|
"Merkez Sağ" için bazı uyarılar

Geçen yılın başlarında şöyle bir sav dile getirmiştim: "Merkez Sağ ve çevresini kuşatan ''diyalektik oyun'' -toplumsal zemin açısından- miadını doldurmak üzeredir, iyimser bir tahminle yaklaşık bir buçuk yıllık ömrü kalmıştır." Cumhurbaşkanlığı seçiminden Meclis Araştırma Komisyonları''na uzanan süreç artık "pilin bittiğini", Merkez Sağ''daki mutlu ve koruyucu diyalektik dengenin gerilerde kaldığını, önümüzdeki dönemin pekçok "taktik manevra"yla toz duman içinde geçeceğini gösteriyor. Merkez Sağ yeni bir kulvara girmiştir ve artık bunun dönüşü yoktur; partilerin bünyesinden kaynaklanacak "gerici adımlar" yeni oluşum sürecinin daha da hızlanmasını sağlayacak. Bu çerçevede, "olasılık senaryoları"na göz atmazdan önce, bir iki uyarıyı yinelemek gerekiyor.

Birinci uyarı: Türkiye''nin, sahip olduğu potansiyeli en üst düzeyde kullanamamasının ardında, siyasi iradenin milli iradeye uygun bir performans sergileyememesi yatıyor. Türkiye bir türlü arzu edilen "siyasi irade"yi ortaya çıkaramıyor. Bu "siyasi irade" noksanlığında, bugün "Türkiye''nin sahip olduğu potansiyeli yönünce kullanamadığını" savlayanların önemli bir bölümü -özellikle Merkez Sağ''ın içine düştüğü konum açısından- sorumluluk sahibi. Türkiye''de kendilerini "siyasi otorite" olarak gören pekçok aydın, köşe yazarı, kanaat önderi yıllardır Merkez Sağ''ın bölünmesine, yaşadığı erozyona tepkisiz kaldı, hatta kimi zaman -daha dar çıkar alanları için- bu durumu teşvik eden tutumlar benimsedi. Merkez Sağ''ın içine düştüğü durum, sanılanın tersine, çevresinde yer alan diğer siyasi anlayış ve partilerin de bir "irade zaafı"na ve "konumsuzluk"a düşmelerine yol açtı. Türkiye''nin potansiyeline uygun bir performansı en üst düzeyde sergilemesi isteniyorsa, başta "Merkez Sağ" olmak üzere bütün taşların yerine oturması gerekiyor. Bu "sancılı" süreç, yine sanılanın tersine, "siyasi irade" için en uygun vasatı oluşturacak, başka seçenekleri gereksiz ve gerekçesiz kılacak.

İkinci uyarı: Türkiye''deki ekonomik ve toplumsal koşullar üzerine "derin çözümlemeler" üretenlerin büyük kısmı, neredeyse ağız birliği etmişçesine, siyasetin yozlaşmasından, siyasetteki "etik"in yok olmasından, değer erozyonundan, ülkede "ahlak"ın gölgesinin bile kalmadığından dem vuruyorlar. Siyasetin yozlaşmakta olduğu doğrudur. Ama, nedense, bu işte yalnız siyasetçilerin değil, herkesin eşit sorumluluğa sahip olduğunu dile getirmekten kaçınıyoruz. Bugün siyasete ve siyasetçilere ağzına geleni söyleyenler, kendi yaşama alanlarında ne kadar "etik saflık"a sahip olduklarını sorgulamak ve göstermek zorundalar.

Geçmişte yalnızca sola (ve sağda göründüğü halde sol içerikli olan anlayışlara) özgü olan bir hastalık, bugün yavaş yavaş sağa da bulaşıyor gibi: Nice kişi sözcüklere, kavramlara neredeyse "büyüsel bir güç" yükler hale geldi. Bir sözcüğün ya da kavramın kullanılmasıyla, dolaşıma sokulmasıyla, herhangi bir yasa maddesinin içeriğine katılmasıyla o sözcük ya da kavramın "varlık" kazanacağına, yaşanır hale geleceğine inanmak gibi bön bir düşünce bu. Böyle olunca, kimi büyük "kavram reformistleri"nin mevcut durumu getirip rahmetli Özal''ın üç beş lafına bağlamaları pek de güç olmuyor (Onlar hiç stokçu bakkallardan margarin almamışlar, Tekel bayileri önünde hiç kuyruk beklememişler, devlet ihalelerinde hiç düşkırıklığına uğramamışlar!).

"Turgut Özal" örneği ve onun anlayışına yapılan saldırılar, bugün Türkiye''de siyasetin -biribirinden çok farklı bakış açılarının elbirliğiyle- ne hale geldiğini görmek açısından önemlidir. Korunaklı yuvaları tehdit altında kalacak diye nice liberalleşme girişimine karşı çıkanlar, reçeteciliği ve total (ama içeriksiz) projeleri siyasi bir anlayışa dönüştürenler, devlet düşmanlığını "liberallik" sananlar, hemen her siyasal ve toplumsal gelişme sonrasında kahramanlığa soyunanlar -elbirliğiyle- "siyaseti olanaklı kılan zemini" tahrip ettiklerini, siyaseti çözüm üretemez hale getirdiklerini görmüyorlar. Yarın siyaset toptan işlemez hale getirilirse, bütün ucuz kahramanlıklardan, siyasal rant oluşturan bütün kutuplaşma ve karşıtlıklardan, kavramların büyüsüne dayalı bütün o biçimci yaklaşımlardan geriye yalnızca "can sıkıcı bir trajedi" kalacak. O zaman da Efruz Beyler ortalığa dökülüp "Ben dememiş miydim!" diye çalım satmaya devam edecek.

Üstelik yarın "Merkez Sağ"da bir birleşme gerçekleşirse, ortalığa dökülmeyi bekleyen nice Efruz Bey var. Ucuz kahramanlar baş köşede yer aldıkça, siyasetçiler "ucuz adam"la iş görmekten vazgeçmedikçe, Türkiye hep aynı öykülerle meşgul olacak ve siyaseti elbirliğiyle yok etmemizin "nedenleri" asla anlaşılmayacak.

Sonuç: Siyasal ve toplumsal biçimcilik hastalığı köklerimizi yiyip bitiriyor. Artık hemen her kesime özgü hale gelen katı ve tuhaf bir ahlakçılık, siyasal reçetecilik "milli irade"yi bir ak-kara tercihi basitliğinden ibaretmiş gibi gösteriyor: "Yasaları, kuralları, yasakları, toplumsal düzenlemeleri değiştirince o başlığın konusu olan herşeyin değişeceği/düzeleceği" gibi bön, bir o kadar da tehlikeli bir düşünce bu da. Herkesin -hangi inanca ya da bakışa dayalı olursa olsun- korunaklı yuvalarından çıkması ve bu "toprak" üzerinde, salt onun üzerinde düşünmesi vakti geldi de geçiyor bile. Ama bu gereklilik, öncelikle, "Merkez Sağ"da yeni bir konum kurmaya çalışan siyasal aktörler için geçerli.

24 yıl önce
"Merkez Sağ" için bazı uyarılar
6’lı masada 300 bin dolar alan döviz fırsatçısı lider Kılıçdaroğlu mu; para kaynağı yasal mı?
Cizre, kıyıda unutulmuş bir hazine
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!