|
“Yaşam  bildiğiniz  o eski yaşam değil artık...” Bahar’ın biyografisinden parçalar  (1)

Hayat şartları, hayattan beklentiler, son yirmi yılda eşine benzerine rastlanmayacak bir değişim ve dönüşüm geçirdi, geçirmeye de devam edecek. Hiçbir şey “bildiğimiz” gibi değil artık. Sürekli olan ile geçici olan, müşterek ile kişisel bir arada, birbirinin sınırlarını imha ede ede varlığını korumaya çalışıyor.

Bu yazıda, sürekli ile geçici, müşterek ile kişisel bahis için bir “biyografi”yi dikkatinize sunmak istiyorum. “Biyografi”sinden parçalar sunacağım “yeni anne” çocuk sahibi değil. Olmayı da düşünmüyor. O halde niye “yeni anne” dedim? Cevabını yazının sonunda bulacağınızı tahmin ediyorum.

B. 33 yaşında. Bu yazı için adını Bahar koyalım. Bahar, vegan. 13 yaşında başını babaannesinin “yönlendirmesi” ile örtmüş. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında “dini bütün bir genç kız” olarak çok takdir edildiğini ve bu takdirden mutlu olduğunu söylüyor.

Takdirin yerini eleştiri ve sınırlama alınca, başörtüsünü yük olarak hissettiğine ve bu yükü daha fazla taşımaya hiç niyeti olmadığına karar vermiş ve üniversite 2. sınıfta başını açmaya karar vermiş Bahar (Okuduğu bölümü paylaşmamamı bilhassa talep etti). Başını açma sürecinin çok sıkıntılı olacağını düşünmüş. Ama düşündüğü gibi olmamış. Başı örtülü ablasının desteği ile “o dönemi” tahmin ettiğinden daha kolay atlatmış. Zor olan dönem, ki bu dönemleri birinci zor dönem, 2. zor dönem diye ikiye ayırıyor Bahar, birinci zor dönem vegan olmaya karar vermesi ile başlamış:

“Belki zamanlaması yanlıştı. Kurban Bayramı’ndan iki gün önce vegan olmaya karar verdim ve bu annemin çok şiddetli tepkisine yol açtı. Bana kızmak yerine ablama kızdı, ‘eserinle gurur duy’ diye bağırdı ona. Aile evinde (genellikle baba evi, baba ocağı tabiri kullanılır. Bahar konuşma boyunca daima aile evi ifadesini kullandı) vegan olarak hayatımı sürdürmem çok kolay değildi. Bayramdan birkaç ay sonra burs ile araştırmacı olarak Avusturya’ya gittim. Orada kendini vegan diye tanıtan, şimdi eşim olan kişi ile tanıştım.”

“Vegan diye tanıtan derken...”

“Kesinlikle vegan değil. Bir süre vejetaryen takılmış sadece. Benimle buluşmaya gelmeden önce şnitzel yediğini evlendikten sonra öğrendim.”

“Vegan olmadığını bilseydiniz yine de evlenir miydiniz?”

“Bilmiyorum. Sanırım evlenirdim. Çünkü beni çok seviyor.”

Sohbetin devamını nakletmeden önce “çünkü beni çok seviyor/du” cümlesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Evlilik terapistine giden evli çiftlerde, evlenme sebebi olarak “çünkü beni çok seviyor/du” cümlesini ziyadesiyle duyduğumu, geçerken söylemiş olayım. 2000’lerden önceki evliliklerde, “neden onunla evlendin?” sorusu, daha ziyade “ailemin kararı idi” ya da “çünkü onu çok sevmiştim” olarak cevaplanıyor.

“Aileniz evliliğinizi nasıl karşıladı?”

“ Çok iyi karşıladılar. Hatta annem ve babaannem bu kadar düzgün bir çocuğun benim gibi tuhaf biriyle evlenmek istemesine çok şaşırdılar ve ilk gördükleri andan itibaren damatlarını el üstünde tuttular .”

“O halde birinci zor dönem kısa sürmüş ve kolay atlatmışsınız.”

“Aile evinden ayrılmasaydım kolay atlatamazdım. Annem benim çeşitli tarifleri deneyerek vegan peynir, vegan et hazırlamamı çok anlamsız ve masraflı buluyordu çünkü. Bir şeyi ya yersin ya yemezsin diye tekrarladığı bir sloganı olmuştu. Ki onun için slogan olan bu cümle benim için psikolojik şiddet idi. ”

“Peki, vegan zannettiğiniz ama esasında vegan olmadığını anladığınız eşinizle mutfak işlerini nasıl yoluna koydunuz? ”

“O kendisini olmadığı şekliyle tanıttığı için bana sunmuş olduğu ‘temsili kimliği’ evin içinde sürdürmesi üzerinden bir anlaşma yaptık. Evde kesinlikle vegan mutfak yürürlükte. Neyse ki ikimiz de mercimeğe ve nohuta çok düşkünüz.”

“Misafir gelince...”

“Misafir gelince de... Ama eşim dışarda yanında ben olmadığım zaman istediğini yiyebilir.”

“Bu biraz eşinizi sınırlamak olmuyor mu?”

“Sınırlamak olarak bakmıyorum. Ona saygı duymam için vakti zamanında bana yalan söylemiş olduğunu durmadan hatırlamamak için böyle yapmak zorunda/yız.”

“Gelelim ikinci zor döneme...

“Ben bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum. Evlenmeden önce bunu söyledim ve eşim de kabul etti. Çekirdek aile içinde sıkıntı yok. Ama annem yine devrede ve beş yıllık evli olduğum halde neden çocuk sahibi olmadığımızı sorup duruyor. Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum dedim. Annem üzüntüsünden hastanelik oldu.”

“ Peki, şu an ikinci zor dönemin hangi aşamasındasınız?”

“Bilmiyorum. Ablam anneme, yanlış anladığını bu dünya derken dünyanın hâlihazırdaki durumunu kastettiğimi, benim ne kadar şefkatli ve merhametli biri olduğumu, bir çocuğa annelik etmekten asla vazgeçmeyeceğimi söylemiş.”

“Anladığım kadarıyla ablanız olmasa aileniz ile aranızda iletişim pek mümkün olmayacak gibi...”

“Ablam çok sakin biri. İnsan ilişkilerinde çok dikkatli ve merhametli olduğu için aile içi duygu mütercimi gibi. Belki ilahiyat okumasının, yıllardır vaizelik yapmasının getirdiği bir dikkat... ”

“Ablanız sizin adınıza teminat vermiş gibi... Bu, sizi rahatsız etmiyor mu? “

“Rahatsız ediyor mu? Bilmiyorum. Sanırım hiç düşünmedim. Bu, ablamın tercihi. Ben ondan böyle bir yardım talebinde bulunmadım. Annemin üzülmesini istemediği için...”

“Peki, siz annenizin üzülmemesi noktasında bir mesuliyet hissetmiyor musunuz?”

“Annemin mutluluk anlayışına göre, onu mutlu etmek için yaşayamam değil mi? Bütün tercihlerimi anneme göre yaparsam ben ne olacağım? Bu hayat bana verilmiş bir hayat. Başkalarının hayat hakkını gasp etmiyorum. Et yemek istemiyorum, çocuk dünyaya getirmek istemiyorum. Yani kime ne zararım var! Yaşam annemin bildiği yaşam değil artık.”

Bahar ile ilk görüşmemiz böyle noktalandı. İkinci bir görüşme olacak mı bilmiyorum. Çünkü daha önce ilk görüşmeyi yaptığım “dört biyografi” ile ikinci bir görüşmeyi yapmak üzere ayrıldığımız halde ikinci görüşmeyi asla yapmadılar. Niye ikinci bir görüşmeden kaçındıklarına dair keşke bir fikrim olsa idi. Ama telefonlarıma ve mesajlarıma cevap vermedikleri için yaptığım o görüşmeler belki bir gün bir hikâyenin gövdesinde ortaya çıkar. Nasip.

Bahar ile ilk görüşmemizi bir “okuma parçası” ile nihayetlendirdik.

Sizinle de paylaşmak isterim. Şöyle:

“Ekonomik avantajlar getirmiyor artık çocuk; hatta tam tersi söz konusu. Bugün anne babalar zor hayat koşullarında çocuklardan pratik destek ve yardım görmeyi de pek bekleyemezler; bunun için toplumumuz fazla bireyselleşmiş hayat tarzlarına yönelmiş görünüyor. Çocuk sahibi olmanın esas ödülü çok duygusal bir değer taşır: Sorumlu olmak, ilgili olmak, gerekli olmak, önemli olmak ve özellikle de kendini gelecek kuşakta gerçekleştirmiş ve insan olarak bir kez daha ‘temsil edilmiş’ olmak.” (Hurelman, 1989, s. 11, alıntılayan Elisabeth Beck- Gernsheim, Aşkın Normal Kaosu, 205-206)

Okumuş olduğunuz paragrafa, Bahar’ın ilk tepkisi parkta “20 kedinin bakımını yapıyorum” oldu. Bu ‘alıntıyı’ on beş gün sonra tekrar değerlendirmek üzere ayrıldık. Konuşmanın nihai cümlesi şuydu: “Beş kedinin annesiyim, 20 kedinin koruyucu annesi...”

Meraklısı için notlar:

Benim daimi okuyucularım değil ama, ilk defa bu yazıyı okuyanlar muhtemelen “yazar burada ne demek istiyor?”, “teklif sunmamış” diye itirazda bulunacak.

Tasvir olmadan tahlil, tahlil olmadan teklif olmaz.

Olur diyenlerin ortaya koyduğu tekliflerin, teklifi yapanlar tarafından üç vakte kadar değiştirildiğini hatırlatmak isterim.

Ortalık dün sosyalist bugün faşist, dün feminist bugün anti feminist, dün fundamentalist bugün liberal “mütefekkirlerle” dolu.

#Avusturya
#Aşkın Normal Kaosu
#Elisabeth Beck- Gernsheim
2 yıl önce
“Yaşam  bildiğiniz  o eski yaşam değil artık...” Bahar’ın biyografisinden parçalar  (1)
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle