|

İstiklal Marşı’nın tartışılan besteleri

İstiklal Marşı’nın bestelenmesi için açılan yarışmaya Sadeddin Kaynak’tan Lemi Atlı’ya, Kapdanizâde Ali Rıfat Bey’den Ali Rıfat Çağatay’a kadar dönemin önemli müzisyenlerinin katıldığını söyleyen Mehmet Güntekin’le İstiklal Marşı bestelerinin dünden bugüne uzanan hikayesini konuştuk.

Haber Merkezi
04:00 - 14/03/2021 Pazar
Güncelleme: 03:03 - 13/03/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Mehmet Güntekin
Mehmet Güntekin
MEHMET EMİN ÖZTÜRK

Büyük Millet Meclisi’nde olağanüstü bir gündü. Uzun bir süredir devam eden yarışmanın sonucunda şiirler okunacak ve en beğenileni milli marş olarak kabul edilecekti. Görüşmeler başladığında mahcubiyetinden meclisi sessizce terk etmiş, Tacettin Dergahı’nın yolunu tutmuştu Mehmet Akif.

Hamdullah Suphi Bey meclis kürsüsünde Akif’in yazdığı şiiri gür edasıyla okurken her satırı gönülleri titretiyordu. Mehmet Akif’in yazdığı İstiklal Marşı büyük bir beğeniyle ile kabul edilmiş, Tacettin Dergah’ı tebrik etmek için gelenlerle dolup taşmıştı. Marş için konulan ödülü herhangi bir kırgınlığa sebep olmamak için kabul edip Darü’l-Mesai derneğine vermişti. İstiklal Marşı’nın kabul edildiği gün ise cebinde Zonguldak mebusu Hayri Bey’den borç aldığı iki lira vardı. Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya Sadeddin Kaynak’tan Lemi Atlı’ya, Kapdanizâde Ali Rıfat Bey’den Ali Rıfat Çağatay’a, Rauf Yekta Bey’den Muallim İsmail Hakkı Bey’e kadar Türkiye’de o günlerin önde gelen müzisyenlerinin neredeyse tamamının katıldığı İstiklal Marşı’mızın bestelenme sürecini ve süreç ile ilgili aklımıza gelen soruları, İstiklal Marşı’mızın besteleri üzerinde derin araştırmalarıyla bilinen araştırmacı yazar Mehmet Güntekin’e sorduk.


Osmanlı’da milli marşımız var mıydı? İlk milli marşımız İstiklal Marşı mı?

Osmanlı döneminde, devleti temsil edecek belli bir millî marş yoktu. Millî marş yerine, özellikle II. Mahmud döneminden sonra, padişahlar için bestelenmiş olan “Marş-ı Sultânî”lerin çalınması gibi bir gelenek oluşmuştu. Dolayısıyla her padişah döneminde marş değişmiş olurdu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada yaygınlık kazanmaya başlayan “millî devlet”lerde, resmî anlamda bir millî marş mutlaka vardı. Cumhuriyet’in ilânıyla birlikte biz de bir millî devlet olduğumuz için bir millî marşa ihtiyaç baş göstermişti. Bu ihtiyacın belirlediği bir süreç olduğunu düşünüyorum.

Bu süreçte kimler rol aldı?

İsim isim bilmemekle birlikte, devlet mekanizmasının gereken kişileri görevlendirdiğini düşünebiliriz.

Mehmet Akif’in açılan yarışmaya katılmama gerekçesi neydi?

Yarışmanın para ödüllü olması Âkif’e bir rahatsızlık vermiş diye nakledilir. Parayla pulla işi olan bir adam olmadığı malumdur. Üstelik burada bir milletin kurtuluş destanı sözkonusu olunca, araya “para” gibi bir kavramın girmesi öyle bir adamı nasıl rahatsız eder, tahmin etmek zor değil.

BU ŞİİR MİLLETİNDİR
Akif’in İstiklal Marşı’nı Safahat’a koymamasının ve şiire imzasını atmamasını nasıl anlamamız gerekiyor?

Sanırım o noktada kendisini aradan çıkarıyor ve “Bu şiir benim değil, milletin sesidir” demek istiyor. Gerçekten de o şiir kolektif gayrışuurun bir eseridir diyebiliriz. Âkif, orada milletin sesidir.

Şiirin kabülünden sonra kimlere beste yaptırıldı? Kaç beste yapıldı? Bunları sıralayabilir miyiz?

Seçilmiş bazı bestecilerin beste yapması istenmediği, herkese açık bir müsabaka düzenlendiği açıktır; çünkü müsabakaya gönderilen aday eserler arasında ünlü müzisyenlerin yanısıra, müzik öğretmenlerinin, meşhur olmayan amatör müzisyenlerin de bulunduğu görülüyor. O müsabakaya kaç eser katıldığı hususunda kesin rakam verecek bir araştırmayı ben görmedim. Müsabaka tutanakları bulunursa kesin bilgiler ortaya çıkabilir. Ancak asgari 50’nin üzerinde olduğunu, kesinlik arzetmemekle birlikte, biliyoruz. Hepsini sıralamam mümkün değil, ancak belli başlı olanlarını bestekârlarından giderek örnekleyebilirim: Lem’i Atlı, Muallim İsmail Hakkı Bey, Zâti Arca, Eyyûbî Mustafa Bey, İzzettin Hümâyî Bey, Abdülkadir Töre, Muallim Kâzım Uz, Ali Rifat Çağatay, İsmail Zühdü Bey, Ahmed Cemil Bey ve Ahmet Yekta Madran.


BAŞKA MARŞLAR DA OKUNDU
Alif Rıfat Çağatay’ın bestesinin tercih edilmesinin sebebi nedir? Bu beste üzerinde hangi tartışmalar yaşandı?

Ali Rifat Çağatay, dönemin önde gelen musiki üstadlarından biriydi. Türk musikisi mensubu olmakla ve klasik kaidelere bağlı olmakla birlikte yenililklere açık bir tarafı vardı. Musikide deneysel faaliyetlerde de bulunan biriydi. O vizyona sahip birinin eseri olarak Acemaşîrân makamında bestelediği marş öne çıkmış ve kabul görmüştü denilebilir. Eser üzerine o aşamada bir tartışma yaşandığına dair bilgim yok. Sadece, yarışmayı kazanmasına rağmen, eser hakkında bir kanun çıkarılmamış olabilir. Çünkü takip eden 5 yıl kadar bir süre içinde genel olarak bu eser millî marş olarak kullanılmasına rağmen, ülkenin çeşitli yörelerinde müsabakaya katılıp da kazanamayan başka marşların da okunduğunu görüyoruz. Demek ki kanunî bir boşluk vardı. Bir tür “başıbozuk” durum sözkonusuydu. Trakya yöresinde, Edirne Lisesi müzik öğretmeni Ahmet Yekta Madran’ın Nihâvend makamındaki marşı okunurken, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde Muallim İsmail Hakkı Bey’in, Eyyûbî Mustafa Bey’in ve/veya Abdülkadir Töre’nin marşları okunuyordu. Meselâ musiki hocam Süheylâ Altmışdört, Trabzon ve Ağrı’da geçen ilkokul dönemlerinde sadece Ali Rifat Bey’in Acemaşîrân marşını okuduklarını anlatır.

BATI MUSİKİ KAİDELERİ TERCİH EDİLDİ
1930 yılında Osman Zeki Üngör’ün bestesinin tercih edilmesinin sebebi nedir?

Biraz evvel bahsettiğim o “başıbozuk” dönemin bir rahatsızlık doğurduğundan kuşku yok. Kim olsa böyle bir manzaradan rahatsızlık duyar. Ülkenin millî marşını belirlemek için bir müsabaka açıyorsunuz, ancak kazanan eser genellikle icra alanına geçmesine rağmen arada başka bir dolu marş da okunuyor!.. Hangisi millî marşımız?.. Müsabakadan sonra geçen yaklaşık 5 yıllık süre içinde devlet aklı belki şunu düşündü: “Biz yüzümüzü Batı’ya dönmüş bir milletiz. Millî marşımız da yüzümüzü döndüğümüz Batı’nın musiki kurallarına göre olmalı. Öyleyse müsabakayı kazanan Ali Rifat Bey’in Acemaşîrân marşı olsa da önemli değil, çünkü bu eski devirlere ait bir kültürün uzantısı oluyor, iptal edelim ve yeni bir marş seçelim.” Malûm, Zeki Üngör’ün eseri, yani bugünkü İstiklâl Marşımız, batı musikisi kaidelerine göre yapılmış bir eserdir.

Alif Rıfat Çağatay’ın bestesinin ‘cenaze marşı’na benzetilmesinin kabul edilebilir bir yanı var mıdır?

Bence yoktur. Böyle bir benzetme yapabilmek için ya hiç cenaze marşı, veya Çağatay’ın marşını dinlememiş olmak gerekir. Çağatay’ın bestesi bütün üslûp özellikleriyle tam bir marştır.

MELODİ GÜFTEYE UYMUYOR
Bugünkü şekliyle İstiklal Marşı’mızın melodik yapısını nasıl buluyorsunuz?

Melodik yapısında bir sorun görmüyorum. Sorun, melodinin güfteye uymamasında. Kendi başına güzel bir melodi olabilir, fakat Âkif’in o güçlü sesini ve sözünü ifade edebilen bir müzik olmadığı kanaatindeyim. Söz başka, müzik başka tellerden çalıyor diye düşünüyorum. Sanki o müzik daha önce vardı da sonradan şiirin üstüne giydirilmeye çalışıldı diye bir his duyuyorum. Çok önemli bir ayrıntı da bence şu ki, bu marşta, sözlerin müzikle ifade edilişinde Türkçe açısından olağanüstü sorunlu alanlar var. Hece bölünmeleri, uzun ve kısa hecelerin ifadesi, hecelerin müzikal ifade süreleri gibi... Bir millî marşın, millî lisanın kurallarından bu kadar uzak olması, bence kabul veya ihmal edilebilir bir durum değildir. Bir diğer sorunlu alan da icrasının “zor” olmasıdır. Türkiye’de ilk İstiklâl Marşı yarışmasına katılan eserler üzerinde araştırma yapıp, o eserleri seslendirme çalışmasını ilk kez gerçekleştiren kişi olarak birçok ülkenin milli marşını incelemiş biriyim. Dünyadaki neredeyse bütün millî marşların ortak özelliği çok çok basit ve cahilinden okumuşuna kadar herkesin kolaylıkla okuyabileceği kadar sade olmalarıdır. Bizimkisi maalesef öyle değil. Doğru okuyabilmek için müzik eğitimi görmüş olmak gerekecek kadar zordur.

Yapılan besteler arasında siz olsaydınız hangisini tercih ederdiniz?

Ben olsaydım, Muallim İsmail Hakkı Bey’in Rast İstiklâl Marşı’nı seçerdim.

#İstiklal Marşı
#Mehmet Akif Ersoy
#Mehmet Güntekin
3 yıl önce