|
"Üç Yol" ya da yolun üç hali

İnsanın istediği anda bu kadar çok sayıda filme ulaşmasının mümkün hale gelebileceği bir zamanı hayal etmek mümkün değildi geçmişte. İlk söyleyişte kulağa inanılmaz geliyor. Sadece sayısal bir imkan değil bu üstelik; buna paralel bir çeşitlilik de sunuyor size yeni teknolojiler. Dünyanın her yerinden ve sinemanın her türünden yüzlerce film adeta elinizin altında. Buna karşılık, sözünü ettiğimiz bu imkan bolluğunun gizlemeyi başaramadığı bir eksilme hali de göze çarpıyor dikkatli bakınca. Eski zamanlara özgü o anlatılması güç sinema büyüsü, insanı peşine takıp sürükleyen film tutkusu, iç dünyamızın sınırlarını genişleten o hayal dalgalanmalarının etkisi gittikçe azalıyor, hatta kaybolmaya yüz tutuyor sanki. Film izleyicilerinin sayısı hızla azaldıkça, film tüketicilerininki artıyor. Nicelik niteliğin yerini işgal ediyor; sinema kültürünün önceliklerinin yerini, pazar öncelikleri, popülerlik puanları, kolay tüketilebilirlik, eğlencelilik, basitlik, hafiflik, sosyal alanda pazarlanabilirlik gibi başkaca öncelikler alıyor. Sürümden kazanan, hızlandırarak seyreden, izlenmiş film biriktiren yeni portatif "sinema-tek" karakterler ortaya çıktı. Bu daha ziyade bir zihinsel depolama faaliyeti gibi görünüyor bana. Anlamam, anlamlandırmam güç böyle bir şeyi...

"Sinema bir eğlencedir, seyredip geçeceksin, abartmamak lazım" diyenler giderek artıyor. Aynı şeyler edebiyat için de, başka şeyler için de söyleniyor. Günümüzün modern trendleri dikkate alındığında bir anormallik yok bu tabloda. Peki biz ne yapacağız? Özü, iddiası, inanışı gereği hayata modern trendlerin ölçüleriyle, ölçütleriyle bakamayacak olan, bakmaması gereken zihinler ne yapacaklar? Mesela bir Müslüman sinemayla nasıl bir alışveriş içinde olacak, sinemayla mesafesini nasıl hazırlayacak?

Bu aslında hepimiz için problemli bir alan... Modern durumlar başımıza hep biz onları tam olarak sorgulayamadan önce geliyor. Büyük çoğunluğu, modernlik tarafından adeta tümüyle ele geçirilmiş bir dünyaya gözünü açmış, böyle bir dünyaya doğmuş, modernliğin araçlarını kullanarak, modernliğin doğrularını kuşanarak büyümüş nesiller için bu türden tartışmalar manasızca havada asılı duran, sanki bu zamana ait olmayan tartışmalar... Onlara bir şeyin salt eğlence için yapılıyor olmasının, dünyada sadece ve sadece kulluk için bulunan insanlar için meşru sayılamayacağını anlatmak çok zor.

"Müslüman"ın sinema ile bir ilişkisi olacaksa (ki bu konu da ciddi biçimde tartışılabilir); hayatın içindeki her şeyle ilişkisinde olduğu gibi sinema ile alışverişinin de özünde kulluğuyla bir ilgisinin bulunması, kulluğu bakımından açıklanabilir bir gayeye mâtuf olması gerekir elbette. Ama biz çoktandır herhangi bir "şey"in kulluğumuzla ilişkisini muhasebe etmekten uzağız. Bir şeyleri yapıyoruz, ediyoruz, bütün vakitlerimizi onlara harcıyoruz ve sırf biz kendimize rahatça Müslüman diyebildiğimiz için yapıp ettiklerimizin de "Müslümanca" olduğunu varsayıyoruz.

Faysal Soysal"ın yeni vizyona giren filmi "Üç Yol"u izledikten sonra bütün bunları bir kere daha düşünme ihtiyacı hissettim. "Üç Yol" genelde her filmde, özelde her ilk filmde olduğu gibi doğruları ve yanlışlarıyla işin erbabı tarafından değerlendirilecek. Ama şurası şimdiden aşikâr ki; Faysal Soysal, sinemayla ilişkisine Müslümanca bir gerekçe arayan, anlatımını Müslüman bir idrakin kelimeleri ve cümleleriyle bir dile dönüştürme azminde bir yönetmen... Üç Yol bu yolda kendisine önemli tecrübeler getirecek umutlu bir başlangıç...

10 yıl önce
"Üç Yol" ya da yolun üç hali
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset