|
Kelâm, kalem ve hat

Önceki yazımızda, İbn Âşûr’dan, Arap dilinde indirilen bir Kelâm olarak Kur’an’ın manalarını anlayabilmenin yolunun Arap dilini ilgilendiren Sarf, Nahiv, Meânî ve Beyân ilmine tabi olduğunu, hitabet, şiir ve belagat ehli sanatlarının kullanımlarındaki üslupların da mutlaka göz önünde bulunması gerektiğini naklederek, sır yönünden en doğru manayı bulma arayışı olarak “Tefsir ilmi böyle konumlandırılırken, hat nasıl konumlandırılabilir?” diye sormuştuk.

Yazan
anlamında
hattat
ın, bir müfessir kadar Kur’an’ın manalarıyla meşgul olması arzulanan bir durumdur. Ancak hattatın bunu sanat yönünden gerçekleştirmesi arzuyla değil, istidatla, istihkakla, imkanla ve zevk ile mukayyettir. Dolayısıyla bir müfessir, Kur’an’ın manalarını ararken akıl terazisini sürekli elinde tutmak zorunda iken, bir hattat hat yaparken kalp ve gönül terazilerini akıl terazisinin önüne alacaktır.

Bu tutum, sanatının sır ile irtibatı bakımından bir hattatı Kur’an’la ilgili mezkur ilimlerin fevkinde, ama yine merkezinde Allah’ın, Peygamberinin ve Kur’an’ın bulunduğu bir aşk ikliminde konumlandırır.

Bu aşk ikliminin mahiyetini belirleyebilmek için,
Hüseyin Vassâf
’ın,
Gülzâr-ı Aşk
adlı Mevlid şerhinde, kalemle ilgili olarak zikrettiği hadisin bir kısmını, onun muhteşem Türkçesiyle nakledelim:

“Kibâr-ı ashâbdan Abdullah b. Câbir el-Ensâri hazretleri bir gün Cenâb-ı Fahr-i ‘âlem efendimize hitâben: ‘Yâ Resûlellâh! Anam, babam, cânım sana fedâ olsun. Bir istirhâmda bulunacağım. Lütfen beni mücâb buyurunuz’ demesiyle Resûl-i zi-şân efendimiz ‘Nedir ya Câbir?’ buyurdukta ‘Cenâb-ı Hak cümle mahlûktan evvel ne yarattı?” diye suâlde bulunmuştur. Güzide-i beni-Âdem efendimiz kemâl-i saâdetle buyurdu:

“Hak Sübhanehu Te’âlâ Hazretleri cümle mahlûktan evvel senin peygamberinin nûrunu kendi nûrundan halk eyledi ve ol nûr haysu mâşâallâh durdu. O zaman mahlûktan henüz bir şey mevcûd değildi. Vaktâ ki Hak –celle ve ‘alâ– Hazretleri mahlûkunu yaratmak murâd buyurdukta o nûru dört kısım edip, evvelki kısmından kalemi, ikinci kısımdan levhi, üçüncü kısmından ‘arş-ı a’zamı halk buyurdu. Hak Te’âlâ kaleme hitâben ‘Rûhun üzerine yaz’ diye fermân buyurmasıyla kalem, ‘Ya Rab! Ne yazayım?’ demiş. Taraf-ı İlâhiden ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedu’r-Resülullâh’ yazması emir buyurulmuştur. Kalem, ‘Aman ya Rab bu Muhammed ismi ne güzel isimdir ki ism-i Celâline mukârin olarak zikr buyurdun. Bu isim kimin ismidir?’ dedikte ‘Ey kalem o isim benim Habibimin ismidir. Kemâl-i âdâb ve ta’zim ile yaz. Zirâ, ‘arşı, levhi ve seni onun nûrundan halk eyledim. Eğer o nûru halk etmeseydim hiç bir mahlûku yaratmazdım.’ Cevâb-ı İlâhiyyesi şeref-sudûr buyurulmasıyla kalem heybetinden yarılmıştır. (Ki kalemin şak etmeksizin yazı yazmaması bu sırra işârettir.)”

Arap dilinden maksat Kur’an, Kur’an’dan maksat en geniş anlamıyla dua etmek ve Peygamber Efendimize salavat getirmek olunca, bir hattatın elindeki O Kalem’den mülhem kalemin, bir müfessirin elindeki kalem gibi durmayacağı da malumdur. Birkaç yazıdır işlemeye çalıştığımız seher, sihir ve sır’dan maksadımız da budur.

Bunu, İsmail Hakkı
Bursevî
’nin,
Kitâbu’l Furûk
adlı eserindeki mukaddimenin ilk paragrafındaki –mezkur aşk ikliminden doğduğu kuşku götürmeyen– şu sözleriyle teyit edebiliriz:

“Kalem parmakların boyadığı en güzel desen, hünerli ellerin işleyip diktiği en göz alıcı kenar oyası, lisanın her saat dokuduğu en gösterişli örtü, Allah’a yönelik hamd ü senalardır. Bülbül dillerinin şakıyarak terennüm ettikleri en güzel nakarat, hâlini güvercin gibi mahzun bir eda ile arz edenlerin ah u enin ile seslendirdikleri en ulu seci, cennet kuşlarının nağmeye döktüğü en tatlı musiki ise, güven timsali yüce Peygamber ile vadesi dolup eceli gelene kadar onun güzelliğinden ışık almış, nasip denizinden kana kana içmiş bulunan al u ashabına salavattır.”

Bu sözler, aynı zamanda hattatın işinin çerçevesi, istikametinin hedefi, konumunun tespitidir.

Hal böyle olunca hattat için Arap dili dil, kelâm kelam, kalem kalem, levha levha, mürekkep mürekkep olmaktan çıkar. Bunların her biri bir simurga dönüşerek sırrın sırrına doğru uçururlar hattatı. Artık onun için kalem yoluyla Kelâm ile, dua ederek ve salavat getirerek zevkin sırrına sanatla ermekten başka bir yol bulunmaz.

Bu bağlamda harfler başta besmele ve kelime-i şehadet olmak üzere Allah’ın ayetleri bir hattata herkese gördüğünden daha farklı görünecek, aynı şekilde manaları da çeşitlenerek genişleyecektir.

Çünkü arz ettiğimiz şekliyle
hat, hattatın sırrıdır.

Buradan devam edelim.

#Kelâm
#Kalem
#Hat
#Allah
#Kelime-i şehadet
3 yıl önce
Kelâm, kalem ve hat
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık