|
Dışarıdaki bahar

“Sanki kendi hayatımızın seyircisi olmuş gibiyiz” dedi beyaz saçlı adam, “her şeyin dışarıdan akıp gitmesini seyrediyoruz çaresizce pencerelerden. Bizi içine almadan, hiç umursamadan, sanki hayatın bize hiç ihtiyacı yokmuş gibi...”

Büyük şehirlerde, sıkışık evlerin, sıralı dizilmiş apartmanların pencereleri birbirine bakıyor genellikle. Çoğu insan için pencereden bakılınca görülecek şey, karşı evin soğuk duvarları, ıssız pencereleri. Binalar arasında bir parça açı farkı varsa, karşı pencerelerden belki biraz yeşillik, biraz bulut yansıması görmek mümkün en fazla. Biraz daha şanslı olanlar, ki onlardanım ben de, ileriye doğru derinliğine görebiliyor şehri. Tabii aralara sıkışan ağaçları, parkları, istisnai küçük bahçeleri... İşte oralara bahar olanca neşvesiyle geldi, geliyor şimdi. Tabiatın, bizim hikayemizden farklı akan bir hikayesi var, bunu hep unutuyoruz. Görebilenler evlerinin penceresinden görebilir bunu. Biz ‘endişeli modernler’in evlerimizin dört duvarı arasındaki sıkıntı ve meşakkatle geçirdiğimiz tutsaklık günlerine inat, dışarıda bahar, geçen bahardan hiç farkı olmayan şekilde hükmünü adım adım yürütüyor. Bizi evlerimizde tutsak kılan her neyse; adına ister virüs diyelim, ister salgın diyelim ya da başka bir şey diyelim, korkusu, kaygısı, endişesi sadece bizi tutuyor belli ki onun. Sanki son zamanlarda yanı başımızdan akıp giden hayatın, kendi güzellikleri içinde gelip geçen mevsimlerin, kendi ilahi devranını muntazaman sürdüren tabiatın biz nasıl hiç farkında olmamışsak, tabiat da bugün yaşadığımız kâbusları hiç umursamadan kendi hikayesi içinde akmaya devam ediyor bugün. Keşke en azından bir kısım pencerelerden canlı yayınlanan bu hayat mektebinden bize düşen dersi layıkıyla alabilsek, dört duvar arasında kapalı kaldığımız şu günlerde dünyamızı içimizden dışımıza doğru biraz genişletebilsek... Bunu yapabilirsek eğer, asıl tutsaklığı bu istisnai günlerden daha önce, başımızı hiç kaldırmadan içinde dönüp durduğumuz ‘normal hayat’ girdaplarında yaşadığımızı da fark edebiliriz belki.

Sabahattin Ali, Sinop Cezaevi’nde geçen günlerini anlattığı ‘Duvar’ isimli öyküsünde mahpusluğunu şöyle ifade ediyor: “Benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarı çiçekler bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen küçük beyaz bulutlar benden bir tek teselliyi: unutmayı alırdı.”

Bir de şunu düşünün; irili ufaklı bütün hikayeleri sessizce ortadan kaybolduğunda bir sokak ne hisseder?

Mutlaka yapmamız gereken ne kadar çok şey vardı değil mi? Mutlaka yetişmemiz gereken ne çok iş, ne çok randevu? Buluşmamız gereken arkadaşlar, katılmamız gereken toplantılar, yapmamız gereken sunumlar, doldurmamız gereken formlar, gerçekleştirmemiz gereken planlar, kaçırmamamız gereken etkinlikler, indirimli-indirimsiz satışlar, yakalamamız gereken trendler, kutlamamız gereken özel günler, atmamız gereken nutuklar, içini doldurmamız gereken yalanlar, atmamız gereken havalar, taşımamız gereken dedikodular, bir sürü meşguliyet, bir sürü ıvır zıvır... Ne çok şey vardı bizi bekleyen? Şimdi bir şey oldu, bozuldu zorunlu meşguliyetlerle kurduğumuz bütün bu planlar... Anladık ki, çoğu aslında olmazsa olmaz değilmiş, mutlaka içinde olmak gibi bir zorunluluğu yokmuş hiçbirinin. Ve fark ettik ki, vaktimizin koca koca parçalarını kurtarabilirmişiz aslında bütün bu meşguliyet döngüsünün elinden. Ve gördük ki, hayat aslında başka yerdeymiş daha çok!

Gördük mü gerçekten?

Gördük mü en azından bir kısmımız?

#Sabahattin Ali
#Sinop
#Cezaevi
4 yıl önce
Dışarıdaki bahar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi