|
Cihangir’i de ilk müslümanlar keşfetti: Vol. 2
Ekonominin yarısı psikolojidir. “Hangi yarısı?” sorusuna çok takılmayalım olur mu; çünkü gerçek, kameralar karşısında bizi bekliyor. Eğer ekonominin yarısı psikoloji olmasaydı, reklamlarda ünlüler değil bilim adamları yer alırdı.

Söz hazır ünlülere gelmişken, fırsattan istifade ederek meşhur bir örneğin tozunu alalım. “Sanat güneşimiz”in yarısı da arabesk idi. Zeki Müren’in ‘aldığı her nefesin birisi’ arabeskindi.

Unutmadan, Aliye Meyhanesi’nin hakkını teslim etmeliyim. Allah’ım sen nelere kadirsin! Günün birinde bir meyhaneye ve çalışanlarına teşekkür edeceğimi hayal bile edemezdim. Teşekkür etmekle yetinmeyeyim, bir de dua edeyim: İnşallah tövbe edip topluca hacca gidersiniz! (Son cümlede toparladık sanırım.)

“Özlem Rıhtımı” şarkısına benzeyen o yerde, fırsat buldukça yakın arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Son buluşmamızda, Zeki Müren şarkılarına eşlik ederken efkârlanıyor, efkârlandıkça çay içiyordum. Geçen gece, orada keşfettim bu gerçeği. Büyük ihtimalle, sarhoş olmamanın yardımıyla. “Sanat güneşimiz” (!) aynı zamanda “arabesk güneşimiz” idi. Battı.

“Battı” demişken aklıma Batı geldi. Belki fark etmişsinizdir; mübalağa ile aram hoş değildir, mübalağacı karakterlerden de hazzetmem. Üç günde dostunuz olanlar, üç günde düşmanınız olur. Bunu bilmek için yüksek zekâ gerekmiyor, biraz gözlem biraz deney kâfi. Arkadaş arkadaşın laboratuarıdır.

Sağcıların vıcık vıcık klişesiyle söylersek, “bu fakirin” bütün yazılarının ana fikri: ‘Genç kızlar! Hacı amcalar! Ve emekli subaylar! Lütfen, her tür mübalağadan uzak duralım, sakin, serinkanlı düşünelim’ tavsiyesidir. Bu girizgâhı yapıyorum ki, sıradaki cümleyi mübalağalı bulursanız, cidden bozuşuruz: Bilim tarihinin yarısı da hurafedir.

Hiç düşündünüz mü: İlkokul birinci sınıftan itibaren bize ‘ezberlettirilen’ bilim tarihi hikâyeleri, eğer filme çekilecek olsaydı, ortaya nasıl bir film çıkardı? Sizi yormamak için, seçenekleri ikiye indirelim. a) Hollywood, b) Festival.

Cevap: Tabii ki Hollywood. Hem de bütün klişeleriyle. Sayın Galile Bey’in ezbere bildiğimiz mahkeme sahnesini hatırlayalım. Tıpkı Ediz Hun gibi, birden kameraya dönüyor ve lafı gediğine koymuyor mu: “Ama yine de dünya dönüyor!”

“Kahramanlardan kurtulmadan bir toplum kurtulamaz!” gibi aforizmaları çok sevenlerdenseniz, size bir soru hediye edeyim: Bilim tarihini “kahramanlar” olmadan niçin anlatamıyorsunuz? Hollywood filmi gibi anlatıyorsunuz.

Hatırlarsanız, az önce “her tür mübalağa” dedik. O yüzden, laiklerin mübalağalı yorumlarını eleştirirken, muhafazakârların mübalağalı cevaplarını görmezlikten gelmeyelim. Bu mübalağalara sebep psikolojiyi anlayalım, ama anlamakla yetinmeyelim. “Gazzali felsefeyi yasakladı, o yüzden bizde bilim yoktur” veya “Aslında hepsi Kur’an’da var” gibi iddialar, dışı hoş, içi boş insanların ürettiği hurafelerdir. Demeye çalıştığım şu: Batılıların mübalağalı hikâyelerini, yerli malı mübalağalı hikâyeler ile yenemezsiniz. Bir haksızlık, başka bir haksızlıkla değil, adalet ile sona erdirilir.

Kusura bakmayın, bu paragraf biraz didaktik. Mübalağa, insana cesaret aşılayabilir, ama bu aşının meyvesi özgüven değildir. Kibirdir. Geçen gün bir İslam klasiğinde okumuştum: “Kibir; hakikati kabul etmemek, bir hakkı sahibine teslim etmemek demektir.”

Özgüven; özümüzden, yani adaletten/iyilikten, iyi şeylerden gelir. İyi insanlar, iyi hikâyelerin eseridir. Özüne güvenen insan, adil olmaktan korkmaz; her yerde, herkese karşı eğriye eğri, doğruya doğru, der. Diyebilir. Demelidir.

Meraklılar için üç tane kitap tavsiye ederek bitirelim. Yazının başlığına gelmeyi bir gün başarırız. İlk kitabı, Tübitak Türkçeye kazandırmış. Clifford D. Conner, “Halkın Bilim Tarihi” kitabında, “madenciler, ebeler ve basit tamirciler”in bilim tarihindeki hakkını teslim etmeye çalışıyor. Emperyalistlerin yazmış olduğu bilim tarihi kitaplarında, “ilkel” ve “vahşi” denilerek hesaba katılmayanları, hesaba katıyor.

Kostas Gavroğlu’nun “Bilimlerin Geçmişinden Tarih Üretmek” kitabından daha önce bahsetmiştik. Bir kere daha saygıyla selamlamadan geçmeyelim. Claus Priesner’in “Simyadan Kimyaya” kitabını da unutmayalım. En azından bir merhabamızı esirgemeyelim.

Hani köy kahvesinin önündeki ihtiyarlar, şehirden gelen misafirlere sorar ya: “Sen okumuş adamsın, hele bi’ anlat şu işin aslını!” İşin aslı şu: “Bilim tarihi”nin yarısı da asılsız hikâyeymiş. Soruyu unutmayalım: Hangi yarısı? “Bilim” kısmı mı, “tarih” kısmı mı? Bi’ zahmet, okuyup siz karar verin.

Güya bu yazıda şu sorunun cevabını verecektim: Ünlü sanatçılar bir yeri ‘keşfettiğinde’ neler olur? Cihangir’i, Tophane’yi, Alaçatı’yı keşfettikten sonra neler olduğunu çok merak ediyordum.

Hani şu dizi setlerindeki feodaliteye sesini çıkar(a)mayan, ama set dışında her yerde feodaliteye karşı çıkan, emekçi dostu, “sosyal sorumluluk” sahibi ünlülerimiz.

Yazı niçin uzadı diyenlere, diyeceğim o ki, her zaman ve her yerde, çakallar hemen anlaşır. İnsanların anla(ş)ması uzun sürer.
#ibrahim paşalının yazıları
#yeni şafak pazar yazarları
#cihangir
9 yıl önce
Cihangir’i de ilk müslümanlar keşfetti: Vol. 2
Dinlemesini bilmeyen düşünmeyi beceremez
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?