|
"Üç Yatırlar"

Bu üçlüyü, beynin içindeki bir damar tıkanmasını MR cihazının ekranından seyreder gibi seyrederim her hafta. Hayır sapık filan değilim, ülkemi tanımaya çalışıyorum.

Süreyya Plajı İstasyonu''nda oturmuş, Gebze-Haydarpaşa hattında çalışan emekli, kompartımanlarının tamamı cüzzamdan yaralanıp berelenmiş o banliyö trenini beklemekteyim. Ekşimiş mahkeme duvarı gibi bir suratla, on beş dakika gecikmiş trenimin gelmesine hâlâ izin vermeyen, uzaktaki kavisin kenarına yerleştirilmiş o aptal kırmızı ışığa bakıyorum. Bu arada kafamın içinde "iyi bir yazı (çünkü yer yuvarlağının bu çirkin dönüşüne çomak sokabilecek ender şeylerdendir iyi bir yazı) ah, iyi bir yazı!" hayali fokurdayıp duruyor.

Sonra, sol elimi cebimden çıkarıp orada sakin sakin beklemekte olan orta parmağına bakıyorum, birkaç gün sonra gümüşle kaplanacak olan o yere.. eh dünya yaşamak için fena bir yer değil galiba, ama - kırmızı ışığa bakıyorum yine-iyi yazı yine de şart. Hatta kaçınılmaz.

NTV''deki o üçlüyü düşünüyorum; Yavuz Donat-Emin Çölaşan-Mustafa Balbay''ı. Onları yazmalıyız galiba, diye düşünüyorum. Oları yazmalıyız, ne olursa olsun. Çünkü bir ekol oluşturuyorlar yavaş yavaş. Üstelik, kendileriyle ortak özellikler taşıyan başka benzerleri de var piyasada: Radikal''de yazan "Sayın" Haluk Şahin ve Hürriyet''in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök mesela. Kameraya neden öyle "iş görüşmesi kendine güvenilirliği" pozuyla ve beni çileden çıkaran o resmî gülümseme bahşişiyle baktıklarını, yapabildiğim ölçüde derin psikolojik sondajlara da baş vurarak irdelemek isterdim. Ama şimdilik, devletin NTV''deki parmaklarını yazmalıyız. Derin devletin işaret parmağı muhterem Emin Bey''i, Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel''in zarif işaret parmakları Muhterem Yavuz Bey''i ve Cumhuriyetçiler''in gazetecisi Sayın Mustafa Balbay''ı...

Bu üçlüyü, beynin içindeki bir damar tıkanmasını MR cihazının ekranından seyreder gibi seyrederim her hafta. Hayır sapık filan değilim, ülkemi tanımaya çalışıyorum.

Nasıl bir başlık atarız bilmiyorum ki bu adamlar için. Acaba şu ileride rayların oluşturduğu kavisi çirkinleştiren ve orayı romantik bir ilerleme ve "görünme" mekânı olmaktan çıkarıp can sıkıcı bir "bekleme" ve "bekletme" yerine çeviren "kırmızı ışığa" mı benzetmeli onları. "Üç kırmızı ışık!" Yok olmaz. Onlarda hiçbir aydınlık da göremiyorum ben; müspet ya da menfi. Hayatta, yanlış yönü de gösterse, adam akıllı ışıklar da gördüm ben. Ancak bu beyefendiler-dikkatle izledim-kendi dillerini bile doğru ve akıcı bir biçimde kullanmaktan acizler. (Belki Emin Çölaşan''ı bu konuda ayırmalıyız, kabul ederim.)

Parmağıma bakıyorum: Yer şey rayında herhalde biraz..

Acaba bu üçlüye, bir takım odaklar için "değeri kendinden menkul" isimler olmalarına binaen "Teslis''in ayakları" mı demeli. "Derin Devletin Kutsal Üçlemesi" mi demeli? Yok yok. Gereksiz sertlik, döner yine kendi kendini kemirir, aşındırır, neme lazım.

Durun! Mustafa Şahin''in bir zamanlar Ülke dergisinde yazdığı bir yazı vardı; "Türkiye''nin sadece iki problemi vardır: Bunlardan bisi Ertürk Yöndem, diğeri de Asaf Demirbaş''tır" diye! Biz de öyle bir şey yapsak ve desek ki Türkiye''nin sadece... Amaaaan! olmuyor işte, boşverin.

24 yıl önce
"Üç Yatırlar"
Kapsama alanının içinde
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…