|
İslamcı ediblerin sınırları

Bizde münevver olmanın olmazsa olmaz şartlarından birinin edebi talim ve terbiyeden geçmek olduğunu, geçmişten bugüne bizim düşünce dünyamızı belirleyenlerin (kelamcısından felsefecisine, fakihinden tabibine kadar) edebi sahada eser versinler vermesinler hepsinin aynı zamanda birer edib olduklarını tartışmaya gerek olmadığı gibi, yerli İslamcılıkta ediblerin etkisini çeşitli yönlerden olumsuzlamanın edebiyatı değil vaki bir olumsuzluğu teyit etmek olduğunu tartışmaya da gerek olmadığını sanıyorum.

Ancak "vaki bir olumsuzluğun teyidi" dediğim yerde ise Ali Bulaç''ın "handikap, zaaf, blokaj" kelimeleriyle sertleştirerek sunduğu husus "İslamcı edibler ve sekülerleşme" ilişkisiyle birlikte düşünüldüğünde tali bir husus olarak kalmaktadır.

Şöyle ki, bidayetinden beri İslamcı camia edibleri çok sevmekle birlikte onların hareket alanlarını da edebiyatla sınırlamıştır. Bu konuda –her zaman "üstad" sanını hak eden– merhum Necip Fazıl ile Sezai Karakoç gibi iki büyük İslamcı edibi örnek olarak verebilirim:

Necip Fazıl''ın Milli Görüşçü kesimden Ülkücü kesime açılmasıyla ilgili krizi ve buna karşı başta Sebil olmak üzere İslamcı camianın dergi ve gazetelerinde ona yöneltilen eleştirileri hatırlayalım. Necip Fazıl yine İslamcı camianın çok sevdiği biri olarak vefat ettiyse bunu onun mizaç ve iman sahibi olarak büyüklüğüne ve İslamcılar ona olan sevgi ve saygılarında ısrarlı oldularsa bunu da onların vefakarlıklarına yormak gerekir. Nitekim bugün Necip Fazıl söz konusu krizin yazılı kayıtları olarak okuyabileceğimiz Rapor''larıyla değil şiirleriyle, anılarıyla, incelemeleriyle, konferanslarıyla, basın polemikleriyle, denemeleriyle ve tiyatrolarıyla yaşıyor.

Sezai Karakoç''un Diriliş ve Yüce Diriliş partileri malumdur. Sadece İslamcı edebiyatın değil Türk edebiyatının gidişatına yön veren Karakoç''un parti kurması İslamcı camia tarafından onun "zatına mahsus bir tasarruf" olarak karşılanmakla sınırlı kalmıştır.

Bu örnekler üzerinden baktığımızda İslamcı camianın ediblerden bekledikleri öncelikle edebiyatı en iyi şekilde icra etmeleridir; sonra Dini, kültürel, siyasi planda karanlık ya da meşkuk yolların, idraklerin, planların aydınlatıcıları olmalarıdır; toplumsal hareketler için kanaat önderliği yapmalarıdır; doğru çıkışı işaret etmeleridir. Bir edib bunun üstünde ya da ötesinde "aktif" bir rol üstlenmek istediği takdirde bu anında geriye tepebilmekte ve tecrübe edilmiş oto-kontrol sayesinde konu Ali Bulaç''ın belirttiği bağlamda handikap, zaaf veya blokaja dönüş(e)memektedir.

Necip Fazıl''ın söz konusu açılma ve Sezai Karakoç''un parti kurma niyetlerindeki özel ve ideal hususları gözden kaçırmanın, dolayısıyla onların mezkur durumlarını salt siyasal talep tahtında değerlendirmenin hakikati ıskalamak olacağını açık açık vurgulayarak yine de bunların belirlediğim son hususu geçersizleştirmediğini ifade etmeliyim. Kastımın daha iyi anlaşılabilmesi içinse Aylık Dergi hareketini, onu başlatan ve yürütenlerin akibetini incelemeyi öneririm.

Peki bunlara rağmen İslamcı edibleri Müslüman siyasetçilerden, bilim adamlarından, din adamlarından daha fazla sevdiren, halk nezdinde onların görüşlerini, tezlerini, sözlerini daha muteber kılan şey nedir?

Bunu İslamcı ediblerin korkutucu bir "avatar" olabilmesinde değil siyasetçinin siyaset, bilim adamının bilim, din adamınınsa Din bilgisinde sebep oldukları "güven bunalımında" aramak gerekir. Bu babda sadece din adamlarının söz konusu durumlarına, yeni idrak ettiğimiz Ramazan''dan (hatta genel olarak teologlar ve medya ilişkisinden) bakılmasını istemem yeterli olacaktır.

Öte yandan, görüntünün hakimiyetine girmiş bir dünyada dilin de bu hakimiyetle başedecek şekilde tahkim edilmesi gerekiyordu. Din adamlarının (ve teologlarn) kullandığı dil salt telkinden ibaret kaldığından, teklif dilini kulananarak ilahi bilgiyi yeni zamanda daha görünür, anlaşılır kılan ediblerin onları geri plana itmesi de doğaldı.

Bu belirlemelerimden sonra İslamcı ediblerin aynı zamanda mütefekkir olmalarının değil mütefekkir olmak zorunda kalmalarının mevcut toplumsal, siyasal şartlardan ve elbette onların Müslümanca sorumluluk anlayışlarından kaynaklanan bir durum olduğunu söylemeliyim.

Diğer bir ifadeyle İslamcılık planında kültür ve eğitim ortamı yeni bir Gazali''nin yetişmesine hizmet edebilseydi, Mehmet Akif''inden Mustafa Kutlu''suna kadar ediblerin hemen tümü de salt edebiyatla meşgul olmaktan mutluluk duyarlardı.

Bu mümkün olmadığı için Börekçizade Mehmet Rifat Efendi''den Zekeriya Beyaz tipine ulaşan süreçte İslamcı edibler Din, toplum ve siyaset konusunda da doğru olanı doğru anlaşılacak şekilde söylemeye mecbur kaldılar.

12 yıl önce
İslamcı ediblerin sınırları
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi