|
Nereden nereye: Bellek, kimlik, siyaset...
Cumhurbaşkanının son günlerdeki kimi açıklamaları, örneğin Almanya'nın 1915'le ilgili kararını savunanlara verdiği tepkileri, örneğin üç çocuk ve ilahi emir ilişkisi kurarak çocuk yapmak istemeyen kadınları
“yarım kadın”
olarak tanımlaması, beni gerçekten endişeye sürükledi.


Bunların cumhurbaşkanı tarafından ifade edilmesi sadece kişisel ya da siyasi bir fikir beyanı değildir.



Bu, bir siyaset yapma tarzıdır.



Daha da fazla: Tam özdeş olduğunu düşündüğü ve şahsına indirgediği millet adına farklı olanları itham eden, doğru ve değer tekelinin güçlüde, kendisinde olduğunu varsayan bir yönetim tarzıdır.



Resmi görüş karşısında sadakati, siyasetçiye mutlak itaati, aidiyet kriteri kılan bu zihniyet ve aldığı son biçim temelde, belirli bir değer sistemini, bir kimlik politikasını merkeze alan siyaset ve yönetim tarzının işaretidir.



Tek değer merkezli bu bakış, toplumsal çoğulculuğu ve değer farklılıklarını yok sayan hiyerarşik, itaatkar toplum anlayışını dışa vurduğu oranda, bundan toplum adına endişe duymamak mümkün değildir.



Kimlik politikaları Türkiye'yi dün yorduğu gibi yarın da yoracaktır.



Yıllardır kimlikleri, çoğullukları kuşatan, onların aralarında geçişler üreten bir dokuya ihtiyaç duyarız. Bu dokuyu kurmak yerine, yine yıllardır kimi değer sistemlerinin diğer değer sistemleri üzerindeki baskısıyla boğulduk. Şimdi de görünen odur ki, siyasetçi nezdinde hakim ve mağdur değer sistemleri sadece yer değiştirmekte, Türkiye temel ihtiyacının tatmin edilmesinden, demokrasinin gereklerinden biraz daha uzaklaşmaktadır.



Türkiye'nin Batı ve dış dünya tarafından kuşatıldığına dair tezler ise benim gözümde her geçen gün bu uzaklaşmanın, yıllarca farklı iktidarlar tarafından kullanılmış bildik doğrulama aracı olmaktan başka anlam taşımamaktadır. Kuşatılmanın olduğu gerçek anlar ve yerler bile, içerideki bu yüksek ses ve meydan okuma karşısında gerçek yönleriyle görülmez hale gelmektedir.



Siyasette ve iktidarda kişileşme ve keyfileşme eğiliminin peşinden sürüklediği vagon, kimlik politikalarıdır.



Almanya'da kabul edilen yasayla ilgili tartışmalar bu meselenin öbeğine oturuyor.



Çok değil, bundan iki yıl önce, 24 Nisan 2014'te, Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde, başbakanlık sitesinde bir taziye metni yayınlaşmıştı.



Kimi kısımları şöyleydi o metnin:



“Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi, çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir. Türkiye'deki bu özgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hatta bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir. Ne var ki, … kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir. (…) 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz…



Başbakan Tayyip Erdoğan”



Hoş görüye, farklı görüşlerin kabulüne ne oldu?



Nereden nereye gelindi?



Ne var ki, siyasetçi ve devlet bir yana, Türk toplumu bu konuda, öğrenme, yüzleşme, bellek konusunda büyük yol almıştır.



2008'de Ermenilerin 1915'te karşı karşıya kaldığı “Büyük Felaket”ten üzüntü duyduğumu, bana düşen payıyla özür dilediğimi söyleyen, bir kampanyanın ilk 4 imzacısı arasında yer almıştım.



Bugün vicdanen ve siyaseten, ayrıca toplumun içinden ve onun adına bu adımı atmış olmaktan gurur duyuyorum.


#Bellek
#Büyük Felaket
#Tayyip Erdoğan
8 yıl önce
Nereden nereye: Bellek, kimlik, siyaset...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset