni olarak atandım. Üstad’ımızın kitaplarını okumaya devam ediyor, bir yerlerde ona rastlayınca sohbet ediyorduk. Ancak bir süre sonra kendisi rahatsızlandı. Oğlu Mehmet’ten, Ömer’den kendisi hakkında haberler alıyorduk. 1983 yılında vefat ettiği haberini aldık. Cenazesi çok kalabalıktı. Turgut Özal’da oradaydı. Maalesef cenazesi sabote edildi. Yaklaşık 800-900 kişiydik ve bizi tutukladılar. Hatta Sezai Karakoç’un da polisler tarafından tutulduğunu, araya Nevzat Yalçıntaş’ın girerek polisleri Karakoç’un yanından uzaklaştırdığına şahit oldum. Ancak bazılarımız gözaltına alındık. Bizi o gece sorguladılar ama sorgulama biçimleri çok dehşetliydi. 4 gün sonra Selimiye Kışlası’na götürdüler. Orada mahkemeye çıktığımızda bir yüzbaşı ‘Cenazeye katılmak neden suç olsun? Necip Fazıl iyi şairdir, çıkın gidin’ dedi ve öyle kurtulduk.”

Üstad’la kitabevinde tanıştım

Kamil Eşfak Berki’nin Üstad’la ilk tanışıklığı Abdullah Işıklar Kitabevi’nde gerçekleşmiş. Kendisi bu anısını şöyle aktarıyor: “Daha önceki yıllarda birçok kitabını okuduğum, çok değerli şair ve fikir adamı karşısında olmanın heyecanını yaşadığım Üstad Necip Fazıl Kısakürek, cumhuriyetin kuruluşunun 50. yılında “Türkiye’nin Manzarası” adlı kitabını yayınlamıştı. Bu haberi bir gazetede görmüştüm. O zaman Yalova’da oturuyordum. En yakın günde o kitabı almak için İstanbul’a indim. Şöyle de bir hassasiyetim vardı. Yalova’ya on adet o kitaptan getirecektim. Çünkü Yalova’da bizim cephenin kitaplarını satan bir yer yoktu. Okuyabilecek gençlere hediye etmeyi arzu ediyordum. Önceki yıllarda olduğu gibi Milli Türk Talebe Birliği kitap kulübüne gidip, kitabı nerede bulabileceğimi sordum. Dağıtımını Çatalçeşme Sokak’taki Abdullah Işıklar Kitabevi’nin yaptığı söylenildi. Ben de oraya giderek kitabı sordum ve “Yalova’dan geliyorum. On adet almak istiyorum” dedim. Sonra da “Üstad Necip Fazıl Bey buralarda görünür mü?” diye de ekledim. “Az önce telefon etti. Beyaz Saray’da bir kitap evindeymiş. Bir saate kadar gelecek buraya” dediler. Tabii o andan itibaren heyecanım artmaya başladı.”bir şeyler yazdı. Daha sonra da kitabı bana uzattı, “buyrunuz” dedi. Kitapçıya birtakım talimatlar verdikten sonra kalktı. “Hafta içinde görüşürüz” diyerek kitapçıdan çıktı.

Bir imza lütfeder misiniz?

  • Berki sözlerini şöyle sürdürdü: Sonunda dükkânda bulunanlar “Üstad geliyor’” diye birden ayağa kalktılar, ben de kalktım. Üstad kapıdan içeri girerken “Abdullah bu Beyaz Saray kitapçıları nasıl biliyor musun? Ben iskele başında bir adam, balıklar için hazırladığım ekmekleri kese kağıdından çıkarıp bir bir atıyorum. Her bir balık ağzını açıp o parçayı yutuyor Ama bir daha gözükmüyorlar” dedi. Meğer Üstad aylardır bu kitapçılardan kitaplarının parasını alamıyormuş. Hırçın bir yapısı olduğu söylenir ancak o konuşmada oldukça hoşgörü ve şefkat yüklüydü. İçerde önce günlük meselelerden konuştuk. En nihayetinde hangi şehirlerden kitap talebi olduğunu sordu. Bir ara şöyle mırıldandığını duydum: “Yeni Necip Fazıl olarak...” Kendi kendine hitap ediyordu. Kimse de soru sormadan bekliyordu. Bir yandan da yüzünde de onun meşhur tiki oluşuyordu. Yeniden, “Yeni Necip Fazıl olarak...” diyerek karşısında bulunanların hatrını sormaya başladı. Sıra bana gelmek üzereyken Abdullah Bey birden beni Üstad’a sundu. “Kendisi Yalova’dan 10 adet ‘Türkiye’nin Manzarası’ almak için gelmiş dedi. Üstad da bana bakıp, adımı sordu. Kısaca, Kamil Berki dedim. Aldığım kitaplardan bir tanesini masaya doğru uzattım. “Bir imzanızı lütfeder misiniz” dedim, o da “ver bakayım” dedi. İsmimi yeniden sordu, daha sonra da sadece adımı yazıp, kapağı kapattı. Sohbete daldı. Bir yandan Yalova vapuruna yetişmem gerekiyor, bir yandan da konuşmasını bölmekten korkuyorum. Nihayet, “teşekkür ederim efendim” diyerek kitabı almaya davrandım. “Dur, sabırsızlık etme. Ben oraya koyacağım kelimeyi düşünüyorum deminden beri,” dedi. Kapağı tekrar açarak oraya bir şeyler yazdı. Daha sonra da kitabı bana uzattı, “buyrunuz” dedi. Kitapçıya birtakım talimatlar verdikten sonra kalktı. “Hafta içinde görüşürüz” diyerek kitapçıdan çıktı.

Köşeyi dönene kadar onu izledim

Ağır ağır yokuşu inmeye başladı. Doğrusu köşeyi dönünceye kadar arkasından onu izledim. O yürüyüşü izlemek benim için çok hoş bir şeydi. Ben de biraz sonra Sirkeci’ye doğru yola çıktım. Yürürken hemen kitabın kapağını açıp baktım. “Sevgiyle” demiş, aradığı kelime buymuş. Üstad’ın bu kelime hassasiyetini bir kez daha ben tarihe not düşmek isterim. Ben şiirlerini okumuştum. Bunun yanında kendisinin kitaplarına almadığı diğer şiirlerinin de peşine düşüp, sahaflarda bulmuştum. Şu sıralarda gazetelerde kendisinden “Büyük şair, büyük piyes yazarımız” şeklinde bahsediliyor. Ancak Necip Fazıl 20. yüzyıl Türkiyesi’nin ilk büyük İslam düşünürüdür. Bunu ihmal etmek kendimize reva değildir. Öyle fikirleri vardır ki, çığır açar. Bugün bunları gençlerin öğrenmesi için çaba sarf edilmesi gerekiyor. Bir toplum silsile halinde yaşar. Bizim de fikir silsilelerimiz vardır. Necip Fazıl’la beraber Peyami Sefa, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sezai Karakoç bu silsilededir. Allah onlara rahmet eylesin. Benim o gün edindiğim “Türkiye’nin Manzarası” kitabı günümüzden 49 yıl önce yayınlandı. Cumhuriyetin 50. yılı dolayısıyla bir öz eleştiri olarak yazılmış, o yönüyle de çok kıymetli bir eserdi. Gelecek sene cumhuriyetin 100. yılı olacak. Oradaki fikirler 50 yıl sonra insanlarımıza neler söyleyecek acaba?

#Rasim Özdenören
#Kamil Eşfak Berki
#Muzaffer Doğan
#Şeyma Kısakürek Sönmezocak
#Necip Fazıl Kısakürek
2 yıl önce