|

Bir İngiliz elçisinin gözüyle Türkler

İstanbul'da 18. Yüzyılda İngiltere elçisi olarak görev yapan Sir James Porter tarafından o yıllarda kaleme alınan eseri 'Türkiye'nin Bir Asrı' adıyla Yeditepe Yayınları arasında okuyucunun beğenisine sunuldu. Porter, o dönem Türkleri anlamak için öncelikle İslam'ı iyi anlamasını fark ederek bu alanda titiz bir çalışma yapmış.

Nihal Metin
00:00 - 15/03/2014 Cumartesi
Güncelleme: 16:21 - 15/03/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Bir İngiliz elçisinin gözüyle Türkler
Bir İngiliz elçisinin gözüyle Türkler

Sir James Porter, 1747-1763 yılları arasında 15 yıl gibi uzun bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nda İngiltere elçisi olarak görev yapmış; I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa'nın saltanat dönemlerinde yaşanan olayları yakından gözlemlemiştir. Osmanlı'ya dair gözlemlerini aktardığı eseri, kısa zaman önce Erhan Afyoncu ve Uğur Demir'in editörlüğünde, Esma Selçuk Demir'in çevirisiyle Türk okuyucuları ile buluştu.

Sir James Porter'ın görev yaptığı yıllar, hem Avrupa hem de Osmanlı için diplomatik faaliyetlerin yoğun olduğu bir dönemdir. Avrupa; Avusturya Veraset Savaşları (1740-1748) ve daha sonra Yedi Yıl Savaşları'nda (1756-1763) yaşanan kutuplaşma ve ittifak arayışları ile İngiltere, Fransa, Prusya, Avusturya, Rusya gibi devletlerin baş döndüren siyasî faaliyetlerine sahne olmakta, bu mücadele Osmanlı ile olan münasebetlerine de yansımaktadır.

YANLIŞLARI KALEME ALDI

İşte böyle bir dönemde İngiliz elçi Porter, ülkesinin çıkarlarını korumak ve Osmanlı dış siyasetini bu doğrultuda yönlendirebilmek gibi önemli ve bir o kadar da zor bir görevi üstlendi. Özellikle de İstanbul'daki rakibi Fransa Elçisi Vergennes'in, bazı Osmanlı devlet adamları nezdindeki nüfuzu, görevini daha da zorlaştırmaktaydı. Kimi zaman İngiltere'nin Avrupa'da attığı adımları Osmanlı'nın tehdit olarak algılaması da Porter'ı oldukça zora sokuyordu. Bunca zorluk ve sıkıntıya rağmen Porter görevini başarıyla devam ettirdi. Porter, son yıllarında İngiltere'deki malikanesinde kendini edebiyata verdiği son senelerinde Avrupa'da giderek artan Osmanlı İmparatorluğu'na dair merakı doğru bilgilerle gidermek ve piyasada dolaşan yanlışlıkları bir nebze olsun düzeltmek için kalemine sarıldı. 1768 gibi kritik ve o kadar da kriz dolu bir yılda Türkler hakkında gözlemlerine dayanarak kaleme aldığı kitabı, yazarının ismi olmadan yayınlandı. Porter'ın kitabının yayınlandığı yıl İstanbul'da hareketli günler yaşanıyordu. Zira Rusya'ya savaş ilan edilmişti. Bir taraftan savaş için askerî hazırlıklar yapılırken, diğer taraftan da Osmanlı diplomatları Avrupa'da kendilerini meşru gösterecek teşebbüslerde bulunuyorlardı. Avrupa devletleri için savaşta kimin haklı olduğunun aslında hiç önemi yoktu. Onlar için önemli olan savaşı kimin, nasıl kazanacağıydı. Avrupa gazetelerinden Osmanlı İmparatorluğu'na dair haberlerin hem sayısı arttı hem de haberler daha geniş yer tutmaya başladı. Porter, bu ilgiyi kendince yönlendirmek istedi. Porter'ın Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki kitabı 1854'te ikinci baskıyı yaptı. Bu tarih de rast gele tercih edilmemiştir. Zira 1853'te başlayan Kırım Harbi, Avrupa'da Osmanlı'ya duyulan ilgi ve merakı bir kez daha arttırmıştı. Porter'ın torunu kitabın ikinci baskısını yayına hazırlama işini üstlendi. İkinci baskı torunun ilaveleriyle, neredeyse ilk baskının iki katı hacme ulaştı ve Avrupa'daki Türk imajını uzun yıllar şekillendirdi. 'Türkiye'nin Bir Asrı' kitabında Osmanlı'nın XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyılın ilk yarısındaki ahvali sayısal verilerle ve tarihsel bilgilerle de desteklenerek okuyuculara sunulmaktadır. Eserin 1854 baskısını yayına hazırlayan İngiliz editör; ticarî, malî, askerî vb. konularda verilen istatistikî bilgilerin İngiliz ve yabancı kaynaklardan yararlanılarak titizlikle gözden geçirildiği bilgisini verir. Bir yabancının Türkleri ve Müslümanlığı anlama ve anlatma gayreti özellikle Türk okuyucular için oldukça zevkli ve farklı deneyim yaşatıyor. Yazarın herhangi bir milli karakterin kusursuz anlatılamayacağı ve sözkonusu Türklerse, bunun kesinlikle böyle olduğu yargısıyla konuya başlaması, bizi farklı bir yolculuğun beklediğinin daha ilk sayfalardaki işareti. Türklerin karakterini anlayabilmek için öncelikle İslâm'ın tanınması gerektiğinin farkında olan Porter, eserine de bu konu ile başlamayı uygun görmüş. İstanbul'da bulunduğu müddetçe Müslümanlarla sohbet ederek, gözlemler yaparak ve hatta Kur'an'ın İngilizce tercümelerini okuyarak bunun için çaba harcamış. Bu konuda Osmanlı'daki mezhepleri tanıtmayı dahi ihmal etmemiş. Ancak bir Hıristiyan olarak İslâm'a bakışında önyargılarından kurtulamadığı satır aralarında kendini gösteriyor. İmparatorluğu tanıttığı bölümlerde ise; öncelikle Avrupalıların Osmanlı'ya karşı ne kadar önyargılı baktıklarını fark etmelerini ister. '…

Kibirli hükümdarlığın düzenli sistemine rağmen, insanların ona barbarlık fikrini eklemelerine neden oldu. Onu plansız veya düzensiz, tamamen geçici heveslerle, zalimliğe ve sadece tebaasının zulmünü hedefleyen ve insanlığın yok edilmesinde gücü yettiği kadar devam eden bir tiranın açgözlülüğüne bağlı sandılar' satırları bu amacını en güzel şekilde gösterir. Kur'an ile gücünü sınırlandıran bir padişahın mutlak despot olamayacağı tespiti de, Osmanlı'yı bizzat tanıyan 'vicdan sahibi' bir Avrupalı olduğunu bizlere kanıtlıyor.

EN BÜYÜK BELA: RÜŞVET

Devlet adamları hakkında verdiği bilgiler, Türk adlî sistemini ve bürokrasisini anlattığı bölümlerde dönemin en büyük belasının altını kalın çizgilerle çiziyor aslında Porter: Rüşvet. Elbette kendisi de bir elçi olması sebebiyle elçilerin Osmanlı'da ne gibi zorluklar çekebileceğine dair tespitleri de oldukça değerlidir. Porter aynı zamanda, Türklerin ve Bâbıâli'nin çıkarlarına müdahale etmeyen bir elçinin Türkiye'de hoşnutluk ile ikamet edebileceğini söylemekten de kendini alamaz. Yazar yalnız siyasî değil sosyal hayata dair de merak edilenleri cevaplamak ister. Ancak bir Türk kadını hele ki saraylı kadınlar hakkında bilgi vermenin; yalnızca gözleri görünen, sosyal hayatta varlıklarını belli etmeyen bu kadınlar için imkânsız olduğunun da farkındadır. Bu sebeple herhangi bir beklenti de yaratmak istemez. Ancak şehirlisinden köylüsüne, Rum ve Ermenisinden Müslümanına Osmanlı toplumunun gelenek ve âdetlerine dair karşılaştırmalı olarak verdiği bilgiler oldukça önemlidir.

Porter'ın eşinin 1763'te İstanbul'dan İngiltere'ye kadar olan dönüş yolcuğunu anlattığı mektubu da kitaba ilave edilmiş. Mektup, savaş yıllarında bir kara yolcuğunun ne gibi zorluklarla gerçekleştirildiğinin en iyi belgelerinden biri. Bir kadının samimi ve içten notları okuyucuyu adeta 1763'te kendisi ile yolculuğa çıkartıyor.

Kitabın ekler bölümünde Porter'ın Türkiye hakkındaki ayrıntılı bir raporuna da yer verilmiş. Bu rapor İstanbul'daki veba salgınları, günlük ekmek tüketiminin ne kadar olduğu, matbaa faaliyetleri ve daha birçok konu hakkında çok değerli bilgiler ihtiva ediyor.

Sonuç olarak 'Türkiye'nin Bir Asrı' kitabı tarihseverlerin ilgiyle okuyacakları ve çok değerli bilgiler edinecekleri önemli bir kitaptır.

Kitabın Künyesi:

Türkiye'nin Bir Asrı

Sir James Porter

Çeviri: Esma Selçuk Demir

Yeditepe Yayınları

Ocak 2014

320 sayfa

10 yıl önce