|
Baş örtme rahatlığı ile özgürlük arasındaki fark

Perşembe akşam izlediğim TV programları nedeniyle şu başörtüsü meselesi üzerine, bin birinci kez de olsa, tekrar yazmakta fayda görüyorum.

Başörtülüler üzerinden araştırmacılar, akademisyenler hala ve hala kariyer yapıyorlar ama başörtülüler kendi kariyerlerini hala ve hala yapamıyorlar.

Araştırmalar soruları ve sonuçları itibarı ile aynı olsa da başörtülü kitle çok değişti. Bir kısım başörtülülerin, özellikle refah düzeyi yüksek ailelerden gelenlerin, başörtüsü meselesine bakışları kendi zaman ve mekan koşulları ile kısıtlı. Örtüyle rahat yaşamak onlara yetiyor. Bizim kuşağımızın hem muhafazakâr, dindar, sağ çevrenin engellemelerine; hem de laikçi çevrenin engellemelerine karşı geliştirdiği tavır ve duygular yeni nesil başörtülülerde yok.

Geleneksel-muhafazakâr kimliği refah toplumu içinde taşımayı seviyorlar. Tüketim bilinçleri var, ancak sosyal siyasal bilinçleri zayıf. Bu görüntünün bende uyandırdığı duygu ise "ciddi bir başörtü yasağı olsa bunlardan ne eylem çıkar, ne de direniş."

Başörtüsü rahatlığı, konuya ilişkin siyasal bir bilincin oluşmasını da engelliyor. (Başörtüsü rahatlığı diyorum, özgürlüğü diyemiyorum. Zira kamusal alan yasakları sürdüğü, eğitim özgürlüğü yasal düzenleme ile garanti altına alınmadığı sürece bunu böyle tanımlayamayız.)

Oysa Türkiye"nin başörtüsü yasakları da, mücadelesi de, direnişi de Türk siyaseti ile yakından ilgilidir. Konu dini olmanın ötesinde siyasidir. Cumhuriyet"in modern kadın kimliği ideolojiktir, başörtülü değildir ve Türkiye"nin Halifelik misyonunu terk edişinin en bariz göstergesidir. Başörtüsü sorunu Cumhuriyet ile başlamıştır. 1980 sonrası yasakları ile sınırlı değildir. Tarihi kısaca hatırlayalım:

1940"lı yıllar.... İlahiyat Fakültesi"nin kurucusu Cemal Öğüt"ün kızı Hikmet Öğüt anlatmıştı. Annesi sokağa çıkarken çarşaf giyenlere kötü muamele edildiği için 10 yıl evinin bahçesinden dışarı çıkmamıştı... Ta ki eşi eve bir pardösülük kumaş alıp gelene kadar.

1952 ve sonrası Demokrat Parti iktidarının çarşafı yasaklatmak için kampanyalar yaptığı yıllardır. 1966"da Nesibe Bulaycı Üniversite"de ilk başörtülüdür. Baskılar sonucu başını açar. 1967"de Hatice Babacan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi"nde başörtülü derse girince hocası Neşet Çağatay tarafından "Hey, başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturulmayacağını bilmiyor musun? Ya başındaki çıkar, ya da dışarı çık!" nidası ile karşılaşır. O gün yaşananları, babası Neşet Çağatay"ın arkadaşı olan Reha Muhtar"ın "Hey, başörtülü kız" yazısı özetliyor.

Hatice Babacan okuldan atılır, olaylar çıkar. Reha Muhtar"ın babasından alıntıladığı o güne ilişkin yorum bugün için de geçerli olan bir psikolojiyi ortaya koyuyor: "Olaylar büyüyünce, İlahiyat Fakültesi"nde gerginlik tırmandı... Fakültede çalışan bayan görevliler yani memureler de biraz ürkerek türban takmaya kalktılar... Olaylar büyüdü. Durum zapt edilemez bir hal aldı."

1972"de Emine Aykenar örtülü ilk avukattır. 1973"te mesleğin onur ve kurallarına aykırı davrandığı için, başörtüsü nedeni ile Ankara barosundan ihraç edilir. Gerekçe: "Modern ortamda teokratik giysi olmaz. Dinsel örtü, uygar giysi ve mesleki bir kılıkla örtüşemez. Önü alınmazsa benzerlerinin türeyip artması önlenemez." Dönemin Baro Başkanı Yekta Güngör Özden"in yayınladığı broşürde biz bunu barodan söküp atmasak başörtülüler her tarafı dolduracak ifadesi yer alır.

Darbe öncesinde başörtüsü haberleri, darbe sonrasındaki yasaklar ile birbirini tamamlayan mütemmim cüz gibi olmuşlardı. Her ne kadar bu engellemeler başörtüsü konusunda daha bilinçli bir kesim ortaya çıkarmışsa da, bu baskı hala devam etmektedir.

Bu nedenle İslami kesimin başörtüsü konusundaki rahatlığı, başörtülülerin yaşam standartlarının artmasını bir hak ve hukuk kazancı olarak görmeleri bir sanrıdır. Başörtüsü rahatlığı ve yaygınlığı başörtülülerin hak ve hukuk olarak eşitlenmeleri anlamına gelmez. Bu rahatlığın rehaveti içinde geçmişin mücadelesinden bihaber, konformist başörtülülerin bugünkü tutumları geçmişten beri gelen hak ve hukuk mücadelesini olumsuz etkilemektedir. Bu arada her başörtüsü yasağı muhafazakâr erkeklere kendi iktidarlarını güçlendirmek için büyük güç vermiş, payanda olmuştur. Ancak "bu kadınların ne kadar işine yaramıştır?" konusu tartışmaya açık ayrı bir mevzudur.

Geçenlerde bir arkadaşım "Mutlu Aile..." ile başlayan bir derneğin yönetim kurulu üyelerinin hepsinin erkek olmasına dikkat çeken bir mail göndermiş. "Muhafazakâr erkekler böyle yerleri siyasi bir yükseliş basamağı olarak görüyorlar" yorumu ise bir başka gerçeği yansıtıyor. Muhafazakâr erkeklerin bu tutumları kadınların siyasi bilinçlenmelerini engelliyor.

Muhafazakâr erkeklerde çok yaygın olan "biz sizin yerinize düşünürüz" anlayışı var ya...

KADINLARIMIZ GÜZEL KAPANSINLAR...

Mehmet Ali Birand perşembe akşamı muhafazakârlaşmayı tartıştığı programının bitiminde bir dilekte bulundu:"Kadınlarımız kapansınlar ama güzel kapansınlar".

Bu dileğe Twitter"dan gelen tepkiler ise şöyleydi: "Kapanmak değil, örtünmek! Güzellik göreceli kime göre? Artık bizim ne yapacağımız söylemekten vazgeçsinler. Biz düşünen varlıklarız... Yıllarca şurada aç, burada kapa diye direktif verildi, şimdi nasıl kapalı olunması gerektiğine mi sıra geldi? "Bi şey yapılacaksa bizim belirlediğimiz şekilde olur" tavrından ne zaman vazgeçecekler? Biz Allah"ın emri olduğu için kapanıyoruz başkasına güzel görünmek için değil. Vb..."

Tabii ki güzelce kapansınlar mesajını "tesettüre uygun, güzelce" şeklinde iyiye yoranlar da oldu. Sevgili Birand neyi ya da nasıl bir tarzı kastetti, bilemiyoruz...

12 yıl önce
Baş örtme rahatlığı ile özgürlük arasındaki fark
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’