|

Cumhuriyetin Türk savunma sanayisine kazandırdıkları!

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD’nin silah ambargosu ile hemen her alanda Türk savunma sanayiinin geliştirilmesi çok daha iyi idrak edilmeye başlandı. Bu arada ara dönemler yaşansa da, Türkiye’yi yöneten her hükümet savunma sanayiine gereken önemi vermeyi sürdürdü. ABD’nin 2020 sonlarında devreye soktuğu yeni bir yaptırım ise, Türkiye’yi bu alanda bir kez daha kamçıladı: Artık hedefte “kendi uçağını kendin yap!” var.

00:00 - 29/10/2021 Cuma
Güncelleme: 01:42 - 29/10/2021 Cuma
Yeni Şafak
 İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
PROF. DR. CELALETTİN YAVUZX
İSTANBUL AYVANSARAY ÜNİVERSİTESİ İİSB FAKÜLTESİ DEKANI

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 98’nci yılında kurum yöneticilerinin açıklamalarına göre savunma sanayii alanındaki ciro 10 milyarı, ihracat 3 milyar doları aştı. Savunma sanayiinde yerlilik oranı yüzde 70’lerin üzerine çıkmıştır. Hedef stratejik ürünlerde yüzde 100 yerlilik.

Eylül-Kasım 2020 döneminde Azerbaycan-Ermenistan arasında cereyan eden Dağlık-Karabağ çatışmalarında Türkiye’nin ürettiği İHA ve SİHA’ların başarısıyla birlikte özellikle bu alanda olmak üzere Türk savunma sanayii dünyanın neredeyse her yerinden övgüler almaya başladı. Ukrayna’dan Polonya’ya kadar Avrupa ülkelerinin ilgisi Türk IHA ve SİHA’larına yöneldi.

TÜRKLERDE SİLAH ÜRETME KÜLTÜRÜ

Türk savunma sanayiinin neredeyse “şahlandığını” ortaya koyan gerçek şudur: Türklerde “kendi silahını kendi üretme” kültürü, Türk tarihinin ilk dönemlerinden itibaren mevcuttu. Tüm Türk devletlerinde mevcut olan bu özellik Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemlerinde ihmal edildi. Bu sebeple silahların yurtdışından tedarik seçeneği benimsendi.


Konunun uzmanlarına göre Türklerdeki kendi silahını üretme kültürü, Türklerin siyasi teşekkül olarak dünya sahnesine ayak bastıkları Hun Türklerinin ünlü hükümdarı Metehan’ın ıslıklı oklarıyla başlayıp devam etmiştir. Bunun bir diğer belirgin örneği de Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un surlarında gedik açmak maksadıyla döktürdüğü özel toplarla yaşanmıştır. Cumhuriyet döneminde aslında eski çağlardan beri Türk devletlerinde var olan kendi silahını üretme anlayışına yeniden dönüş yaşandı. 1930’lu yıllarda Atatürk döneminde, bilhassa Kırıkkale’de kurulan silah ve mühimmat fabrikaları ve tersanelerin geliştirilmesiyle önemli adımlar atıldı.

Devlete ilaveten, 1930’lu yıllarda İstanbul’da dönemin savunma sanayii alanında ilk özel firmaları kuruldu. Bunları 1940’ta NUD-36 eğitim uçağının (24 adet) üretimi izlerken, 1944’te NUD-38 altı (6) kişilik yolcu uçağı üretildi. Türk Hava Kurumu tarafından 1941’de Ankara’da kurulan uçak fabrikası ise havacılık sanayiinde ilk büyük girişim olarak kabul edilmektedir. 1944 yılında üretime başlayan fabrikada çok sayıda eğitim uçağı, nakliye uçağı ve planör üretimi gerçekleştirildi. 1945’te yine Ankara’da ilk uçak motoru fabrikası kurulmuştu.

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD tarafından sağlanan yardımlar ile bir yandan Türk ordusunu modern silahlarla donatarak Türkiye’nin savunma gücünün artırılması diğer yandan ise askeri harcamaların ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkinin azaltılması amaçlanmıştı. Ayrıca, Türkiye’nin NATO’ya girişiyle ABD ve İngiltere’nin “kullanım dışı” ve nispeten eski nesil harp silah ve araçlarını hibe ya da düşük maliyetle Türkiye’ye vermeleri de henüz kuruluş aşamasında bulunan savunma sanayiinin gelişmesini engelleyen önemli etkenlerdendi.

KANLI NOEL VE JOHNSON’IN KÜSTAH MEKTUBU

1963/64 Noeli’nde Kıbrıs’ta Rumlar tarafından masum Türklerin katledilmesi üzerine Kıbrıs sorunu yeniden alevlendi. Bu süreçte Amerikan Başkanı Lyndon Johnson, 5 Haziran 1964 tarihli mektubunda, Türkiye’nin garanti antlaşmaları kapsamında da olsa Kıbrıs’a olası bir askeri müdahalede Amerikan çıkarma gemi ve araçlarının kullanılamayacağını aba altından sopa göstererek bildirmişti.

1954’te TSK’nın ihtiyaç duyduğu silah, araç ve gereçlerin geliştirilmesi maksadıyla Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan AR-GE Daire Başkanlığı da daha faal hale getirildi. 1963 ve 1967’de Kıbrıs’ta meydana gelen elim olaylar sonucunda Kıbrıs Türklerinin Rum mezalimine karşı savunmasızlığı Türkiye’de endişeyle izlenmekteydi. Kıbrıslı soydaşlarını kurtarmak istese de Kıbrıs adasına zırhlı birliklerini çıkarabileceği kendi çıkarma gemi ve araçları yoktu. Az sayıdaki tank çıkarma araçları (LCU) bile İkinci Dünya Harbi sonunda ABD’den “şartlı” olarak alınan vasıtalar olup, yukarıda Johnson Mektubu bahsinde de açıklandığı gibi kullanılmaları mümkün değildi.

DONANMA CEMİYETİ KURULDU

Bu durum Türkiye’yi yönetenler kadar Türkiye’deki vatandaşlar üzerinde hicran yarasıydı. Ancak bazı duyarlı insanlar eli kolu bağlı süklüm püklüm beklemektense çözüm de üretmeye çalıştılar. Bu düşüncelerle 11 Mayıs 1965’te “Başkalarının vermediğini millet yapar!” sloganıyla ve coşkusuyla, “Donanma Cemiyeti” kuruldu. “Cemiyetin kurucu üyelerinden ve dönemin Başbakanı Suat Hayri Ürgüplü cemiyete bağış için radyolardan “Bir İstanbul gazetesinin, milli duygulara tercüman olarak açmış bulunduğu donanmaya yardım kampanyasına karşı, muhterem Türk milletinin gösterdiği yakın ilgiyi memnunluk ve iftiharla izliyoruz. İllerde valilerimizin başkanlığında, hamiyetli vatandaşlarımızın bağışlarını kabul edecek birer komitenin kurulmasını uygun görmekteyim!” diyerek çağrıda bulundu.

Aslında Türk insanı, Donanma Cemiyeti’ne yabancı değildi. Osmanlı Devleti yıkılmadan önce 1909’da vatandaşların inisiyatifi ve yardımlarıyla “Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti” (kısaca Donanma Cemiyeti) kurulmuştu. Bu oluşumla her ne kadar yerli savunma sanayi kurulmamışsa da o dönemde 4 muhrip alınmış, Alman Schikao tersanesinden alınan iki zırhlı (Barbaros ve Hayrettin) ile Türk donanması güçlendirilmeye çalışılmış, üç ticaret gemisi satın alınmıştı.

“KENDİ GEMİNİ KENDİN YAP” KAMPANYASI

Böylece vatandaşların da gayretleriyle Kıbrıs Türklerini özgürlüğe kavuşturacak şartların taşları döşenmeye başlandı. Yeni bir “Kendi gemini kendin yap!” sloganıyla ilk beş yıllık programda 10 avcıbotu, 12 LCU/LCT ve 20 LCM tipi çıkarma aracı ile 4 muhribin inşası planlandı. 9 Mart 1967’te Gölcük Tersanesi’nde ilk muhribin omurgası kızağa kondu. Donanma Cemiyeti 6 Şubat 1972’de feshedilerek yerine 11 Mart 1972’de “Türk Donanma Vakfı” adı ile yeniden kuruldu. 1970 yılında bir diğer önemli gelişme Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın “Kendi Uçağını Kendin Yap” ilkesiyle kurulmasıydı.

Türk çıkarma gemi ve araçlarının inşasında, gemi motoru üretilemediği için gene yurt dışından alınmış ve hizmet dışına çıkartılmış olan tank motorları kullanılmıştı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda Türk Donanma Vakfı’nın yardımıyla üretilen çıkarma araçları başarıyla kullanıldılar.

SİLAH AMBARGOSU SONUCU AŞILAN EŞİK

Kıbrıs Barış Harekatı’nın ardından Rum lobilerinin etkisiyle, harekatta ABD silah ve araçları kullanıldığı gerekçesiyle dönemin ABD Başkanı Ford’un iki kez vetosuna rağmen 30 Aralık 1974’te Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmaya başladı. Bu gelişmeyle ABD Türk kamuoyu nezdinde büyük bir prestij kaybına uğrarken hayırlı bir sonuca da vesile oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) komutanları, gelecekte benzer bir duruma düşülmemesi için hükümetleri “yerli savunma sanayii” kurulması yolunda telkin ve teşvik etmeye başladılar. Türk Donanma Vakfı ile Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na ilaveten 1974’te “Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı” da kuruldu. O günlerde kamuoyunda oluşan büyük coşku, kurulan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıflarına milletin önemli ölçüde bağış yapmasına ve onaylanan yasalarla bu vakıfların özel gelirler sağlamalarına yol açtı.

Bu arada Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977)’nda milli savunma hizmetlerinin gerektirdiği araç ve gereçlerin yeterli ölçülerde sağlanması ile millî sanayileşme çabaları arasında sistemli bir bağlantı kurulacağı belirtilmiş ve sonuçta milli savunma alanında sanayileşmenin önemi ilk kez vurgulanmıştı. Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla; Türk Uçak Sanayi Anonim Ortaklığı (TUSAŞ), 1973 yılında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuş, kısa sürede söz konusu vakıflar tarafından ASELSAN (1975), İŞBİR (1978), ASPİLSAN (1981), HAVELSAN (1982) gibi devlet destekli şirketler kurularak savunma sanayinde yatırımlar artan ölçüde gerçekleştirilmeye başlanmıştı.

5’inci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989) ile savunma sanayiinin geliştirilmesine yönelik yatırımlara ağırlık verildi. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıfları, 17 Haziran 1987’de kurulan “Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı” çatısı altında birleştirildi. 1988’de roket ve füze tasarımı, geliştirilmesi ve üretimi amacıyla ROKETSAN kuruldu. Türk savunma sanayii TSK’nın ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla soğuk savaş dönemi sonrasında da gelişerek devam etti. 1985’te 3238 sayılı Kanun ile savunma sanayiinin geliştirilmesi ve TSK’nın modernizasyonu amacıyla Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SAGEB) kuruldu, daha sonra da Başkanlık 1989 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) olarak yeniden yapılandırıldı. Kanun ile ilke olarak TSK’nın ihtiyaç duyduğu her türlü silah, araç ve gerecin mümkün ve ekonomik olduğu ölçüde Türkiye’de üretilmesi benimsendi. 3238 sayılı Kanun, tamamıyla yeni bir savunma sanayii anlayışının yanı sıra, son derece esnek ve hızlı işleyen bir sistem getirdi.

YAPTIRIMLAR TÜRKİYE’YE DİZ ÇÖKTÜREMEDİ

2006’da yayınlanan 9. Kalkınma Planı (2007-2013)’nda savunma sanayiinde; ihtiyaçları güvenli ve istikrarlı bir biçimde milli imkânlarla karşılamak üzere rekabetçi, kendine yeten, esnek, ülke sanayii ile bütünleşmiş, ortak üretim-tasarım ve Ar-Ge alanlarında uluslararası işbirliği çalışmalarına etkin katılım sağlayan bir yapıda üretimin geliştirilmesi hedef alındı. 2017’deki düzenlemeyle Cumhurbaşkanı’na bağlanan SSM, 2018’de 703 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı olarak yeniden yapılandırıldı.

Türk savunma sanayiinde bu gelişmeler yaşanırken ABD, 2019 yılından itibaren Türkiye’ye karşı bu kez de “yaptırımlar” uygulayarak adeta yeni bir silah ambargosu başlattı. Bu bağlamda Türkiye’nin, Batılı ülkelerin füze savunma sistemini en azından uygun fiyatlarla vermemesi üzerine Rusya’dan satın aldığı S-400 füzesavar sistemini bahane eden ABD, ortağı olduğu F-35 uçaklarının teslimine izin vermeyip, Türkiye’yi projeden çıkardı. Arkasından da savunma sanayii alanındaki malzeme tedariki dahil bazı yaptırımları yürürlüğe koydu.

KENDİ UÇAĞINI KENDİN YAP!

Türk savunma sanayii, Cumhuriyet’in 98 yılık geçmişinde özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında savaşa taraf gelişmiş ülkelerin harp silah ve araçlarındaki gelişmelerine cevap veremeyince, bölgesindeki Sovyet tehdidine karşı yeni müttefiki NATO ülkelerinden alınan nispeten çağın gerisindeki harp silah ve araçlarıyla yetinmek mecburiyetinde kaldı. Ancak Kıbrıs’ta başlayan olaylar üzerine önce “kendi gemini kendin yap!” sloganıyla Türk Donanma Vakfı kurularak milli savunma sanayiine geçiş başladı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD’nin silah ambargosu ile de hemen her alanda Türk savunma sanayiinin geliştirilmesi çok daha iyi idrak edilmeye başlandı. Bu arada ara dönemler yaşansa da, Türkiye’yi yöneten her hükümet savunma sanayiine gereken önemi vermeyi sürdürdü.

Türkiye, savunma sanayiinde önemli atılımlar yapsa da harp silah ve araçlarının tahrik sistemlerinde (motor, makine) henüz sonuç alacak bir gelişme sağlayamadı. Ancak ABD’nin 2020 sonlarında devreye soktuğu yeni bir yaptırım, Türkiye’yi bu alanda bir kez daha kamçıladı: Artık hedefte “kendi uçağını kendin yap!” var. Tabii kendi harp silah ve araçlarının motorunu, füzesini, kendi uydusunu, kendi elektronik keşif cihazlarını, kendi uzay gemisini de sıraya koymak hedef olmalı…

Not: Bu yazı, büyük ölçüde yazarı Prof.Dr. Celalettin Yavuz’un “Türklerde Savaş, Strateji ve Askeri Kültür” başlıklı 2019 basımlı kitabından alınmıştır.


#Kıbrıs Barış Harekâtı
#ABD
#Türkiye
#Türk Hava Kurumu
#ROKETSAN
2 yıl önce