|
Ayıplarımızı nereye saklıyoruz?

Şimdilerde sıklıkla kullanılan kavramlardan biri özeleştiri... Pratiği pek yok ama hayatımızda... Herkesin ‘beğen’ tıklamalarına kafayı taktığı bir zamanda kendini sorgulamasını pek de beklememek lazım belki. Özeleştiri, kişinin kendini kendi tarafından eleştirebilmesini, sorgulayabilmesini ifade ediyor. Bunun olabilmesi için; kişinin kendisini yakın gözlükleriyle gözlüyor, ne yapıp ettiğiyle, hayatın içinde nerede durduğuyla, nereden gelip nereye gittiğiyle samimi olarak ilgileniyor olması gerekiyor. Buna ayıracak vaktimiz, daha da önemlisi kendimizi böylesi sorgulamalardan geçirmeye yetecek cesaretimiz var mı? Hayata, insan olmaya dair sorumluluk duygumuz bu kadar zayıflamış olmasaydı göze alabilirdik belki bu muhasebeyi. Ama o noktada değiliz pek artık; başkalarının yanlışları üzerinden bir güvenlik alanı oluşturuyoruz kendimize ve orada, o kolaycılıkla yaşamayı tercih ediyoruz çoğunlukla. Bunu rahatlıkla, içimizde hiç sızı hissetmeden yapabiliyor olmamızı sağlayan şey de, içinin neyle doldurulduğunu hiç kimsenin pek de kafasına takmadığı birtakım rahatlatıcı kavramlar... Yani birtakım ucuz etiketler... İyilerini hep kendimize ayırdığımız, kötülerini hep başkalarının üstüne yapıştırdığımız o etiketler, güya belli bir kafa konforu, vicdan rahatlığı sağlıyor bize.

“Vicdan rahatlığı, yüce gönüllülük olarak sunulur: Her şeyi bağışlayan, çünkü her şeyi fazlaca iyi anlayan birinin yüce gönüllülüğü. Kişinin kendi suçlarıyla başkalarınınkiler arasındaki alavak verecek hesabı, yarışı daha önde bitirenin lehine bir sonuçla kapatılır. İnsan bu kadar uzun bir yaşamdan sonra kimin kime nasıl bir kötülük yaptığını ayırt etme yeteneğini de yitirmiştir. Evrensel yanlışlık gibi soyut bir kavramın ışığında her türlü somut sorumluluk da silinir” diyor Theodor W. Adorno, ‘Minima Moralia’ isimli kitabında

Fazlasıyla dışa dönük olmaya alıştırdılar oysa bizi, alıştık biz de rahatlıkla buna, başkalarına bakarak yaşıyoruz artık çoğumuz büyük ölçüde. Başkalarının başarılarına, hal ve hareketlerine, güzelliğine, zevk ve kültürüne, yüksek getirisi olan yaşama alışkanlıklarına bakıyor ve ölçüsüz hayranlıklar geliştiriyoruz. Buna karşılık, başkalarının başarısızlıkları, günahları, yanlışları ya da sıradanlıklarına karşı da gerçekten yüksek dozda tahammülsüzlükler sergiliyoruz. Bunlar nesnel araştırmalara, uzun muhasebe ve muhakemelere, adil sorgulamalara konu olan şeyler değil çoğumuz için. Dolaşımdaki paket düşünceler ve hakkaniyetsiz yargılar üzerinden otomatik seçilen birtakım basmakalıp yargılardan oluşuyor daha çok. Bu bizi hem başkalarının dünyasına yabancılaştırıyor hem de kendi dünyamıza. Hem hakkaniyetsizliği kanıksamamıza sebep oluyor hem kendi hakikatimizi aramaktan geri bırakıyor bizi.

Thomas Bernard’ın ‘Neden’ isimli kitabından hepimize tanıdık gelecek durumlara dair acıtıcı bir dokunuş: “İnsanların olduğu yerde her zaman biri hemen dalga konusu olur ve ister yüksek ya da alçak sesli olsun ister en sinsicesi, yani en sessizi olsun alaylı kahkahalara tükenmek bilmez bir kaynak sunar. Topluluk olarak toplum, çok ya da az sayıda insan arasından birisi kurban olarak seçilinceye kadar rahat durmaz ve o andan sonra o kişi herkes tarafından ve her fırsatta tüm işaret parmaklarının hedefi olur.”

“Hiç kendimizin savcısı ve başkalarının avukatı olmuyor” dedi beyaz saçlı adam, “ama hükmümüzün hep adil olduğuna inanıyoruz!”

#Özeleştiri
#Sorgulama
#Sorumluluk Duygusu
#Theodor W. Adorno
#Thomas Bernard
2 yıl önce
default-profile-img
Ayıplarımızı nereye saklıyoruz?
Kelimeler hâlâ dost mu bize?
‘Beşikten mezara kadar ilim’
Sarhoştum, hatırlamıyorum
Suçlu kim?
Vergi artışı yerine yapılacaklar