"Köylerin devlet tarafından boşaltılmaya başlanmadığı, yani yoksulluğun sefalete dönüşmediği yıllardı. Ağustos sıcağında orakla biçilen buğdayların tek bir tanesinin bile zayi edilmediği, çoraplara defalarca yama yapılan ve hemen herkesin lastik ayakkabı giydiği yıllar… Geniş bir ova, kocaman bir dünya vardı karşımızda. Yaylalara çıkıp ovayı şöyle bir kolaçan edince, bu hayatta ne kadar geniş bir yerimiz var diye düşünürdük…"Bûka Baranê adlı belgeselde, İrfan Aktan, Hakkari"nin Yüksekova ilçesi
"Köylerin devlet tarafından boşaltılmaya başlanmadığı, yani yoksulluğun sefalete dönüşmediği yıllardı. Ağustos sıcağında orakla biçilen buğdayların tek bir tanesinin bile zayi edilmediği, çoraplara defalarca yama yapılan ve hemen herkesin lastik ayakkabı giydiği yıllar… Geniş bir ova, kocaman bir dünya vardı karşımızda. Yaylalara çıkıp ovayı şöyle bir kolaçan edince, bu hayatta ne kadar geniş bir yerimiz var diye düşünürdük…"
Bûka Baranê adlı belgeselde, İrfan Aktan, Hakkari"nin Yüksekova ilçesi Karlı/Befircan köyünde geçen çocukluğunun ilk yıllarını böyle özetliyor. Sonra koruculuk baskısı, dağa çıkanlar ve ohal uygulamasıyla artan ve gündelik hayatın parçası haline gelen dayak, işkence, gözaltı ve kayıplar derken, o geniş geniş ovanın, İrfan ve hikayesini paylaştığı arkadaşlarıyla birlikte tüm köy halkına nasıl dar edildiğini izliyoruz.
Bûka Baranê gökkuşağının Kürtçe"deki adı, aynı zamanda "yağmurun gelini" anlamına geliyor. Paylaştığım fotoğraf ise belgeselin çıkış noktası ve 1989"da çekilmiş. Gri önlüklü olan İrfan, gökkuşağının ucunun bittiği yerdeki kişi ise Aysun. Alaattin, Azad, Kenan, Mensur, Necip, Özay, Özgen, Rıfat ve Rojhat da oradalar. Bu 11 arkadaş, geçen yaz Aysun"un düğünü için köyde yeniden biraraya geldiklerinde, aradan geçen 23 yılın hikâyesini, yönetmen Dilek Gökçin"in kamerasına anlatmışlar.
Anlattıklarını hem biliyoruz hem bilmiyoruz. Çünkü ülkenin bir ucundayken diğer ucunda yaşananlara bihaber kalmanın, paralel hayatlar sürmenin mümkün, hatta tercih edilir olduğu yıllardı. Çünkü gazetelerde çıkan tek tük haberleri münferit sanmak, mağdurları mâruz kaldıklarına müstehak saymak olağandı.
11-12 yaşındayken, 1992 Ekim"inde okul çıkışı köy meydanında tanık olduğu sahneyi anlatıyor Rojhat: "Yerlerde sürüklenmesine çok üzüldük, ne yapacağımızı bilemedik. Çok etkilenmiştik… Yani öldürmüşsün artık daha niye böyle yapıyorsun ki…" Marşlar çalarak ilerleyen panzerin arkasında ipin ucunda gezdirilen cansız beden Özgen"in dayısının oğluna ait. Özgen, dayısı Abdullah Canan"ı da faili meçhule kurban verecek sonradan…
Aysun ise ailesiyle Yüksekova"ya taşınmış aynı yıl. Üzerinde bomba patlatmış, bedeni paramparça olmuş birini görmüş olmanın onu nasıl etkilediğini anlatırken soğukkanlı kalmaya çalışıyor: "o görüntü günlerce, haftalarca gözümden gitmedi. Uyuyamıyordum, atlatamıyordum.."
Ankara"da üniversite kazanan Mensur, ilk birkaç ay amcaoğlu ile sokakta Kürtçe konuşmaya korktuklarını anlatıyor: "Çünkü Ankara"da konuşulan Türkçe bizimkinden farklıydı, Yüksekova"da bir polisin, bir askerin konuştuğu o aksansız Türkçe gibiydi".
Özay Boğaziçi Üniversitesi mezunu, babası Sinoplu ve öğretmen olduğu için Türkçesi Kürtçesinden iyi: "Kürt müsün Türk müsün diye sorarsan, Kürt"üm, burada doğdum, Sinopluyum diyemem ki… Yüksekovalıyım, bu köydenim" diyor.
Alaattin ve ailesi Mahmur"a sığınmışlar 1996"da. 7 yıl orada, ardından Türkiye"de hapiste 6 yıl kalmış, "O 13 sene ömrümden çok şey aldı" diyor. Köyüne yeni dönmüş, evini onarıp hayatını yeniden kurmaya çalışıyor. Dağa çıkan küçük kardeşi Emine de, şimdi bu süreç sayesinde eve döner belki…
Anlattıkları her şeyi hem biliyoruz hem bilmiyoruz. Çünkü düne kadar ne onlar anlatabilirdi yaşadıklarını bu yalınlıkta, hem de korkusuzca; ne de seslerini bir çığlık olmaktan öte duyurabilecekleri mecraları vardı. Onlar anlatamadı, biz de duymadık. Çünkü mağduru dinlemenin bedeli var. Belgeselin yapımcılığını üstlenen Hafıza Merkezi"nin vurguladığı gibi: "Geçmişte yaşanan zulüm pratikleriyle yüzleşilmedikçe, adalet yerine gelmedikçe, özür dilenip hatalar kabul edilmedikçe geçmişin baskısından kurtulamayacağımıza ve bugün de özgür olamayacağımıza inanıyoruz. Kulak verenler neler yaşandığını duysun, "terörle mücadele" adı altında sivil halkın nelere maruz kaldığını anlasın ve bunlar asla bir daha yaşanmasın diye bu filmi çektik. Filmimiz, Türkiye"de yaşayan halkların birbirini anlamasına, demokratik, eşitlikçi ve adil bir topluma katkıda bulunabilirse mutlu olacağız."
Ötesini söylemeyeceğim ki siz de izleyin belgeseli.