|

Türkiye, AB ve Kıbrıs

“Kıbrıs’ın üstüne oturamayız.” 17 Kasım 2000 tarihli Posta gazetesinde yayınlanan Mehmet Ali Birand’ın yazısının başlığı buydu. Eğer bu başlığın yerinde, “Kıbrıs’ın üstüne oturamazsınız” şeklinde bir başlık bulunsaydı, ilk bakışta yazı bir Yunanlı gazetecinin kaleminden çıkmış sanılabilirdi. Ama yazının sahibi Mehmet Ali Birand Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve tanınmış bir gazeteciydi.

00:00 - 26/01/2021 Salı
Güncelleme: 03:51 - 26/01/2021 Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
MEHMET YÜCE KATIRCIOĞLU
“Kıbrıs’ın üstüne oturamayız.”
17 Kasım 2000 tarihli Posta gazetesinde yayınlanan Mehmet Ali Birand’ın yazısının başlığı buydu. Eğer bu başlığın yerinde,
“Kıbrıs’ın üstüne oturamazsınız”
şeklinde bir başlık bulunsaydı, ilk bakışta yazı bir Yunanlı gazetecinin kaleminden çıkmış sanılabilirdi. Ama yazının sahibi Mehmet Ali Birand Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve tanınmış bir gazeteciydi. Birand yazısının bir yerinde aynen şunları yazıyor:
“Türkiye, Kıbrıs’ı kurtarmak için ‘Katılım Ortaklığı Belgesi’nin diğer bölümlerini hayata geçirmelidir. Fikir özgürlüğü, işkence, insan hakları, vs. vs.”
Birand’ın teklifi olağanüstü. Diyor ki; Kıbrıs’ı kurtarmak için mutlaka AB’ye bir şeyler vermeliyiz. Vereceklerimiz de şunlar olabilir…) Biz, fikir özgürlüğü, işkencenin önlenmesi, insan haklarının uygulanması isteklerinin karşısında değiliz, olamayız da. Dahası, bunları AB istediği için değil, Türk Milleti bunlara en üst düzeyde layık olduğu için isteriz. Biz neden Kıbrıs’ı kurtarmak için AB’ye bir şeyler vermek zorunda olalım? Kıbrıs sorunu 1974 yılında fiilen çözülmüştür. Kıbrıs’ta 1974 yılından buyana kan dökülmemesi ve her iki toplumun da ayrı ayrı yapılanma gerçekleştirmesi bunun en somut kanıtıdır. Batılıların Kıbrıs konusunda bize fazla baskı yapabilecek imkânları da yoktur! Biz, bu konuda,18 Şubat 2000 tarihinde Muhalif gazetesinde yayınlanan analizimizde şunları yazmıştık:
“AB’nin Kıbrıs ve Ege konularında da bizden çok önemli istekleri var. Bunlar hem Türkiye’nin, hem de Kıbrıs Türklüğü’nün hayati çıkarlarına aykırı istekler. Ama AB’nin Kıbrıs konusundaki amaçları, ABD’nin çıkarları ve amaçlarıyla uyuşmuyor. Seçim sürecinde ABD yönetimi Yunan asıllı seçmenlerin oylarını alabilmek için, onların tezlerine yakın gözükse de, son tahlilde o tezlerin uygulanmasını kabul edemez. Tümüyle Rumların denetimindeki bir Kıbrıs’ın AB’ye üye olup AB’nin kontrolü altına girmesi, ABD’nin Ortadoğu’daki jeopolitik tasavvurlarına aykırıdır. Amaçları arasındaki bu farklılıklar nedeniyle, Kıbrıs konusunda Türkiye’ye baskı yapma sürecinin bir aşamasında ABD ile AB’nin yolları ayrılacak ve baskının etkisi zayıflayacaktır. Bu Ege konusunda da böyle olacaktır.”

FARKLI SÜREÇ İMKANI VAR

Bugün de Kıbrıs konusunda ABD ile AB’nin amaçları tam olarak örtüşmediği için bize birlikte baskı yapma ihtimalleri fazla değildir. AB ile ilişkiler Türkiye için her zaman çok önemli, âmâ bir o kadar da zorlu bir süreç olmuştur. Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla başlayan ve günümüze kadar farklı evrelerden geçen ilişkileri şekillendiren gelişmeler kimi zaman tarafların birbirlerinden beklentilerinde değişikliklere yol açsa da, ne Türkiye tam üyelik kararından vazgeçebilmiş, ne de Avrupa Türkiye’yi tamamen reddedebilmiştir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, Avrupa Birliği’nin isimlendirilmesi konusundaki çeşitliliktir. Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun kurumlarının birleştirildiği 1 Temmuz 1967 tarihinden önceki dönem için (AET),bu tarihten 1 Kasım 1993’e kadar geçen süre için Avrupa Topluluğu (AT),Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği bu tarihten sonrası için ise Avrupa Birliği (AB) ifadeleri kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, tercihini Batı Bloğu içinde yer almaktan yana kullanan Türkiye, NATO’ya kabul edilmesinin ardından, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na da girmek için başvurarak, bir anlamda bundan sonraki tüm kararlarını etkileyecek olan adımı atmıştır. Oldukça uzun bir geçmişe sahip olan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, iki taraf için de inişli çıkışlı ancak önemli bir süreci ifade eder. Yaşanan tüm gerginliklere rağmen bugüne kadar birbirinden vazgeçemeyen Türkiye ve AB’nin birlikteliğini başlatan resmi belge ise Ankara Anlaşması’dır. Türkiye kalkınma sürecinin hızlanacağı düşüncesiyle 31 Temmuz 1959’da AET’ye ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Anlaşma 12 Eylül 1963’te İnönü Hükümeti ve AET yetkilileri arasında Ankara’da imzalanıp,1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir! Ankara Anlaşması uyarınca Türkiye-AET ortaklığı 3 dönemli olarak uygulanacaktı:

1) Hazırlık Dönemi

2) Geçiş Dönemi

3) Son Dönem

Hazırlık Dönemi boyunca Türkiye, Topluluğa karşı herhangi bir yükümlülük altına girmemişti. Hazırlık Döneminin ardından Geçiş Dönemini başlatacak olan Katma Protokol’ün TBMM’de onaylanması sırasında Adalet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi Milletvekilleri olumlu oy kullanırlarken, Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokratik Parti Milletvekilleri, Türkiye’nin Geçiş Döneminin getireceği ekonomik yükümlülükleri üstlenemeyeceğini savunarak Katma Protokol’e ret oyu vermişlerdi. Türkiye ile AET arasındaki ortaklık ilişkisinin son dönemi Ankara Anlaşması’nın 5. maddesinde şu şekilde ifade edilir: “Son dönem gümrük birliğine dayanır ve Akit Tarafların ekonomi politikaları arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirir.”

Şimdi, girdiğimiz 2021 yılı içerisinde, Türkiye ve AB arasında öncekilerden farklı bir sürecin başlatılabilmesi imkanı vardır. Ama Kıbrıs konusu mutlaka yine masada olacaktır. Bu sürecin öncekilerden farklı olabilmesi, AB’nin, bu güne kadarki niyet ve tavırlarından farklı, oyalama amaçlı olmayan bir niyet ve tavır ortaya koyabilmesine bağlıdır !! Bu da, AB’nin, Yunanistan’ın dar bakışlı/imkansız beklentilerine kapılmadan, Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun, gerçekçi yaklaşımına, aynı gerçekçi tavırla karşılık verebilmesiyle mümkün olabilir.

#Türkiye
#AB
#Kıbrıs
3 yıl önce