|
Yerinde saymak

İnsanın tabii olan şeylerle zihinsel ve duygusal irtibatı giderek zayıflıyor. Sadece tabiattaki varlıklarla değil, kendi tabiatımızda olan şeylerle de mesafemiz giderek açılıyor. Bunun sebebi, büyük ölçüde insan eliyle oluşturulan yapay bir dünya içinde yaşamaya başlamış olmamızdır diye düşünüyorum. Hem fizik dünyamızda bu böyle, hem de iç dünyamızda, düşünce ve hissedişlerimizde, ilgi, merak ve yönelimlerimizde...

Yaşadığımız dünya, aslında daha çok tanığı olduğumuz, seyircisi kılındığımız, katılım sağladığımız ve tabi olduğumuz bir kurguya dönüşmüş durumda. Her gün ne yapacağımız, nelerle ilgileneceğimiz, hangi meşguliyetler içinde olacağımız önceden belli. Günlük uğraşlarımız öngörülebilir rutin programlar halinde. Bu yüzden pek fazla günlük tutan kalmadı, çünkü günlerimiz bir özgünlük, bir bize aitlik taşımıyor, pek fazla sürpriz ihtimali de barındırmıyor. Zihinlerimiz ve kalplerimiz için de bu böyle... Aynı döngü içinde dönüp duruyor duygularımız ve düşüncelerimiz de. Gündelik döngümüz pek fazla kırılmadığından başka şeyleri düşünmeye, başka türlü şeyler hissetmeye imkan bulamıyoruz. Dış dünyamızın rutin döngüsü, iç dünyamızı kendi peşinden sürükleyerek hızla kurutuyor, yoksullaştırıyor. Sersemlemiş bir halde günleri hızla tüketiyoruz. Anlamak, anlamlandırmak, bir idrak geliştirmek, bir muhayyile sahibi olmak noktasında ne bir gayretimiz olabiliyor bu anlamda, ne buna yol açacak bir şey yaşanıyor hayatımızda.

“Siz de ben de aynı dili, aynı sözcükleri kullandık. Ama eğer sözcükler kendi başlarına buyruksalar, benim, ne suçumuz var? Boş, sevgili dostum. Siz o sözcükleri bana söylerken kendi anlamınızla dolduruyorsunuz; ben de kavrayamıyorum onları, kaçınılmaz olarak, kendi anlamımla dolduruyorum. Birbirimizi anladığımızı sandık; oysa gerçekte birbirimizi anlamadık” diyor Luigi Pirandello, ‘Biri Hiçbiri Binlercesi’ isimli kitabında.

Yaşamak için mutlaka karşılamamız gereken bazı ihtiyaçlarımız var. Ama yaşamanın anlamı o ihtiyaçların karşılanmasından ibaret değil! O ihtiyaçların karşılanması, arabamıza ihtiyacı olan benzini doldurmamız gibi bir şey... Araba sahibi olmamızın amacı her bittiğinde deposuna benzin doldurmak olabilir mi? Arabayı seyahat etmek, mesafeler aşmak, yeryüzünde dolaşmak, bir yerlere, birilerine kavuşmak, bir yerlerden uzaklaşmak için istiyoruz biz asıl. Yeme içmenin, giyinip kuşanmanın, evin barkın, takıp takıştırmanın hayatın temel gailesi haline geldiği bir hayat, deposuna benzin doldurmak için araba almaya benziyor. Oysa o benzin bizi gidemediğimiz yerlere götürmek, ulaşamadığımız hedeflere ulaştırabilmek için konmalı o depoya. İnsan için de durum böyle, bütün hayatımızı gündelik ihtiyaçlarımızın abartılı biçimde tezyinine harcadığımızda, bulunduğumuz yerde sabit kalıyor, yerinde sayıyor, zihinsel ve kalbi anlamda kısırlaşıyoruz. Oysa tabiatımız can kulağımıza, çeperlerimizi aşan hakikatlerin peşinde olmamızı, onları aramamızı söylüyor.

Tam burada, Gregor Von Rezzori’nin ‘Sadakat’ isimli kitabından satırlarla bir tefekkür molası verelim: “Evren bütün yaratıkların ebedi mükemmelliğe erişmek üzere birlikte çalışmasıdır, diye buyurmuştu Fraulein Weingruber’in ağzından. Bütün canlılar bu mükemmelliğe erişmek için çaba gösterirdi. Her yaratılanın içinde ona olabildiğince yaklaşma, onunla bütün olma arzusu yatardı. Oysa mükemmellik maddede değil sadece ruhta mümkündü, onun için sonunda sadece ruh kalmak ve böylece Tanrı’yla bütünleşmek için maddeden gitgide uzaklaşmaya iterdi bir şeyler.”

#Gregor Von Rezzori
#Fraulein Weingruber
2 yıl önce
Yerinde saymak
Paralel Yapının etkin olduğu kurumlardaki ince personel taktikleri
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…