|
Bindiğimiz dal

Havamız kirlendi, çevremiz tahrip oldu, şehirlerimiz giderek boğuculaşıyor, denizlerimiz salyalandı, göllerimiz kuruyor, ırmaklarımız kirli, tabiat nefes almakta güçlük çekiyor. Gelişelim, ilerleyelim, refaha erelim, konfora ulaşalım derken hayatın dengesini bozduk, bize afiyet içinde yaşayalım diye verilen nimetleri tahrip ettik, bindiğimiz dalı kestik, her şeyi berbat ettik, etmeye de devam ediyoruz. Güya insanlığa daha uygar bir hayat temin edelim diye çıktık bu yola. O kadar emindik ki çıktığımız yoldan, en başta bir durma noktası, bir varış hedefi belirlemedik. Hal böyle olunca insanlık ideallerinin yerini ticaret mantığının, güç ihtirasının, sermaye tahakkümünün alması uzun sürmedi. Öyle hızlı tükettik ki dünyayı, neredeyse bir asırda deniz bitti, kendi ürettiğimiz tahribatın eline esir düştük. Muhtemel ki hayatımız bundan sonra hiç eskisi gibi olmayacak. Tabiata yaptığımız kötülüklerin, talanların, zulümlerin bedelini birlikte ödeyeceğiz. Son birkaç yıl bunu açık seçik gösterdi hepimize. Farkında mıyız peki bunun? Pek öyle gözükmüyor maalesef manzara! Mevcut anormal şartlar azıcık eski normale doğru evrilse, bu defa çok daha gözü dönmüş bir şekilde tahribata kaldığımız yerden geri döneceğiz belli ki. Tabiatın hukukuna dair kafalarımızda en ufak bir mesele, konu başlığı, tereddüt olmadığı aşikar. Zihinlerimizde bir temizlik gerçekleştirmediğimiz sürece, içindeki bütün nimetlerle birlikte bizlere emanet olan tabiatla ilgili bir şuura erişmedikçe, bu kirlenmenin ürettiği yıkıcı sonuçlarla yüz yüze gelmeye devam edeceğiz.

Seyyid Hüseyin Nasr’ın, ‘İnsan ve Tabiat’ından çarpıcı, bir o kadar da düşündürücü ifadeler: “Artık çağdaş insan için tabiatın hiçbir kutsal tarafı kalmamıştır. Çağdaş insan, tabiatı kendisine sevgi beslediği bir eş gibi değil bir fahişe gibi görmektedir. Kendisine karşı hiçbir sorumluluk ve yükümlülük duygusu beslenmeyen bir fahişe. Zorluk şuradadır; bir fahişe gibi kullanılan tabiatın durumu günden güne daha fazla gönül eğlendirmeyi imkansız kılmaktadır.”

İnsan ve alemdeki diğer her şey aynı bütünün, aynı gerçekliğin, aynı hakikatin birbirine muhtaç parçalarıdır, birbirini tamamlar ve bütünlerler. İnsan, hayat nimetini paylaştığı diğer ‘varlık’larla ilişkisini, onların hak ve hukukuna riayet etmeden yürütürse, o bütünlüğü, o dengeyi bozar, üstünde hayat sürdüğü o zemini çürütür. Dolayısıyla, tabiata verdiği her zararla çok zaman geçmeden yüzleşmek, tahribatının bedelini, hem de misliyle kendi hayatıyla ödemek zorunda kalır. Bu bedel bazen ölümcül ağırlıkta olur, bazen sahip olduğumuz nimetlerin teker teker elimizden alınışıyla...

“İnsan ve tabiat birbiriyle boğuşmaz, birbirlerine hak verir, rekabete kalkışmazlar, bahse tutuşup da herhangi bir peşin hükmün arkasından yarışmazlar, el ele yürürler” diyor ‘Dünya Nimeti’ isimli kitabında Knut Hamsun. Keşke çok zaman önce, yani vakit bu kadar geç olmadan, hayat bilgisi kitaplarının görünür bir yerine silinmez mürekkeple yazılabilseydi bu cümle.

Bir de şunu düşünün; içinde kendini arıtacak hiçbir şey bulamayan bir zihin ne hisseder?

“Allahuâlem, kıyametin kopacağı gün dünyada” diye başladı söze beyaz saçlı adam, “kiri gidermekte kullanılacak kadar temiz bir şey kalmamış olacak!”

#Hava
#Çevre
#Kir
#Şehir
#Salya
#Deniz
3 yıl önce
Bindiğimiz dal
-den, -dan, -ten, -tan
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir