Basın İlan Kurumu ve ESKADER'in işbirliği ile gerçekleşen 'Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler' isimli toplantı dizisinde bu ay, ressam ve gazeteci Elif Naci anıldı. Programı ressamlar, yazarlar ve basın dünyasının seçkin isimlerinin yanı sıra, Basın İlan Kurumu yöneticilerinin de aralarında bulunduğu kalabalık bir dinleyici topluluğu, büyük bir ilgiyle takip etti.
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) ile Basın İlan Kurumunun müşterek düzenlediği 'Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler' adlı toplantı dizisi her ay Basın Müzesi'nde gerçekleştiriliyor. Bu ay yâd edilen isim ise ressam ve yazar Elif Naci oldu. Türkiye'nin yakın tarihindeki köprü simalardan biri olan Naci'yi anlatan ressam ve yazar Gürbüz Azak, Elif Naci ile geçirdiği zamanlardan hâtıralarını nakletti, Naci'nin sanat anlayışı, resme bakışı, Türk sanatında meydana getirdiği etkiler üzerinde durdu ve ressamın özüne sahip çıkan, Türk motiflerini resmine taşıyarak bu anlayışı eserlerine de yansıtan bir sanatçı olduğunun altını çizdi. Bunun yanı sıra Türkiye'deki sanatın seyrine dair de saptamalarda bulunan Azak, sanat algımızın içindeki Elif Naci'yi anlattı. Toplantıya, çocukluğunu ve gençlik dönemini Elif Naci ile birlikte geçirmiş olan torunu Prof. Dr. Elif Tül Tulunay da katılarak programın sonunda Naci'nin hem sanat hem de duygu dünyasına dair önemli anekdotlar aktardı.
Gürbüz Azak konuşmasında 'üstad' dediği Elif Naci'nin kişiliği ve resmini anlatırken, akademide eğitim gördüğü yıllarda ressamla tanıştığını belirtti. Naci'nin soyut resim kulvarında empresyonizme yatkın bir sanatçı olduğunu dile getiren Azak, 'Güneşin yedi rengini kullanabilen ender ressamlardandı. Çok iyi bir resim öğretmeni, Türk İslâm Eserleri Müzesi'nde ve Topkapı Sarayı'nda yöneticilik yapmış iyi bir idareci, yazdığını okutturabilen enteresan bir gazeteciydi.' dedi. Naci'nin 1933'ten itibaren D Grubu adındaki, Nurullah Berk, İbrahim Çallı, Cemal Tollu'nun da aralarında bulunduğu toplulukta yer aldığını anlatan Azak, Naci'nin sanatımızı o dönemde ayakta tutan bir köprü ve kilometretaşı olduğunu kaydetti. 'Elif Naci gibi sanatkârlar, sönmüş ya da görmekten kaçınılan irfan ruhunu canlandırdılar. Lise yıllarında takip ettiğim dergilerde Fikret Mualla, Abidin Dino ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi isimlerin arasında desenleri en çok ilgi gören Elif Naci idi. O zaman anladım ki, bizden çizdiği için bu ilgiyi görüyordu. Türk estetiğini, Türk gibi çizen bir ressamdı.' diyen Gürbüz Azak, Naci'nin seçkin bir anlayışla polemik yapabilen köşe yazarı olduğunu söyledi. Sanatkârların sıradan insanlar olmadığının altını çizen Azak, sanatkârların etkilerinin bin yıl sürebileceğini, bunun için onlara borçlu olduğumuzu, Türk toplumunun savaşlarla ve kıtlıkla boğuştuğu yıllarda bile güzele karşı zaafını ve sevgisini kaybetmemiş bir millet olduğunu, Elif Naci'nin bu minvalde eserler ortaya koymuş bir ressam olduğunu vurguladı.
1898'de Gelibolu'da dünyaya geldi. Ortaöğrenimini İstanbul'da, Vefa Sultanisi'nde yaptı. Resme lise yıllarında başladı[1]. 1914''te Sanayi-i Nefise Mektebi Resim Bölümüne girdi ve İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. Öğrenciliği sırasında gazeteciliğe başladı. 1937'ye kadar çeşitli gazetelerde sürdürdüğü gazeteciliğe 1937'den itibaren Cumhuriyet Gazetesi'nde devam etti ve gazetenin arşivini 40 yıl boyunca yönetti. Okulunu tamamladıktan sonra çeşitli illerde resim öğretmenliği yaptı ve Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği'ne katıldı. İlk sergisini 1930 yılında açtı. 1933 yılında Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu ile birlikte D Grubu'nu kurdu. D Grubu adını, açılan 4. sanat topluluğu olması dolayısıyla latin alfabesinin dördüncü harfi olan D'den almaktaydı. Öğrencilik zamanlarında daha çok ev içi resimleri yapan ve izlenimciliğin etkisi altında kalan Naci, daha sonraları D Grubu ile birlikte soyuta yöneldi. Aynı dönemde Paul Klee, George Braque gibi çağdaş ressamlardan ve Hafız Osman, Mehmet Esat gibi hat sanatçılarından etkilendiği söylenebilir. 1940'lardan sonra batı sanatının etkisinden sıyrılıp doğuya yönelerek hat sanatı soyutlamalarıyla ilgilendi. Çalışma hayatı boyunca Türk-İslam Eserleri Müzesi müdür yardımcılığı ve müdürlüğü (1937-1956), Topkapı Sarayı Müzesi müdür yardımcılığı (1962-1963) görevlerinde de bulundu. 1964 yılında II. Mehmed'in zehirlenerek öldürülmüş olabileceği ihtimali üzerine mezarının açılıp naaşından numune alınmasını savunmuştur. Sanatçı, 8 Mayıs 1987'de İstanbul'da hayatını kaybetti.