|
"Demeye dilim varmıyor ama"

"Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

-demeğe de dilim varmıyor ama-

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"

Nazım Hikmet"in son dizelerini aktardığımız ünlü "Dünyanın En Tuhaf Mahluku" şiirinde, daha adından başlayarak, onun ideolojisinin peşinden gitmeyen halka yönelik belirgin bir öfke var. Öfkesini dizginlemekte zorlandığı, şiirin akışı boyunca açıkça belli oluyor. "Akrep gibisin", "Koyun gibisin" gibi benzetmelerle halkı yerden yere vuruyor şair. Hakkını yemeyelim bu alabildiğine hırpalayıcı tutumuna rağmen halka bir sevgi ve merhamet beslediğini de ihsas ettirebiliyor.

Şiir analizi yapacak değiliz. Geçen yazımızda Erdoğan"a duyulan nefretin psikolojisini yazmaya başlamış, bu yazıda devam edeceğimizi söylemiştik. Devam ediyoruz.

Halkın kendisine, onun tarihine ve geleneklerine saygı duymaz, her bir insanın sizin kadar hür ve eşit olduğuna kanaat getirmezseniz, işiniz pek zordur. Ezilenleri, emeği her şeyin üzerinde tutan bir ideolojiye sahip olsanız bile, eğer sizinle birlikte tavır almazlarsa halka karşı olumsuz duygularınız içinizde zonklamaya başlar. Ülkemiz Solu da çoğunlukla halkın iktidarlara karşı bir isyan bilinci geliştiremediğine hayıflanmakla vakit geçirdi durdu. Aralarından Kemal Tahir, İdris Küçükömer gibi çok az bir kısmı, bu soruyu gerçek bir problematik haline getirdi, üzerine düşündü, verimli sonuçlar üretti. Halkımız, adalet talep ediyor lakin devletine de zeval gelsin istemiyordu. Devlete ve özellikle güvendiği liderine hani neredeyse kutsal denebilecek nitelikler atfediyordu.

Halkın bu tutumu, Cumhuriyet tarihi boyunca da devam etti. Halkın kahir ekseriyeti, ensesinde boza pişiren devleti sanki "kerim"miş gibi görmeyi sürdürdü. Adeta sabırdan ve tahammülden bir zırh takarak başına gelenlere, yoksulluğa, kimliksizleştirmeye karşı isyan etmedi. Kendine özgü bir mücadele şekli geliştirdi. Karizmatik liderlerini öne çıkararak adalet talebini onlar aracılığıyla gerçekleştirmek istedi. Vesayetçilerle sandıkta hesaplaşma yoluna gitti. Vesayetçiler halkın bu atağına darbelerle cevap verdi. İlk kez Erdoğan, vesayetçilerin tüm tuzaklarını boşa çıkardı. Her başarısından sonra halk, ona daha çok sarıldı. Ak Parti iktidarlarıyla birlikte sanki iktidara bizzat kendisinin geldiği, sükûtta kalmanın karşılığını aldığı hissini yaşadı. Yeni Türkiye"nin tarihine, geleneğine bağlı demokrat kimliğini, kalkınma ve büyüme arzusunu, sulh ve sükûn ortamını kıskançlıkla sahiplendi.

Sol"un hamuşan hallerine sitem ettiği halkın hemen tamamı, şimdi Erdoğan"a karşı olumlu duygular besliyor. Erdoğan da onlardan güç alıyor, ne zaman başı dara düşse onlara koşup kucaklaşıyor, safları sıklaştırıyor. İktidarın halkın en azından yarısıyla, karşılıklı özdeşime dayalı samimi diyalogu, yeni Türkiye yürüyüşünün güvencesi...

Lakin bir de muhalifler var. Gezi olaylarından bu yana, muhalifler arasından duygu dünyaları "Erdoğan nefreti"yle dolu yepyeni bir kesim ortaya çıktı. Menderes ve Özal"a kurulan benzer tuzaklar, meseleyi (!) çözmüştü ama Erdoğan"a karşı hepsi etkisiz kalıyordu. Vesayet, bir türlü eski gücüne kavuşamıyor, darbe yapamadığı gibi iktidarı alaşağı edip halkoyuyla kazanamayan muhalefeti yönetime getiremiyordu. Çaresizlik, bir kısım muhalifi, 12 Eylülcülere bile reva görülmeyen bir biçimde Erdoğan"a karşı hınç ve nefretle doldurdu. Medyatörler aracılığıyla sanki tüm muhalifler aynı hissiyata sahiplermiş gibi sunuldu.

Hınç ve nefret dolu bu insanlar, Erdoğan karşıtlığını varlıklarının odağına koyuyor, sürekli onu izleyip adeta ne derse tersini yapmaya, onu ve destekleyen halk çoğunluğunu alaya almaya çalışıyorlar. Erdoğan"a karşı öfke ve nefret duymuyorsanız, Erdoğan destekçilerini hakir görmüyorsanız onların çevrelerine katılamıyorsunuz. Fanatik bir futbol takımı taraftarı gibi davranıyorlar. Erdoğan bir süreliğine ortalıkta görülmese ciddi bir varoluşsal krize gireceklermiş gibi bir görüntü veriyorlar. Siyasi bir programa, Erdoğan düşmanlığı dışında ortak bir dünya görüşüne, dile sahip değiller. Erdoğan"a kim karşıysa onunla ilkesiz bir ittifaka hazırlar. Sergiledikleri manzara dolayısıyla negatif kimlik inşa eden ergenleri andırıyorlar. Demeye dilim varmıyor ama lider merkezli toplumsal psikolojimiz onlara da hayat veriyor. Erdoğan"a karşıtlık sayesinde, yeni Türkiye"de hayata tutunuyor, savruldukları kimlik karmaşasını unutuyorlar. Bunları Türkiye"nin önünü kesmek isteyenler fark ediyor, onların taşan öfkelerini diktatöre (!) doğru yönlendiriyorlar.

10 yıl önce
"Demeye dilim varmıyor ama"
“Sol ilahiyat” ve siyaset
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim