|
Prof. Dr. Kâmil Miras ve “Ramazan Müsahabeleri”

Yaklaşık on yıl önceydi. Bir radyodan kültür programı yapmak için teklif almıştım. Görevli arkadaş, hocam adı da “Tarih Müsahabeleri” olsun dedi. Ben önce itiraz edip ismine “Tarih Sohbetleri” diyelim, aksi takdirde dinleyicilerimiz “müsahabe” ile “muhasebe”yi birbirine karıştırırlar cevabını verdimse de arkadaşımız “Tarih Müsahebeleri”nde ısrar edince mecburen kabul ettim. Nitekim tahminim doğru çıktı, ilerleyen zamanlar birlikte, “Hocam, tarih muhasebelerinizi zevkle dinliyoruz” diyen bir çok tanıdıkla karşılaştım.

Esefle belirteyim ki, o güzelim Osmanlı Türkçesine vakıf olmayanlar, hatta az çok vukufiyet sahibi olduğunu iddia edenler bile, ses itibariyle birbirine benzeyen kelimeleri kullanırken “halt” ediyorlar. Bilindiği gibi “halt”ın sözlük anlamı karıştırmaktır. “Dalalet”le “delalet”i fark edemeyenleri gördükçe hemen merhum Fuzuli’yi hatırlayıp onun “Ben aklımdan isterim delâlet / Aklım bana gösterir dalâlet!” beytini hatırlarım. “Safahat”a “sefahat” diyenlerle karşılaşınca da “zehi cehalet” sözü aklıma gelir. Bu hamur daha çok su götüreceği için biz yine sadede gelelim.

Efendim, “Tarih Müsahabeleri” adıyla eser kaleme alan müverrihlerimiz gibi ediplerimiz de var. İki örnek vermek gerekirse son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi ile Yahya Kemal’in isimlerini zikredebiliriz. İkisinin de aynı unvanı taşıyan kitapları büyük bir zevkle okunuyor. İkisinin de, iki özelliğini öne çıkarmak gerekirse bilgi zenginliği ve üslup güzelliği diyebiliriz.

Mademki bugünlerde oruç ayının rahmet esintileriyle ferahlıyoruz, öyleyse biraz da Ramazan müsahabelerinden söz edelim. Son devrin büyük İslam âlimlerinden merhum Prof. Kâmil Miras’ın kaleme aldığı kıymetli kitaplardan biri de “Ramazan Müsahabeleri” adını taşıyor. Bu eser, mübarek ayın, ayrıca kandil geceleriyle bayramlarımızın dini, tarihi, edebi ve tabii ki dünyevi ve uhrevi meyvelerini bütün özellikleriyle ve güzellikleriyle dile getiriyor. Osmanlı ile Cumhuriyet arasında köprü mesabesinde kabul edebileceğimiz Kâmil Miras’ın kültürel mirasını tam olarak anlayabilmek için bu sütun -tabii ki – yeterli değildir. Onun için merhum hakkında yazılan kaynakları gözden geçirmek gerekiyor. Bir isim vermek icap ederse Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’nın “Kâmil Miras’ın Hayatı ve Eserleri” adını taşıyan ve “Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları” arasında neşredilen eseri tavsiye edebiliriz. Gözümden kaçmadı, “Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları” ibaresi de “Diyanet İşleri Bakanlığı Yayınları” diye yazılmış. İşte birbiriyle karıştırılan iki kelime daha! Başkanlık ve bakanlık… Neyse, bu önemli eseri okuyalım ve yazarını takdir edelim. Sadece şu kadarını söylemekle iktifa edeyim: Bilindiği üzere en önemli hadis külliyatı “Sahîh-i Buhâri”yi merhum Babanzade Ahmed Naim tercüme etmeye başladı, ancak üç cildini çevirebildi. Vefatıyla yarım kalan İslam’ın bu anıt eserini Kâmil Miras Hoca tamamladı ve bize miras bıraktı. Kıdemli matbaacılarımızdan merhum Ali Sümbül bir sohbet esnasında söz sırası Kâmil Miras Hoca’ya gelince “O, tam anlamıyla müteşerri bir alimdi!” demişti. İşte benim kendisine duyduğum ilgi bu cümleyle başlamıştı. (Müteşerri, şeriate göre hareket etmek için gösterilen âzami titizlik) demektir. Rahmetullah Aleyh!.

Merhumun, Temmuz 1949 tarihli Sebilürreşad’da yayımlanan Ramazan’la ve Talat Paşa’yla ilgili bir hatırasını -teberrüken- takdim ediyorum:

“Birinci Cihan Harbi’nin devam ettiği yılların birinde, Ramazan’a birkaç gün kala, Fatih Camii’nin yanındaki Tabhane Medresesi’nde yapılacak imtihanlarda bulunmak üzere sadrıâzam Talat Paşa da gelmişti. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet Hazretleri caminin iki tarafında yaptırdığı sekiz medresenin ders programlarıyla, talebenin tahsil hayatıyla meşgul olur ve her sene imtihanlarda bulunurmuş. Bunu duyan Talat Paşa merhum, talebeler için teşvik olur düşüncesiyle, imtihanlardan birinde bulunmuştu. Bu türlü resmi imtihanlarda, âdet olduğu üzere en seçme talebeler, güzide muallimler tarafından imtihan ediliyordu. Mesela edebiyat imtihanı şair Mehmet Âkif ve Cenab Şahabeddin Beyler, matematik imtihanı ise Ziya Bey merhum taraflarından yapılmıştı. İmtihanlar bittikten sonra beşer hafız, karşılıklı iki sıra halinde oturarak Aşr-ı Şerif okudular. Bu hafızlar henüz halk arasında tanınmayan, sadaları ve edaları medrese çevresinde mahfuz bulunan gençlerdi.

Talat Paşa, hafızlara bayıldı. Bu sırada sağ tarafında Şeyhülislam Musa Kâzım merhum oturuyordu. Sol tarafında da Müderrisler Meclisi sıfatıyla ben bulunuyordum. Paşa dedi ki:

– Bizim Edirne’de Ramazan’da, hafızlar mukabeleyi mihrabın önünde dizilip sırayla okurlar. Buradaki gibi, caminin şurasında burasında tek tek okumazlar. Edirne’deki bu âdeti, bu Ramazan Fatih Camii’nde ihya etsek, biz de gelip dinlesek…

Paşa’nın bu arzusu üzerine şeyhülislam:

– Pekâlâ; bu hafızları hazırlayalım dedi.

Ve hakikaten başta Reisülkurra Hafız Hasan, Fatih Başimamı Filibeli merhumlar olmak üzere yedi güzide hafız hazırlanarak o Ramazan Fatih Camii’nde cumhur halinde mukabele okundu. Paşa merhum da, mukabele dinlemeyi düzenli bir şekilde sürdürdü. Resmi meşguliyeti dolayısıyla iftara bir saat kala gelirdi. Hafızlar da o zaman başlardı.

Bir gün mukabele bittikten sonra – her zaman olduğu gibi- cami sohbeti başlamıştı. Bu münasebetle dedim ki:

– Paşa hazretleri! Bu mukabele merasimini siz düzenlediğiniz için devam ediyorsunuz. Çok güzel. Fakat oruç da tutabiliyor musunuz?

– Evet, tutuyorum. -Allah uzun ömür versin- annem sağ oldukça oruç yemem mümkün değildir.

– Fakat paşam oruç Allah için tutulur.

– Ben de biliyorum. Fakat ilk orucu annemin hatırını hoş etmek için tutarım. Öbürlerini ise tamamen Allah rızası için tutarım. Oruç tam anlamıyla irade gücüne dayanan bir mücadele ibadetidir. Benim gibi mücadele içinde yetişen bir kimse için oruç bir mümarese kaynağıdır. Oruç tutamadığım günler, kendimi iradesiz ve mağlup kabul edip kınarım.

Bu müsahabeden sonra kalktık. Sadrıâzam, gitmesini bekleyen halkın arasından geçerken bir dostunu gördü ve hatırımda kaldığına göre İbrahim Bey, diye seslendi ve eliyle işaret etti. Şu suali sordu:

– Günün birinde benim sadrıâzam olacağım hatırından geçti mi?

– Yüksek dehanızdan bunu her zaman beklerdim.

– Yarın Sadarete (başbakanlığa) gel, beklerim deyip ayrıldı.

Bu güzel giyimli, orta yaşlı, sevimli zat kimdi acaba? Zeki Talat, bu kısa konuşmanın bir merak konusu olacağını anladı.

– Ben Edirne tutukevinde hapis yattığım yıllarda bu zat hapishane müdürü idi. Doğrusu, güzel muamele ederdi, dedi.”

Sebilürreşad: Temmuz 1949, Sayı:53

#Kâmil Miras
#Nesimi Yazıcı
#Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
2 yıl önce
Prof. Dr. Kâmil Miras ve “Ramazan Müsahabeleri”
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle