|
İzmir’in işgalinde Albay Süleyman Fethi Bey nasıl şehit edildi?

Zaman hızla ilerlediği gibi, aylar da vızır vızır geçiyor. İşte içinde bulunduğumuz iki bin yirmi iki yılının Mayıs’ı da sona ermek üzere. Bilindiği gibi Mayıs, birçok tarihi hadisenin vuku bulduğu bir aydır. Bu hadiseler de sevindirici ve üzücü olmak üzere ikiye ayrılıyor. İstanbul’un fethi, en parlak ve en göğüs kabartıcı tarihi bir yıldönümü olarak karşımıza çıkıyor. Hazret Fatih, Yirmi dokuz Mayıs’da kadim şehir Konstantıniyye’yi İslam coğrafyasına kattığı gibi, kendisi de yine bu ayda 3 Mayıs 1481’de, Gebze’de Hakkın rahmetine kavuştu.

Bu ayın özelliğini ve güzelliğini mahveden zalimane hareketlerden biri de 27 Mayıs 1960 askeri darbesidir. Bu öyle bir vahşettir ki, aradan altmış yıldan fazla bir zaman geçtiği halde acısı hâlâ unutulmadı.

Biri şeref madalyamız, diğeri de kara leke kabul edilen bu iki tarihi olayın dışında Mayıs ayı daha başka gelişmelere de sahne oldu. Mesela 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunan palikaryaları tarafından işgal edildi ve bu işgal Milli Mücadelenin ateşini körükledi. Bu sütun hepsini anlatamaya yeterli olmadığından size düşmana atılan ilk kurşundan kısaca söz etmek istiyorum.

Önce kısa bir gazete haberiyle başlayalım. Geçen gün Hürriyet’te “Şehit edilişinin 103. yılında anıldı” başlığıyla küçük bir haber yayımlandı. Bu haberde İzmir’in işgali sırasında düşmana ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin’in şehit edilişinin 103.üncü yılında anıtının önünde meslektaşları tarafından anıldığı dile getiriliyor, İzmir belediye başkanının yanı sıra diğer bir takım CHP’linin de törene katıldığı belirtiliyordu.

Şimdi gelelim asıl konuya. Her yıl 15 Mayıs’da bu mevzu gündeme gelir, Hasan Tahsin’den, ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’den övücü sözlerle bahsedilir, şatafatlı toplantılar yapılır ama İzmir’in işgalinin ilk günlerinde en büyük kahramanlığı gösteren ve Yunan palikaryalarının elinden şehadet şerbetini içen Albay Süleyman Fethi Bey’den hiç bahsedilmez. Biz, ilk kurşun ve Hasan Tahsin mevzusunun gerçek mahiyetini kendisiyle ilgili yazılan kitaplara ve makalelere bırakalım, daha çok bu aziz ve mübarek şehidimizden söz edelim.

Hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, kahraman asker, büyük vatanperver Süleyman Fethi Bey’in unutturuluşunun sebeplerinden biri de, bir tekke şeyhinin oğlu oluşudur. Kısaca açıklayayım. Bu tekke, Sirkeci’den Gülhane’ye gidilirken caddenin sağında bulunan ve eski adıyla “Salkımsöğüt” denilen Aydınoğlu Tekkesi’dir. İşte Osman Şems Efendi’nin gözde müridi Mehmet İzzi Efendi bu tekkede tam 27 yıl postnişinlik görevinde bulundu. Hasan el - Ünsi hazretlerinden sonra en uzun süre bu irfan meclisini ilim ve irfan ışıklarıyla aydınlattı. Zito Venizelos (yaşasın Venizelos) demediği için Yunan askerleri tarafından şehit edilen Süleyman Fethi Bey’den söz etmeden önce babasıyla ilgili bir iki cümle daha söylemek istiyorum.

Ben, İzzi Mehmet Efendi’nin izzetli ismiyle -yıllar önce- İbnülemin Mahmud Kemal İnal hakkında araştırma yaparken karşılaştım. Merhumun konağında yapılan sohbetlere ve fasıllara uzun süre katılan Tanburi Selahaddin Tanur, hatıralarını anlatırken bu muhterem Şeyh Efendi’den bazı anekdotlar nakletti. Mesela İzzi Efendi’nin yakın dostlarından olan İbnülemin de sık sık adı geçen tekkeye gider, Efendi’yi ziyaret edermiş. Ahbaplarından biri bir gün İbnülemin’e, “İzzi Efendiye intisabınız mı var?” diye sorunca o da şu cevabı vermiş: “Hayır, intisabım yok, ama incizabım var!” Bu vesileyle söyleyelim; hakiki şeyh efendiler cezbedici bir özelliğe sahiptirler, işte İzzi Efendi de böyle cazip bir gönül sultanıydı.

Yine Selahaddin Bey’den Şişli’deki evinde dinlediğime göre, İzzi Efendi bir gün İbnülemin’e: Sen konağını feda et, ben de evladımı feda edeyim de, bu aziz vatan kurtulsun. Gerçekten de, kısa bir süre sonra, İbnülemin’in Mercan’daki konağı İngiliz ve Fransız askerleri tarafından işgal edildiği gibi, Süleyman Fethi Bey de, yukarıda da belirttiğimiz üzere İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilince, ilk mübarek şehitler kafilesine katılıyor. İşte bu baba oğulu, yukarıda da anlattığım gibi, böyle tanıyınca kendilerine büyük muhabbet duymaya başladım ve her ikisi hakkında edindiğim bilgi ve belge kitaplık çapa ulaştı.

Asker Alma Dairesi’nin başkanlığını da yapan Albay Süleyman Fethi Bey’in şehid edilişini tam olarak burada anlatmak mümkün olmayacak. Kısaca değinmek gerekirse, Merhum Kur’an-ı Kerim okuduğu sırada Yunanlıların hücumuna maruz kalıyor, elindeki Kur’an-ı Kerim’i alıyorlar, yere atıp çiğniyorlar. İşte ilk süngü yarasını o sırada alıyor. Azgın Yunan askerleri, odasına girip “Üniformalarını çıkar!” diye bağırıyorlar. O da, “Bu üniformayı bana padişahım taktı, ancak onun emriyle çıkarırım!” cevabını veriyor. Bunun üzerine bir süngü darbesine daha maruz kalıyor. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, “Zito Venizelos” (Yaşasın Venizelos) yerine “Kato Venizelos” (Kahrolsun Venizelos) diye cevap verince yine süngüleniyor. Ve peşpeşe aldığı bu süngü yaralarıyla şehitlik şerbetini içiyor. Rahmetullahi Aleyh! Unutmadan söyleyeyim. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek istiyorsanız 2017 tarihli Derin Tarih Dergisi’nin “Şehitler Özel Sayısı”nı okumanız gerekiyor. Ayrıca merhum şehidin zevcesi Fatma Latife Hanım’ın Atatürk’e yazdığı dilekçe de aynı sayıda bir belge olarak yer alıyor.

Bu son derece önemli konuyla alakalı en dikkat çekici yazılardan birini de, Reşad Ekrem Koçu 6 Temmuz 1973 tarihli Tercüman’da, “Bir Şehit Şanında İzmir’e Açık Mektup” başlığıyla yayımladı. İzzi Efendi’nin oğlunun şehit olacağını nasıl hissettiği bu yazıda göz yaşartıcı bir tablo halinde dile getiriliyor.

#İzzi Efendi
#Reşad Ekrem Koçu
#Tercüman
#Hürriyet
#CHP
2 yıl önce
default-profile-img
İzmir’in işgalinde Albay Süleyman Fethi Bey nasıl şehit edildi?
Oyunun sonu
Kara dinlilerle milletin savaşı
Er ya da geç
Tarafın belli olsun
İnsaf!