|
Cağaloğlu’nda dolaşırken…

Bir zamanlar günlük gazetelerin, dergilerin ve daha bir çok yayınevlerinin merkezi olarak arz-ı endam eden Cağaloğlu’nda dolaşırken adım başı tarihi eserlerle karşılaşırsınız. Bunların arasında camiler, mescidler, çeşmeler, tekkeler, dergahlar, türbeler, caddeler, sokaklar bulunmaktadır. Mesela İstanbul’un en kısa sokaklarından biri olan “İs Mürekkebi Sokağı” bu bölgede yer alıyor. Vilayetin tam karşısında görülen üç-beş adımlık bu sokağın sonunda bir de tarihi çeşme kendini gösteriyor, su yerine hüzün akan musluğuyla gelip geçenlere “vefasızlar” diye sesleniyor.

İstanbul’un bu en eski semtiyle olan aşinalığım 45 yılı geçtiği için hangi tarihi eserin, nerede bulunduğunu, ne maksatla, kim tarafından yaptırıldığını az-çok biliyorum. Öyleyse bugün İstanbul valiliği olarak hizmet veren Bâbıâli’nin önünde toplanıp etrafa şöyle bir göz atalım. İsterseniz ilk işimiz, yıllar boyu Osmanlı sadrıazamlarının ikâmetgahı olarak kullanılan bu tarihi binanın girişindeki kitabeyi okumak olsun. Siz, böyle dediğime bakmayın. Esefle ifade edelim ki, hat sanatının şaheser bir örneği olan adı geçen kitabeyi bir iki istisnanın dışında kimse okuyamıyor. Çünkü okur – yazar değiller. Okumayı, hatta okumak için gayret göstermeyi bir tarafa bırakın, her gün önünden yüzlerce, binlerce insan geçtiği halde, kimse bu hat güzeline bakmayı bile akıl edemiyor. Neyse, ben yine de hatırlatayım: Kitabenin üstünde görülen daire şeklindeki taşta da eski harflerle “Türkiye Cumhuriyeti” yazısı bulunuyor.

Daha söylenecek çok şey var ama onları başka bir zamana bırakıp yukarı doğru biraz ilerleyelim. İşte, birkaç adım attıktan sonra karşımıza caddenin sağındaki tarihi bina çıktı. “Medresetü’l-Hattatin” yani Hattatlar Medresesi olarak da hizmet veren bu bina aslında 1771-1779 yılları arasında, Tersane Emini Yusuf Efendi tarafından sıbyan mektebi olarak inşa edildi. Meşhur astronomi bilgini Hoca Tahsin Efendi de, adı geçen yapıyı “Darü’l-İlim” haline getirip özel dersler vermeye başladı. Onun ölümünden sonra tekrar sıbyan mektebine dönüştürüldü. 1950’li yıllarda “Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü” olarak kullanıldı. Son olarak da Milli Eğitim Bakanlığı Devlet kitaplarının satış merkezi olarak hizmet verdi.

Uğur Derman hocamızın, “Medresetü’l – Hattatin Yüz Yaşında” adıyla Kubbealtı Yayınları arasında neşrettiği kıymetli eserden öğrendiğimize göre, adı geçen binanın sol tarafında bulunan tarihi mezarlık da 1957 yılında ortadan kaldırıldı. Bu küçük hazirede, Sıbyan Mektebini inşa ettiren Tersane Emini Yusuf Ağa ve aile efradına ait kabirler bulunuyordu. Yakın zamanlara kadar hazireden kalma üç-beş ağaç bu tarihi binayı süslemeye devam ediyordu. Çirkin bir boyayla boyanan işbu Hattatlar Mektebi’nin bitişiğindeki ağaçları da kesip zemini betonla kapattılar. Kısacası İstanbul’un tarihi eserlerinden biri daha – kısmen olsun – hoyrat eller tarafından tahrip edilmiş oldu.

Caddenin tam karşısına geçip bir zamanlar burada bulunan binada “Mahfil Mecmuası”nı çıkaran merhum Tahirü’l-Mevlevi’ye Fatiha okuduktan sonra sağa dönüp vilayetin önünden ilerleyelim. Burada görülen Defterdarlık binasının yanı başında eskiden Fatma Sultan Camisi ve Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Dergahı vardı. Bahsini ettiğimiz cami ve dergah 1959-1960 yılları arasında “imar” adı verilen yıkım kasırgasına kurban gitti. Ne zaman buradan geçsem, Lale devri padişahı Üçüncü Ahmed’in kerimesi Fatma Sultan’a, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi hazretleriyle halifelerine Fatiha okumayı ihmal etmiyorum. Prof. Dr. Semavi Eyice “Prof. Dr. Sabri Ülgener’e Armağan” isimli kitapta yer alan hacimli makalesinde, Damat Nevşehirli İbrahim Paşa’nın burada yaptırdığı sarayla, zevcesi Fatma Sultan’ın inşa ettirdiği mescid hakkında uzun uzun bilgi veriyor. Ayrıca, mezar taşlarındaki ibretamiz şiirleri de nakletmek suretiyle Gümüşhaneli Dergahını ve burada görev yapan şeyhleri bize teker teker tanıtıyor. Kısaca söylemek gerekirse, Semavi Hoca, bir zamanlar Fatma Sultan Camisiyle, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Dergahıyla, İstanbul’un mistik mekanlarından biri haline gelen bu semti, efradını cami, ağyarını mâni bir üslupla âdeta yeniden tanıtıyor.

Bilindiği gibi (veya bilinmediği gibi) bu büyük mutasavvıfın türbesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin yanı başında yer alıyor. Semavi Hoca, Hazret’in taşındaki şiiri de nakletmiş ama maalesef bazı kelimeler yanlış yazılmış. Mesela:

“Ziyaüddin Ahmed mevledi ânın Gümüşhane

Şehir-i şark û garbdan mürşid-i rah-ı hidadır bu”

Beytin doğrusu şöyle olacak:

“Ziyaüddin-i Ahmed, mevlidi ânın Gümüşhane

Şehir-i şark u garbın mürşid-i rah-ı Hüda’dır bu”

Şu beyit de yanlış yazılmış:

“Muhakkak ehl-i Hak olmaz abdehid sebil ey zâir

Saray-ı kalbini pak eyle bab-ı evliyadır bu”

Doğrusu:

“Muhakkak ehl-i Hak ölmez, ebed hayydır, bil ey zâir

Saray-ı kalbini pak eyle bab-ı evliyadır bu”

Müteakip beyitlerde de aynı okuma hataları görülüyor. Mesela “Şu’a-ı dürr-i vahdet” “Şia-i dürri vahdet”, “Hilafet müddetinde ‘ircii’vaktine dek hakka” “Hilafet müddetinden irci’ vaktine dek Hakka” olmuş.

Keza, zevcesi Havva Seher Hanım’ın mezar taşında görülen Muallim Naci’nin beyti de maalesef hatalı okunmuş. Önce yanlış olanı, sonra doğrusunu nakledeyim:

“Hakperestem arz-ı ihlas ettiğim dergah-ı bir

Bir nefes ayrılmadım tevhidden Allah bir”

“Hakperestim arz-ı ihlas ettiğim dergah bir

Bir nefes ayrılmadım Tevhidden Allah bir”

#Bâbıâli
#Tevhid
#Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi
4 yıl önce
Cağaloğlu’nda dolaşırken…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset