Çok özel ve maneviyatı yüksek günlerden geçiyoruz. Bu vesileyle bayramınızı tebrik ederek yazıma başlamak isterim.
Aslında enflasyon son yıllarda tekrar eden biçimde kendisini son çeyreklerde hissettirdi. Hükümet geçtiğimiz senelerde de çok güçlü asgari ücret artışları yaptı. Sene sonlarına sıkışan enflasyonist etkiler böylece sonraki sene boyunca yönetilebildi.
Fakat bu sene ilk aylardan başlayan fiyat istikrarı sapmalarıyla ücretliler üzerinde, hatta tüm dünyada, hayli baskı oluştu. Hak ettikleri refah seviyesinin gerisine düştüler. Bunun da telafisine ihtiyaç var. Elbette ücretliler asgari ücretlilerden ibaret değil. Fakat hükümetin asgari ücret kanalıyla tüm ücretler için bir kıyas oluşturma gücü bulunuyor.
İşverenin cebinden çıktığı için ücretler üzerine mesela bazı partilerin yaptığı gibi seçim meydanlarında popülist politikalar dillendirilmesinden hoşlanmam ancak son artışları ve cari tartışmaları samimi buluyorum.
Son zammın da iyi yönetildiğini düşünüyorum. Geçen yılın enflasyonu üzerinden değil, tüm tarafların mutabakatıyla bu yılın enflasyon beklentisi üzerinden karar alındı. Artışın bir kısmı da hükümet tarafından karşılandı. Böylece güçlü ücret artışına rağmen işsizliği düşürmek mümkün oldu. Türkiye, yıllara sari mali disiplininin açtığı alanla toplumun beklentisini karşılayabildi. Hem de asgari ücrete ve diğer ücretlilerin gelirlerinin asgari ücret kadarki kısmına vergi istisnası tanıtılarak vergi adaletini iyileştirecek bir adım atılmış oldu. KDV indirimlerini de buna eklersek orta-uzun vadede gelir dağılımını iyileştirici etkiler analiz edilebilir.
Diğer taraftan OECD, Türkiye için ücret-enflasyon sarmalı oluşacağı endişesiyle 2021 sonunda yayınladığı raporda ücretleri artırma konusunda makul davranılmasına dönük uyarılarda bulundu. Bunun gerçek bir endişe olmadığını söylemiyorum. Fakat enflasyonist ortamın maliyetinin ücretli kesim üzerinde bırakılmasını vaz eden bu yaklaşımı adil de bulmuyorum.
Yapısal iyileştirmelerin yetişeceği bir periyot için Türkiye ücret artışlarını sürdürebilir. Bu periyodun kısalmasına odaklanmak ücret artışlarına karşı olmaktan daha anlamlı gözüküyor. Hanehalkı için finansal getirinin sağlanamadığı ortamda mali getiri sağlamaktan geri durmak periyodu uzatacak ölçüde olumsuzluk içeriyor.
Caddeler işgal altında
Son birkaç aydır İstanbul’da caddelerin, TIR'lar, kamyonlar, hafriyat araçları, iş makinaları, otobüsler, halk otobüsleri ve çekici araçlarının eğlendiği park yerlerine dönüştüğünü görüyorum. Sokaklardan caddelere çıkmaya çalışan araçların geleni geçeni göremediği ve kazaların gerçekleşmesine ortam hazırlayan yoğun bir parklanma var. Şerit kaybına neden oldukları gibi çoğu stratejik olan bu caddelerin bir afet halinde böyle işgal edilmesinin bedeli ödenmek durumunda kalınabilir.
Yayaların geçişini de engelleyen bu parklanmalar, kaldırımları işgal ettiği gibi yayaların karşıdan karşıya geçerken yolu kontrol etmelerine de engel oluyor. Neden oldukları ilkel görünümse İstanbul’a hiç yakışmıyor. Yayalar için tekinsiz bir tenhalık oluşturduklarını da söylemek gerekir.