Teknomedyatik dünyanın taşıyıcısı, enformasyon teknolojileri, dümeni de bu teknolojiyi tasarlayan, kuran, yayan mühendisler ve dev şirketler. Bu teknolojilerle adeta hayat klonlanmaya, yetmez, dilendiği gibi büyütülüp küçültülebilen bir oyun sahnesi haline getirilmeye çalışılıyor. Amaç bu; peki, başarılı mı? Hem evet hem hayır… Hayattan istenilen bölümleri filme almak, kaydetmek, nakletmek anlamında başarılı ama hayatı birebir taklit etmek anlamında başarısız…
Her şeye rağmen sanal âlem, kesinlikle bizi cezp ediyor, ona bağlanıyor, giderek onsuz yapamaz hale geliyoruz. Hayatı klonlayamıyor belki ama hayatımıza sağlam biçimde yerleşiyor. Sadece enformasyon teknolojilerinin sağladığı imkânlar, kolaylıklar, hayatı sanal da olsa önümüze serivermesi sayesinde olmuyor tüm bunlar. Sanallık, bizi zayıf noktamızdan yakalıyor; psikolojimizle bir benzerlik, daha doğrusu psikolojimize benzer bir işleyiş tarzı sağlaması sayesinde ona bağlanıyoruz. Sanal âlem ile insanın psikolojik koreografisi birbirine çok ama çok benziyor. Benzerler birbirini çekiyor.
Teknomedyatik dünyanın dayandığı bir akıl, üstelik olabilecek en ince ölçüme dayalı matematiksel bir akıl elbette var ama bu akıl tesirini psikolojimiz üzerinde(n) icra ediyor. Psikolojimizin rüya, hayal, fantezi gibi unsurlarının özellikleri, arzu akışımızın seyri örnek alınıyor.
Enformasyon teknolojilerinin inşa ettiği sanallık, tıpkı rüyalarımız, hayallerimiz gibi. Var olduklarını, orada olduklarını, bizim bir parçamız olduklarını biliyoruz ama tanımlamak da çok zorlanıyoruz. Nasıl rüyalarımızda, hayallerimizde bizi, içimizi dışa vuran bir ayna özelliği varsa, bizi içine alan, etkinliklerimizi sergilediğimiz sanallık da bizi yansıtıyor… Rüya nasıl psikolojimizin nispeten özerk bir parçası ama en nihayetinde bizimse, kendi siber-alanımız, daha doğrusu siber-alanda gezinen etkinliklerimiz de psikolojimizin devamı… O yüzden bilgisayar, akıllı telefon gibi aygıtlara, “yeni uzuv”, “protez” diyorlar.
Bu arada kesinlikle aklımızdan çıkarmamamız gereken bir hususu var. Her ne kadar sanal olan psikolojimize benziyorsa da ipleri tam bizim elimizde değil. Rüyalarımızı, anılarımızı bizden başka kimse sahiplenemez ama sanal dünyanın büyük arşivi kimlerin elindeyse, bizim oradaki kayıtlarımızın ne zaman, nasıl, ne şekilde kullanılacağı bizden ziyade onlara bağlı… Tahakkümün teknomedyatik dünyadaki halleri, burada yuvalanmış vaziyette.
Sanal dünyanın psikolojimize benzerliğinin bir işareti de post-modernliği, kapitalizmin gelişiminin bir üst evresi olarak gören düşünürlerden geliyor. Kapitalizmin tüketime dayalı olma özelliği, bu dönemde öylesine genişliyor ki, artık sadece bilinçli biçimde karar verdiğimiz ihtiyaçlarımız değil bilinçdışındaki arzu akışımız da metalaştırılıyor. Neyi arzulamamız gerektiğini de “onlar” belirliyor. Psikolojimizin en derin katmanlarını işin içine katıyorlar. “Pazarlama” durduk yerde yeni bilgi dalı olarak yükselmiyor, bilinçaltına seslenmeyi hedefleyen satış taktikleri üzerine bunca yayın boşuna yapılmıyor.
Enformasyon teknolojileri ve sanallık, bu denli hayatımıza girmeseydi, “satıcılar”ın arzu akışımızla böylesine hadsizce oynamaları mümkün olmayacaktı. Çünkü sanallık sayesinde, benliğimizin arzularımızı denetleme işlevi kolayca devre-dışı bırakılabiliyor, psikolojimizin farkına varmadığımız derin katmaları işin içine katılıyor. Sanallığın psikolojimize benzerliği burada da kendisini gösteriyor. Tıpkı rüyalarımızda, hayallerimizde olduğu gibi siber-alanda da fiziksel kurallar kalkıyor. Fiziksel mekânı hiçe sayarak çok uzaklardaki insanlarla iletişim kurmamız mümkün hale geliyor. Aynı anda hem orada, hem burada olabiliyor, yüzlerce kişiyle etkileşime geçebiliyoruz. Kendimizi dilediğimiz biçimde sunabiliyor, gerçekle hiç alakası olmayan biçimde gösterebiliyoruz. Dilersek cinsiyetimizi bile değişik göstermemiz mümkün, hatta hem erkek hem kadın, bazılarına erkek bazılarına kadınmış gibi davranmamız imkân dâhilinde. Sanal âlemde, her türlü kimlik atraksiyonu serbest… Rüyalarımızda bile kendimizi tam istediğimiz gibi inşa edemeyiz, zira rüyalarımız bizim olmasına rağmen, neyi, nereye yerleştireceğimize, imgelerin nasıl dağılım ve akış göstereceğine karar veren biz değiliz ama sanal âlemde sadece istememiz yeterli…
Sanal âlemde şüphesiz bilinçli kararımızla bulunuyoruz. Dışarıdan bakıldığında bilincimiz sürekli yanımızdaymış gibi görünüyoruz. Ama sanallığın psikolojik olana benzerliği nedeniyle, bunun tam böyle olduğunu söylememiz zor. Zira sanal âlemde bilincimizden ziyade psikolojilerimizin derin katmanları daha çok devrede. Psikolojimizin derin katmanları, arzularımızın, dürtülerimizin, duygularımızın en ham, en işlenmemiş, denetim süzgecinden geçmemiş yanlarımızı barındırıyor. O yüzden normal zamanda yapmayacağımız saçmalıklara daha teşne oluyoruz.