Norveçli düşünür Lars Svendsen’in yalnızlık hakkında tüm bilinenleri reddeden kitabı “Yalnızlığın Felsefesi” (Redingot yayınları, Çev. M. Erşen, 2018) hakkında konuşuyorduk. Modernliği, günümüz hayatını ve liberal bireyi savunmak adına neler demiyordu ki…Çağdaş edebiyatın modern liberal bireyin yalnızlığa, yabancılaşmaya, kaygıya ve depresyona duçar olmuş işkence gören bir ruh olduğu izlenimi vermesine sinir oluyor Svendsen. Beşerî bilimlerde “Benzeri görülmemiş bir yabancılaşmadan mustaribiz. Birbirimizden
Norveçli düşünür Lars Svendsen’in yalnızlık hakkında tüm bilinenleri reddeden kitabı “Yalnızlığın Felsefesi” (Redingot yayınları, Çev. M. Erşen, 2018) hakkında konuşuyorduk. Modernliği, günümüz hayatını ve liberal bireyi savunmak adına neler demiyordu ki…
Çağdaş edebiyatın modern liberal bireyin yalnızlığa, yabancılaşmaya, kaygıya ve depresyona duçar olmuş işkence gören bir ruh olduğu izlenimi vermesine sinir oluyor Svendsen. Beşerî bilimlerde “Benzeri görülmemiş bir yabancılaşmadan mustaribiz. Birbirimizden hiç bu kadar kopmamış, daha yalnız olmamıştık” şeklindeki tezleri savunan makale ve kitaplara çok kızıyor. Sonunda alıyor eline palasını, modernlikle birlikte yalnızlaşmanın arttığını iddia eden kim varsa hepsini birer birer doğruyor.
“Max Weber bireylerin engin içsel bir yalıtılmışlıkla boğuştuğunu iddia eder ve bunu Protestanlığın doğuşuna bağlar. Simmel ise bilhassa büyük şehir yaşamında bireyin yalnızlığını vurgular. Savaş sonrası sosyal çalışmalarda yalnızlık esasen ‘modern yaşamın standart teşhisini oluşturur, genellikle bireycilik her türden kötülüğün ana suçlusu olarak sunulur” (s.136). Öfkeyle devam ediyor Svendsen, bizim pek sevdiğimiz David Riesman ve arkadaşlarının “Yalnız Kalabalık” adlı eserinden giriyor, Christopher Lasch’ın “Narsisizm Kültürü”nden çıkıyor. Hepsini acımasızca ve haksız bir şekilde eleştiriyor. Eleştirisini Tocqueville’nin 1830 tarihli “Amerika’da Demokrasi” kitabına kadar götürüyor; Francis Fukuyama’nın Amerikan toplumundaki sızlanışlarını da işin içine katıyor. Ona göre tamamı yanılıyor bu düşünürlerin. Başladığı tezini kitabın sonuna kadar tekrar edip duruyor: “Yalnızlık üzerine sosyal çalışmalar külliyatında karşılaştığımız tipik iddia, yalnızlığın büyük ölçüde modern bireycilikten kaynaklandığı yönündedir” ve büyük bir yalandır. Modernlik de kapitalizm de liberalizm de çok iyi, liberal birey masumdur.
Svendsen’in kitabında beğendiğim tek husus, yalnızlık mızmızlanmalarına karşı çıkması, yalnızlığa karşı tek başınalığı savunması. Aktardığı bilimsel araştırmaları yorumlamaları başta olmak üzere tespitlerinin büyük ölçüde katılmıyorum… Ben de birçokları gibi, modernlikle birlikte yalnızlık açısından işlerin çok daha kötüye gittiğini düşünenlerdenim yani Svendsen’e aksi görüşteyim. Bence yanılgısının nedeni, geleneksel dünya ve modern zamanların algı ve zihin dünyalarını karşılaştırmak zahmetine bile katlanmadan yalnızlığın kaygan anlamlarında sörf yapmayı tercih etmesi. Oysa sadece David Riesman ve arkadaşlarının bu ölçütlerden yola çıkarak 1950’ler Amerika’sını analiz ettikleri “Yalnız Kalabalık” kitabını hak ettiği biçimde ele alsaydı dahi farklı bir sonuca ulaşabilirdi.
Riesman’ı daha önce bazı yazılarımızda ele almıştık (Bakınız: https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/toplumsal-halimizi-gosterse-bir-arastirma-2035203). Riesman’a göre modern toplum, “dışa yönelimli” bir toplumdur; kişinin hayat planını yaptığı referanslar, diğer insanlarca belirlenir. Bu toplumda birey, akran grupları, yakın çevre ve kurulu iktidar aygıtları tarafından manipüle edilen “başkalarınca yönlendirilen” kişidir. Başkalarının yol göstericiliğine ve düzeltmelerine ihtiyaç duyan birey, kendisini mütemadiyen bir dostluk pazarında sunmak, piyasa değerini bu yolla artırmak isteyen bir alışveriş nesnesi gibi icra-i hayat eden bir “özne”dir. Modernliğin dış referanslarca yönlendirilen insanı, ötekilerin dışında kalmamak için ne gerekiyorsa yapar. Hal böyle olunca eğlence bile, okunacak kitaplar, serbest zamanda yapılacak işler bile zorunluluk olarak, sırf başkalarından geri kalmamak amacıyla yapılır. İnsan “herkes” gibi olmak, “herkes”in içinde kalmak için, marka ve imaj peşinde yapayalnız kalır farkında bile değildir. Zira bu görünüşte benzer olmanın bedeli “uygar ilgisizlik”tir; birbiriyle ilgilenmeyen insanlarda doğal olarak ortaya çıkan güven yitimidir… Yalnızlık hissi, bu nedenlerle önceki zamanlardan farklılaşır ve modernliğin alâmetifarikası halini alır.
Biricik amacı, modernliğe derinlemesine bakma yeteneği olan birçok düşünüre, “Aşkın İsveç Teorisi” filminin yönetmeni Eric Gandini gibi modern yalnızlığı açığa vuran sanatçılara karşı reddiyeci bir tez geliştirmek olan Svendsen ise maalesef bu apaçık gerçekleri göremiyor. Sığ felsefi bakışı, dümdüz yorumlarla yetinmesi onu körleştiriyor. Oysa bakışını biraz derinleştirdiği zaman, mesela neden daha çok sosyal ağa ve dert ortağına sahip oldukları halde kadınların erkeklere göre daha çok yalnız hissettiklerini tartıştığı yerlerde (s.75) güçlü zekâsı hemen kendisini belli ediyor. Eğer keskin zekâsını var olanı savunmak yerine hakikati görmeye sevk edebilseydi modernliğin insanlık tarihinde keskin bir sapma olduğunu, algı sistemlerini ve zihinleri değiştirdiğini fark edebilirdi. Yazık…