
Kazbek Dağı’nın eteklerinde, sislerin arasından sırtlarında Avrupalı turistlerle art arda beliren atlar, bana son bir gösteri sunuyor. Lars sınırına doğru bir süre birlikte yol alıyoruz. Burası dağların arasında küçük bir kapı. Ancak Gürcistan bu mütevazı sona Rusya’ya dönük inşa ettirdiği görkemli manastırla yeni bir final yazmış.
Atların giderek yaklaşan ve her adımı tüm sokakta yankılanan o tok ve ritmik nal sesi sabahın sessizliğini Kafkasya’ya en yakışır şekilde dağıttı. Nallar sert taşlara vurdukça “tak… tuk… tak…” diye ilerleyen bu ses beni bir yandan yavaşça uyandırırken, bir yandan da Kafkasya’da dört nala at süren tüm ‘kahramanları’ sıkıştıkları sayfa aralarından bir bir çıkarıp gözümün önüne seriverdi. Hemen balkona çıktım ama atlılar çoktan gözden kaybolmuşlardı.
Bir Eylül sabahı ve ben Kazbegi’ndeyim. Hava serin ama sert değil. Dağlardan gelen hafif rüzgar gece çiğiyle yumuşayan toprağın, otun kokusunu kasabaya yaymış. Aldığım her nefes içimi ferahlatıyor. Başımı kaldırıyorum. İlk gördüğüm karlı zirvesiyle göğe yükselen Kazbek. Çevresinde silsile halinde uzanan dağlar yeşilden kahverengiye, kahverengiden griye dönen renk geçişleriyle fırçayla çizilmiş gibi dursa da hepsi onun gölgesinde. Uzun uzun bu heybetli zirveyi izledikten sonra gözüm usulca kasabanın üzerine kayıyor.
SOSYAL MEDYA BEREKETİ
Sokaklar hafif eğimli. Evler ağırlıklı olarak taş ve ahşap. Tamamı bahçeli. Günün ilk ışıkları taş ve ahşabın üzerinde gezdikçe kasaba gözüme olduğundan da sıcak gözüküyor. Bir zamanlar ününü Rus yazarların kalemine borçlu olan Kazbegi’nin çehresi sosyal medyanın da etkisiyle bir değişim içinde. Son 10-15 yılda artan dijital tanıtımla turizm bölge için önemli bir geçim kaynağı olmuş. Kasaba halkının büyük bölümü ya evlerini turizme açmış ya da arsalarını. Etrafta gelecek sezona hazırlık yapan çok sayıda işletme var.
Saat dokuz oldu. Çoktan uyanmış olan yerli halka, yavaş yavaş turistler de ekleniyor. Küçük kızları ve köpekleriyle yürüyüşe çıkan sınır komşusu Ruslara, neşeli bir Hintli grubun da katılmasıyla sokağın dingin atmosferi bir anda hareketlendi. Kahvaltı masalarına yetiştirilen, dumanı üzerindeki ekmeklerin kokusu tüm sokağı kaplayınca bana da bu kokunun peşine takılmak şart oldu.
Kazbegi’nin merkezine kasabanın genelinde görülen turizme yönelik yapılaşma neredeyse uğramamış. Küçük bir kilise, bir çeşme, kasaba halkının günlük ihtiyaçlarını karşıladığı dükkanlar, minübüs durakları, birkaç restoran ve bir iki fırın. Tabi bir de Kazbegi’ye adı verilen Gürcü yazar Aleksandr Kazbegi’nin heykeli.
ZAMANIN DIŞINA ÇIKMIŞ GİBİ
Ekşi mayalı ekmeğimi alıp şöyle bir dolandıktan sonra 2170 metredeki mevkiyle kasabanın hemen her yerinden görülebilen Gergeti Trinity Kilisesi’ne gitmeye karar verdim. Güneşli hava yolda birden değişiverdi. Dağların arkasından yükselen gri bulutlar gökyüzünü kapladı. Kıvrıla kıvrıla giderek dikleşen yol düşen damlalarla biraz daha dikkatli sürüş istese de yirmi-yirmi beş dakika içinde hedefimize vardık. Kafkasya’nın tüm görkemini gözler önüne seren, geniş vadilere ve dağ silsilelerine hakim bir tepedeyiz. Hava kapalı olduğundan dağlar gri bir fonda çok daha etkileyici görünüyor. Karşımda yükselen 5047 metrelik Kazbeg Dağı ise göz hizamdaymış gibi. Bu manzara insanı bir an bile olsa zamanın dışına çıkarıyor.
Gergeti’ye erken bir saatte geldiğimiz için tenha olacağını düşünmüştüm ama yanılmışım. Bizden önce çokça gelen olmuş. 14. Yüzyılda inşa edilen kilise çatı kısmında kapsamlı bir restorasyon olmasına ve çok da görünür tedbirler alınmamasına rağmen bu kadar ziyaretçiye kapısını kapamamış. Dönüş yolunda Kazbek Dağı’nın eteklerinde, sislerin arasından sırtlarında Avrupalı turistlerle art arda beliren atlar, bana son bir gösteri sunuyor. Lars’a doğru bir süre birlikte yol alıyoruz.
RUSYAYA DOĞRU YENİ FİNAL
Tiflis’ten başlayan Gürcü Askeri Yolu’nun son on bir kilometresindeyim. Yol daralıp virajlar arttıkça etrafı saran kayalıklar devleşiyor. Kafkas Dağları’nın önemli geçitlerinden biri olan Daryal’ı da aşınca Gürcistan-Rusya sınırındayız. Sınırda bekleyenler arasında Türk tırları ve Türk turistler de var. Lars sınırı güvenlik odaklı birkaç bina, kontrol kabinleri, tır ve araç geçişi için bariyerli alanların olduğu küçük bir kapı. Ancak Gürcistan bu mütevazı sona Rusya’ya dönük gösterişli bir manastır inşa ettirerek yeni bir final yazmış. Geleneksel Gürcü mimarisiyle inşa edilen Daryal Manastırı 2011’de açılsa da ek binalarla büyümeye devam ediyor.
YAPAYALNIZ BİR MİNARE
Gürcü Askeri Yolu, Rusya’nın Vladikavkaz şehrine kadar uzanıyor. Biz şimdi ‘yolda karşılaştığımız Peçorin’le birlikte Gürcistan’ın ilk başkenti Mtskheta’ya geçeceğiz. Ancak buradan ayrılmadan önce, bizi Tiflis’ten Lars Sınır Kapısı’na kadar getiren bu yolun Rusya tarafını da Puşkin’in satırlarından okuyalım:
“Askeri Gürcü Yolu Yekaterinograd’dan başlıyor. Kafilemiz vadi boyunca ilerliyordu. Sağda Kafkasların karlı dorukları parlıyor; büyük ormanlık bir dağ yükseliyordu. Klee, bu dağın arkasındaydı. Çevresinde bir köy yıkıntısı görülüyordu. Köyün adı Tatatub’muş ve Büyük Kabarda’nın en önemli köyüymüş. İnce, yapayalnız bir minare bir zamanlar burada insanların yaşadığını gösteriyordu. İnce bir güzellikle gökyüzüne yükseliyordu. Merdiveni yıkılmamıştı. Basamaklarını tırmandım, artık molla seslerinin çınlamadığı şerefeye çıktım.
KILIÇ VE HANÇER
Yolun kenarında birkaç mezar taşı vardı. Buraya Çerkez geleneğince en iyi biniciler gömülmüştü. Taşın üzerine oyulmuş kılıç ve hançer tasvirleri, savaşçı dededen savaşçı torunlara anı olarak kalmıştı. Çerkezler nefret ediyorlar bizden. Geniş otlaklarından sürüp çıkarmışız onları.
LARS’TAKİ TUTSAK TÜRKLER
Kafkasya içlerine doğru ilerliyorduk. Kayalar arasında sıkışan Terek bulanık dalgalarıyla onlara çarpa çarpa akıyor, boğaz da bu akıntı boyunca kıvrıla kıvrıla uzayıp giriyordu. Doğanın bu ürkütücü güzelliği karşısında büyülenmiş gibi duraklıyordum.
Gecelemek için Lars’ta kaldık. Ertesi sabah yola koyulduk. Türk tutsaklar yol yapımında çalışıyorlardı. Yiyeceklerden yakındılar. Kara Rus ekmeğine alışamıyorlarmış…"







