|
Bozuk bakışın mimarlığı

Bozuk bakışa bir mimari nispet etmek mümkün müdür?

Çünkü
bozuk
kelimesi kırık, yıkık, işlevsizleşmiş, düzensiz, kusurlu, kötü… olanı;
mimari
ise a priori olarak bir düzeni, işlevselliği, kusursuzluğu, yapmayı… ifade eder.

Bunlara göre bozuk bakışı mimari ile nitelemek, niteleyen olarak daha baştan mimarinin bozukluğunu pekiştirmektir.

Boz
kmk-kelimesinin tiksinti, nefret, kin, düşmanlık, öç alma (Bkz.: Çağbayır Sözlüğü); gözbebeğinde görmeye mani olan beyazlık, aksu, katarakt (Bkz.: Doğan Sözlük) anlamlarına geldiğini bildiğimizde ise böylesi bir bakışın zaten kötü bir mimariden başka bir şeyle nitelenmeyeceğini anlamış oluruz.

Bozuk bakışın mimarlığı herkese ve her devire nispet edilebileceğine göre demek ki insan(lar)ın olduğu her yerde bu fiilin ifası da mümkün hâle gelir. Ancak belli insanlar ve devirler vardı ki bozuk bakışın mimarisi doğrudan bunlara da mal edilebilir ya da onlar bu mal edilişi bizzat hak ederler. Örneğin Cumhuriyet devrinin laikçi aydınları tamı tamına böyledir.

Münevver
yerine uydurulan
aydın
kelimesinin, mana bakımından ilkine göre yetersizliği hakkında çokça konuşulduğu ve yazıldığı gibi, mezkûr devirde nerdeyse
hain
kelimesiyle eşitlenen aydının kendi kültürüne olan yabancılığı ve düşmanlığı, Sol ahlaka ya da İslam ahlakına sahip (Örn.:
Kemal Tahir, Attila İlhan; İsmet Özel, Cemil Meriç
vb.) kişiler tarafından da sıkça dile getirilmiştir.

İşin ilginç yanı, bozuk bakışın mimarlığı kendi kültürüne düşmanlık etme; milletini hakir görme; Batıya zebun olma ve onun karşısında nihayetsiz bir ezikliği yaşama… esasında çok sağlam(!) kurulmuş olmalı ki, işaret ettiğimiz onca eleştiriye, reddiyeye rağmen Cumhuriyet aydını bozuk bakışın mimarlığını tekrarlayarak süreklileştirmekten de hiç geri durmamıştır. Bu manada 1930’larda sergilenen tavrıla, 2010’larda, hatta ‘20’lerde tekrarlanan tavrılar arasında bir fark yok gibidir.

Şimdi bunu henüz dumanı üstünde sayılabilecek bir örnek üzerinden konuşmak daha isabetli olacaktır. Sözlerini örnek olarak seçtiğimiz kişinin aynı zamanda bir mimar olması ne şakadır ne de paradokstur, başlı başına bir aydın gerçeğidir.

Mimar ve öğretim üyesi
Uğur Tanyeli
diyor ki:

“1932 yılına ait bir fotoğraf New York’ta Central Park’ın ‘Lawn’ diye bilinen kesimini gösteriyor. Taşlı bir düzlüğün ortasında dizilmiş bir grup sefil kulübe görülüyor resimde: 1929 büyük ekonomik bunalımının işsiz bıraktığı milyonlardan küçük bir kesim de kendilerine Central Park’ı mekân tutmuşlar. O dönemde bunun gibi yüzlercesinin mevcut olduğu ve genelde bunalımla baş etmeyi beceremeyen iktidarı simgeleyen Başkan’ın adıyla ‘Hooverville’ (Hooverkent) diye adlandırıldıkları biliniyor. Dünyanın en şık parklarından birinin ortasında apaçık bir sefalet manzarası bu. 22 Eylül 1932 tarihli bir New York Times haberi Deputy Parks Commissioner John Hart’ın sözlerini aktarıyor: ‘Park yönetimi derin bir üzüntü duysa da bu sabah yerleşmeyi ortadan kaldırmaya karar verdi. Bunu yapmak istemiyoruz. Oradaki insanlar düzeni koruyorlar, yapabildikleri kadar konforlu barakalar inşa edip döşemişler de. Fakat yerleşmenin içinde ne su ne de sağlık donatıları var.’

Şimdi bu resmi akılda tutarak, bir tarihçiler toplantısında dile getirilen bir efsanevi eski ‘cennet Osmanlı’ anekdotunu aktarayım: ‘Eskiden Osmanlılar çarşıdan fileyle yiyecek taşımaz, kapalı hasır sepetle taşırlardı, çünkü içindeki yiyecekleri satın alamayanlar kamusal mekânda ötekinin refahını görüp rahatsız olabilirdi. Bu ne derin bir toplumsal duyarlılıktı!’

Kamusal mekândaki iki karşıt varoluş biçimini bu kadar iyi anlatan tesadüfi iki örnek bulmak zor. Birincide yoksulluğun, umarsızlığın ve ona yol açanlara yönelik eleştirel tavrın apaçık dışa vuruluşu var. O dışavurumda bulunanlar, varoluşlarını parkı eve dönüştürerek gösteriyorlar. Orada en az iki yıl kalıyorlar da. Diğer taraftan memur John Hart’ın sözlerinde kamu otoritesinin buna katlanamama halinin sağduyuyla dürüstçe, ama neredeyse utana sıkıla açıklanışı gözlemleniyor. Belediye sorumlusu gecekonduluları haklı bulsa da kuralın geçerliliği çerçevesinde düşünüyor. (…) Ama yoksulluğu görüyor, mazeret bulup görmezden gelmiyor. İkincide, varlığı çok kuşkulu o efsanevi Osmanlı öznesindeyse, yoksulluğun, yiyecek bile bulamama gerçeğinin hem bilinip hem de gözden saklanması için riyakârlık yapmanın bir toplumsal rol modeli diye takdimi söz konusu. Yiyecek bulamayanlara yiyecek göstermemek ahlaki bir tavır olarak sunuluyor.”

Bozuk bakışın mimarlığıyla işimiz var; buradan devam edelim inşallah.

#Mimari
#Uğur Tanyeli
#Aydın
#Münevver
1 yıl önce
Bozuk bakışın mimarlığı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset