|
12 Eylül, 28 Şubat... Ya yeni anayasa ya Kürtler?

Aslında çok önceden olması gereken ancak yakın zamanlara kadar bu "gereken"ler olmadığı için, "gerekli" olanın yerine getirilmesi veya tesis edilmesi yönünde atılan her adımı "devrim" olarak nitelendiriyoruz.

Eskiden olmayan ve olması "tahayyül sınırlarımızı" zorlayan birçok şey oluyor bugün Türkiye''de.

12 Eylül, postmodern 28 Şubat, 27 Nisan e-bildirisi, Balyoz, Ayışığı, Sarıkız, Eldiven, Yakamoz ve benzeri darbeleri yapanlar ve darbeleri planlayanları bir kenara bırakın, tek başına Veli Küçük''ün Ergenekon davasından gözaltına alınması olayı bir "devrim"di.

Veli Küçük imajının zihinlere işlediği bir husus vardı, önemliydi; ''dokunulamaz''ı temsil ediyordu. Veli Küçük''e dokunulması, gözaltına alınması bir "kırılma noktası"ydı. Küçük''e dokunulduktan sonra artık dokunulamaz "asker" yoktu.

Öyle de oldu netekim!

Darbe yapan, yapmayı planlayıp dokunulmayan asker yok artık.

Şener Eruygur''lar, Hurşit Tolon''lar, Aytaç Yalman''lar ile başlayan, İlker Başbuğ ile devam eden süreç, bugün artık 12 Eylül''ün mimarları Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya ve 28 Şubat''ın mimarları Çevik Bir ve arkadaşlarına dokunuyor.

Evet, bunların her birisi birer "devrim" niteliğinde, aması olmayan.

27 Nisan tarihli e-bildiriye AK Parti hükümetinin karşı duruşu, vesayeti sallayan kilometre taşı oldu.

Vesayet sistemini iliklerine kadar sarsan AK Parti hükümetinin, on yıllardır vesayet sisteminin sırtını yasladığı Kürt sorununu yaklaşımı ise garip bir tezat teşkil ediyor!

''Açılım yaptım'' diyen, ancak açılımı anlamlı bir hale getirmeyen...

Bugün hala açılımdan neyi kastettiğini tam tarif edemeyen...

12 Haziran seçimleri öncesi ''bu anayasayla olmaz'' diyen, yeni, Türkiye''nin beklentilerini karşılayabilecek ve ileri götürecek yeni anayasa şartı ile seçimlere giren, milletten yeni anayasa için tek başına sayısal yeterliliği alamazsa da, yeni anayasa için tam yetki alan...

12 Eylül''ü, 28 Şubat''ı adaletin önüne çıkaran...

Ancak yeni anayasa için somut verilerle ortaya çıkmayan, iştahsız, isteksiz bir AK Parti hükümeti.

12 Eylül''ü yargılayan ancak bazı değişiklikler yapıldıysa da hala yürürlükte olan 12 Eylül anayasasını bir an önce rafa kaldırma noktasında hevesini kaybetmiş bir AK Parti hükümeti!...

Bu anayasa yürürlükte olduğu sürece ''vesayet''in bitirildiğinden söz etmek mümkün olabilir mi?

Kürt meselesini çözmeden, bırakın Türkiye''de ''ileri demokrasi''yi gerçek anlamda bir demokrasiyi tesis etmek mümkün olabilir mi?

Çin ziyaretinden dönerken yanındaki gazetecilere çok önemli açıklamalarda bulundu Başbakan Tayyip Erdoğan. MİT Müsteşarı Hakan Fidan''ın ifadeye çağrılması konusunda dediği gibi ''ilk kez'' konuştu. "Yargı, görevi olmayan bir alana girdi. Bu konuda hakkı olmayan konumda kendini hissedince kusura bakmasın bizi karşısında bulur. Yargı, kendisini yasamanın üzerinde göremez" diyordu, Erdoğan. Fidan''ın ifadeye çağrılması için 13 Şubat tarihinde bu köşeden şöyle demiştik. "Bugünkü fotoğrafta savcı rol değiştirmiş görünmektedir. Siyasi iktidar ve politikaları üzerinde yargı-emniyet menşeli oligarşi neşet etmek istemiştir."

Bunları niçin hatırlatıyoruz. Erdoğan, Çin''den dönerken şunları da söylemiştir de onun için: "Hakan Fidan''ı İmralı''ya gönderen benim, Oslo''ya da gönderen benim. Niye? Ortada bir problem var. Terörle mücadelede başarılı olmamız lazım. (...)"

Erdoğan''ın iradesi dışında Hakan Fidan''ın İmralı''ya ya da Oslo''ya gitmesi mümkün olamayacağına için Erdoğan''ın "İmralı''ya da, Oslo''ya da gönderen benim" diye ortaya çıkması önemlidir ve Kürt meselesinde yeni bir duruma işaret eder.

Geçtiğimiz günlerde "yeni stratejik Kürt planı" diye ortaya atılan ve Başbakan Erdoğan''ın da doğruladığı plandan farklı bir siyasi iradeye işaret eder bu sözler.

Yeni diye sunulan planın içinde yeni bir şey olmadığı gibi "güvenlik eksenli politikaları" tekrar önümüze koyuyordu.

Bugün şu hususları tekrar hatırlatmanın tam zamanıdır.

MİT-PKK görüşmeleri sızdırıldığı zaman, kimse MİT PKK ile nasıl görüşür diye sormadı. (Aylar sonra savcı Sadrettin Sarıkaya''nın Hakan Fidan ve eski iki MİT görevlisini ifadeye çağırmasını böylece paranteze almış olalım.)

Toplumun hemen her kesiminden sorunun çözümü için "ne yapılması gerekiyorsa, kiminle görüşülmesi gerekiyorsa" yapılsın mesajı verildi.

Türkiye''de insanlar meydana çıkmadı, Şehit Anneleri Başbakanlık Binası''nın önünde gösteri yapmadı...

Silvan''a, Çukurca''ya rağmen MİT-PKK görüşmesi 12 Haziran''da milletin Erdoğan''a verdiği yetkiyi bir kez daha teyid etti.

Başbakan Erdoğan söz konusu açıklamaları yapmasaydı, önceki hafta Washington''da temaslarda bulunan Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani''nin "Taraflar barışçı tavır gösterirse destek ve yardımlarımızın sınırı olmaz", "Uzun tarih deneyimi göstermiştir ki bu sorun, PKK sorunu silahla çözülemez" sözlerini biraz daha açacaktık. Bir iki cümleyle bağlayalım.

Daha 15 yaşındayken eline silahı alıp dönemin Baas rejimine (Abdulkerim Kasım''ın iktidarı zamanı) karşı Peşmerge saflarına katılan Mesut Barzani, gerek deneyimleri gerekse bugünkü konumu itibariyle Türkiye''de Kürt sorununun çözülmesinde ''yardımcı'' bir rol üstlenebilir.

Ancak gerçek çözüm yolu orada duruyor. Müzakerenin birinci muhatabı, daha önce de dile getirdik, bizzat devletin kendisi. Ne tek başına PKK, ne BDP ne de Barzani.

Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulurken, yapısal bir hata yapıldı. Kürtlere haksızlık yapıldı.

Çözüm, devletin içinde. Bu hatanın bir sonucu olarak PKK, Kürt sorununun sadece bir parçası. Siyasi liderlik ve milletin desteği gerekiyor bu sorunun çözümü için.

12 Haziran seçimleri öncesi AK Parti''nin "ağır milliyetçi söylemine" rağmen, hem Türkler hem de Kürtler, Erdoğan''a ihtiyacı olan yetkiyi verdi.

Sıra, Erdoğan''ın kendisinden beklenen "siyasi liderliği" gösterebilmesinde...

12 yıl önce
12 Eylül, 28 Şubat... Ya yeni anayasa ya Kürtler?
Önümüzü açacak bir öncü kuşak için 100 Kitaplık Okuma Listesi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim