|
Bizi kendimize inandıran ne?

Herhangi bir zihinsel meselede o meseleyi kendi gerçekliği içinde kavradığımıza bizi inandıran ne? Böyle bir kanaate nasıl ulaşıyoruz? Bizim bildiğimizi düşündüğümüz ve böyle bir zeminden hareketle düşüncelerimize başka düşünceler eklediğimiz, kanaatlerimizi şekillendirdiğimiz şey, temelde bir ‘inanç’tan ibaret değil mi? Biliyor oluşumuza dair kanaatimiz, bildiğimize inanıyor oluşumuzdan almıyor mu gücünü. Meseleleri birtakım somut, tartışılmaz olduğunu varsaydığımız verilerle düşünüyor olabiliriz ama onları birbirine neyle bağlıyor ve bu malzemeden sonuçları nasıl çıkarıyoruz. Dayanağımız en temelde ‘doğru’yu biliyor olduğumuza dair inancımız değil mi? Ve ‘inanç’ dediğimiz şey de, nihayetinde bir histir ve çoğu zaman içsel yönelimlerimizin bir eseri olarak ortaya çıkar.

“İşler arasında yapılması en zor olanı vardır ki o eylem alanında değildir: Tanrı’ya yönelmiş bakışımızı her daim sabit tutmak. Bu, işlerin en ağırıdır zira bizim vasatlığa değgin, kendilik olarak adlandırdığımız tüm bayağı yanlarımız, istikameti Tanrı’ya yönelen bakışlarımızı bir ölüm fermanı gibi görür. İçimizdeki bu bayağılık, bakışımızı yücelikten çevirmemiz için tüm yalanları söyler” diyor Simone Weil, ‘Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler’ kitabında.

İnsanın gelgitleri olmayan, duygusal değişkenlikler göstermeyen, değişmeyen ve sarsılmayan dosdoğru bir hakikate dayandırması gerekir düşüncelerini. Aksi halde savrulması kaçınılmazdır. Çünkü duygu ve düşüncelerimiz yaşadıklarımızdan etkilenir, vaktin gerçekliği bazen bütünsel gerçeklikten kopar, tepkisel sapmalar ortaya çıkar, beklentilerimiz, heyecanlarımız, yorgunluklarımız bizi dosdoğru düşünmekten, hakkaniyeti korumaktan alıkoyabilir. Durumlara göre değişmeyen eskimez, yanılmaz bir kaideye ihtiyacımız vardır; çünkü biz yanılırız, görece olana kanarız, heyecanlarımıza kapılırız. Özünde hepimiz kırılganız, eğilip bükülürüz. Gerçeği kendi duygu ve düşüncelerimize endeksler, buna inanırsak, değişmek tabiatında olana kendimizi sabitlemiş oluruz ki, milyon tane örnekle sabittir bu zemin çürük zemindir, üstüne sağlam herhangi bir şey bina edilemeyecek zemindir.

Simone Weil’in aynı kitabından birkaç satır daha aktaralım buraya: “Bizim çarkımızı döndüren, havada uçurup, yeryüzünde dik tutan hep O’dur. Güneş ışığı, aranıp bulunan değil, görülüp kabul edilendir. O, şeylerin tümüne mündemiçtir. Bitkilerin içindedir, toprağa ve karanlığa gömülen tohumla birliktedir. En uygun zamanda tohumun çatlayarak bir ağaca yahut buğdaya dönüşmesini sağlayan yine onun enerjisidir. O ağaç ölür ve o ağacın ölüsünden, yine gün ışığında evlerimizi yaparız. Hayat verir. Güneş, bizim kendi ruhumuzun karanlığında gömülüyken yalnız bırakmayan ve bizi kötülüğe çeken ahlaki bir yerçekimine karşı bizim sathımızda yer alan lütfun imgesidir.”

İman, insanı hakikatle irtibatlı kılan bağın adıdır. O bağ kurulamamışsa ya da zayıf kalmışsa kişi bütün kalbi ve zihinsel yapılarını çürük zemin üzerine kurmak zorunda kalır. Bunun sonu yıkımdır, savrulmak ve sürüklenmektir. İnsan dünya hayatında varlığını nihai manada ancak hakiki ‹Var›a nispetle anlamlandırabilir. Aksi her ifade suya yazılan yazıdır, su bir an sonra siler onları.

“Sanki çok önemli bir şeyi gözden kaçırıyorum” diye mırıldandı kendi kendine, “ve gözden kaçırdığım o şey, diğer her şeyi gerçek haliyle görmeme engel oluyor.”

#İnanç
#Simone Weil
#Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler
1 عام قبل
Bizi kendimize inandıran ne?
* “Zulüm 1453’te başladı” diyenler mi kazanacak? Bizans’ı mı kuracaklar? * Akşener’den tipik bir FETÖ taktiği: Ekrem sen Fatih’sin!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?