|
Charlie Hebdo’nun tankları Türkiye’ye gelir mi?

Fransa’da yayımlanan haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Türkiye’de meydana gelen ve büyük yıkımlara sebep olan depremle ilgili karikatürünü, sıradan oryantalist gelenek içinde ele almamak gerekir. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle Charlie Hebdo’nun bir çizeri depremde meydana gelen büyük yıkımı temsil eden çizgiyi “tankları göndermeye gerek kalmadı” cümlesi ile birlikte yayımladı. Bu cümlenin büyük yıkımı temsil eden çizgiye farklı bir anlam kattığı çok açıktır. Çok rahatlık bu büyük yıkımdan memnuniyet duyulduğu sonucunu çıkarabiliriz. Çizgiye anlam katan cümlede tanklarla yani savaş yoluyla ortaya çıkarılması istenilen bir tablonun depremin etkisi ile kendiliğinden ortaya çıktığı ifade edilmiş ve bundan da açıkça memnuniyet duyulmuş. Elbette bu yıkımı tanklarla kimin yapması gerektiği hususuna açıklık getirilmemiş fakat sıradan bir değerlendirme ile muhtemel faille ilgili birtakım tahminler ortaya konulabilir.

Charlie Hebdo’nun çizerinin ve derginin genel olarak dergi yönetiminin Türkiye ile ilgili bakış açısını ve düşüncelerini tespit etmekten öte bu tarz yayınların çok daha genel bir tutuma karşılık gelip gelmediğini belirlemek gerekir. Çünkü bu, Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk ve Müslüman’ı da yakından ilgilendiren durumdur. Şimdiye kadar Fransa kamuoyunda nasıl bir tepkinin ortaya çıktığını tespit edecek imkânımız olmadı. Fakat entelektüel camiada da kuvvetli bir eleştiri yazısı ile karşılaşmadık. Bu durum Kur’an-ı Kerim’in yakılma ve yırtılma seansları için de geçerlidir. Bu genel durumu göz önünde bulundurarak derginin yayın çizgisiyle ilgili bir değerlendirme yapmak istemiyorum.

Charlie Hebdo’da yayımlanan ve aynı çerçeveye dâhil edebileceğimiz benzer yayınlar, öteden beri demokrasi ve düşünce özgürlüğü bağlamına hapsedilmiş durumdadır. Bunun oldukça dar bir alan olduğu çok açıktır. Buna rağmen oldukça uzun bir zamandır benzer konular aynı çerçeve içinde ele alınır. Kuzey Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ve Charlie Hebdo’nun önceki yayımlarından beslenen Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemi de aynı çerçeveye sıkıştırılmıştı. Hz. Muhammed (sav) hakkında kullanılan yakışıksız ifadeler ve tasvirler 1990’ların başlarından itibaren sürekli gündemde tutularak farklı siyasetlere alan açılmaktadır. Bunun demokrasi ve düşünce özgürlüğü bağlamına hapsedilmesi büyük sonuçlar doğurmaktadır. Böyle bir durumun felsefî olarak eleştiriye tabi tutulmaması modern eleştiri anlayışının dokunulmazlarını hatta kutsallarını görmemize imkân verebilir.

Pagan ayinlerinde icra edilen menfur eylemlerin din ve bilim karşıtlığına sıkıştırılması özellikle emperyal merkezlerde üretilen siyasetlere geniş bir manevra alanı kazandırmaktadır. Aslında Edward Said’in oryantalizm eleştirisi, bu geniş manevra alanının ortaya çıkarılması ve işleyiş sürecinin tespiti için ciddî bir bakış açısı sunar. Bu, bizde genel kabul gören oryantalizm eleştirisinden farklıdır. Bizdeki genel bakışın bugünkü süreci tahlil etmek bakımından yeterli olmadığını söyleyebilirim. Zira bizde genel olarak Batı’nın Doğu algısının doğruluğu ve yanlışlığı gibi bir bağlam geçerlidir. Hâlbuki Danimarkalı siyasetçi, Kur’an-ı Kerim’i, İsveç devletinin koruması altında yaktı. Bir pagan ayini havasını oluşturmak istediklerini düşünebiliriz. Bu ayine devamlılık da kazandırdılar. Bütün bu menfur hadiseler, Türkiye’nin İsveç’ten PKK ve FETÖ üyelerini talep etmesi üzerine ortaya çıktı. Bu da Charlie Hebdo’nun yayın çizgisini aşan bir gelişmedir. Terörist bir yayın organından bahsettiğimiz çok açıktır. Onların depremle ilgili düşünceleri de bu tespitimizi doğrulamaktadır.

Avrupa ülkeleri ve ABD ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak yerine bölgesel farklar üzerinde durmak gerektiğini söyleyebilirim. Fakat bir dinin temel kaynaklarına yönelik doğrudan saldırıların veya bir ülkeyi ve halkını toptan hedefe koyan yayınların öncelikle Avrupa entelektüel ortamının sorunu olduğu da çok açıktır.

*

Ülke olarak çok büyük bir felaket yaşadık. Felaketin büyüklüğü ve kayıplarımızla ortaya çıkan acılar üzerine söz söyleyebilecek bir durumda değilim. 99’da yaşadığımız depremden büyük dersler çıkarmıştık. Bunların yeterli olmadığı yönündeki tespitleri önemsemeliyiz. Çoğumuzun deprem bölgesinde mutlaka bir yakını, ahbabı, aile üyesi, eşi, dostu yaşıyordu. Yaraları birlikte saracağız, acıları birlikte hafifleteceğiz. Eskiler, bu da geçer ya hû, dermiş. Birçok şeyden bağımsız olarak bu gibi sözlerin anlamını zaman geçtikçe daha iyi kavrıyoruz. Birlik olma zamanıdır.

#Deprem
#Kahramanmaraş
#Charlie Hebdo
#Selçuk Türkyılmaz
1 yıl önce
Charlie Hebdo’nun tankları Türkiye’ye gelir mi?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler