|
Otomatiğe bağlamak

Sinema tarihinin sosyal bilimciler tarafından en çok atıf yapılan filmlerinden biri herhalde Charlie Chaplin’in ‘Modern Zamanlar’ isimli filmidir. Bunun sebebi, Chaplin’in bu başyapıtında modernleşme ile gelen değişimin hayatı nasıl kendi ritmi ve hikayesinden kopardığını, yeni zamanlarda insanların aşama aşama nasıl zoraki bir otomasyonun kimliksiz ve aynılaşmış unsurları haline geldiğini sembolize eden unutulmaz sahneleridir. Bu sahnelerin en çok akılda kalanı; bir fabrikadaki işçilerin önlerinden akan bant üzerindeki cıvataları neredeyse otomatik bir şekilde sıkma hareketleridir. Bu her gün o kadar sık tekrar edilen bir harekettir ki artık ruhsuz bir hale gelmiş, adeta bir reflekse dönüşmüştür. Charlie Chaplin, modernleşmenin ve beraberinde gelen sanayileşme dayatmalarının insanları adeta kendine ait bir hayatı olmayan robotlara dönüştürdüğünü ima eder bu sahneyle. Şüphe yok ki, modernleşme ideolojisinin ve pratiklerinin henüz yaygın biçimde tartışmaya açılmadığı bir dönem için (1936 yılı) cesur, ileri görüşlü ve vurucu bir eleştiridir bu. Bu sebepten olacak, modernleşmeye ilişkin bütün eleştirel paragrafların bir yerinde bu filme değinilir.

Charlie Chaplin’in okkalı biçimde vurguladığı bu manzara, modern hayatın görünen yüzüne dair bir teşhistir. Üzerinden 87 yıl geçmiş bir filmin bugünün sosyal bilimcileri için hala atıf değeri taşıyor olması, bu 87 yıl boyunca yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen insanlığın gidişatında çok şeyin değişmediğini gösteriyor. Daha önce defalarca değindiğim için yazıya bu minvalde devam etmeyeceğim. Sadece, artık o cıvataları da makinelerin sıktığını söylemekle yetineceğim. ‘Modern Zamanlar’ filminden söz edişimin sebebi, bu filmin o çok meşhur sahnesinin bugünlerde kazandığı yeni sembolik açılımına işaret etme isteğim...

Nedir o sembolik açılım?

Chaplin’in hayatın fiziki yapısı, seyri, gidişatı üzerine yaptığı o eleştirel vurgulara, bugün ayniyle zihin dünyamız üzerinde karşılıklar bulabilecek durumdayız. Zihinsel dünyamızın yaşadıklarımızdan ve içimizde biriktirdiklerimizden beslendiği malum... Bugün özel hayatlarımızda zihin dünyamızı besleyecek, zenginleştirecek türden pek bir şey yaşamıyoruz. Tekdüze bir hayat, aynılaşmış ilgiler, standartları başkalarınca belirlenen zevkler... İlgilerimiz de, yine başkaları tarafından önümüze konan gündem başlıkları, trend topic listeleri, en çok tıklanan videolar ve sair türedi zuhurat tarafından belirleniyor. Konu başlıkları elimizdeki ekranlardan, tıpkı hareketli bandın üzerinde akmakta olan cıvatalar gibi belli bir hızda akıp geçiyor. Bizler de gözlerimizden başlayıp zihinlerimizde biten bir ilgiyle o cıvataları ha bire sıkıyoruz. Adeta hipnotize edilmiş gibi, zihinlerimizin sık güncellenen ancak öngörülenin dışına çıkamayan güzergahlarda gidip gelmesine seyirci oluyoruz. Bizzat hayatlarımızla, öngörülebilir, güdülenebilir, heyecanları ve tepkileri yönetilebilir, sürprizlere, kendine özgülüklere kapalı, ilgilerine, hissiyatına, idrakine dair ihtiyarını devretmiş robotik organizmalar haline geldik büyük ölçüde.

Kendimize soralım... En son ne zaman kendi içimizden (kaldıysa öyle bir şeyimiz) bulduğumuz ya da ürettiğimiz, ortak alandan değil, özgün alanımızdan ortaya çıkardığımız bir konunun, bir sorunun, bir derdin peşine düştük? En son ne zaman, herkesin trendlere, akışa, gündem ezberlerine kapılarak yorduğundan daha başka, daha bize özgü, daha yalın halimize ait, daha içeriden bir hakiki meseleyle meşgul ettik? En son ne zaman konuşulduğu anda anlamını yitirmeyen bir hakikatin, kendi derinliklerimizden çıkardığımız bir sorunun peşine düştük? En son ne zaman kendimizi cıvata sıkmaktan öte geçmeyen meşguliyetlerden almayı başarabildik ve gözlerimizi kendi hayatımızın engin manzarasına çevirebildik?

#Charlie Chaplin
#Modern Zamanlar
#sinema
2 yıl önce
Otomatiğe bağlamak
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler