|
Dünyaya ve İçindekilere Kırgınlık Teşkilatı

“Eski fakat eskimeyen bir yaranın tam ortasında yaşıyorum ben. O sokağın önünden ne zaman geçsem ‘acaba burada mıdır?’ diye düşünüyorum. Eski fakat eskimeyen bir yara. Başımızın geçmeyen dönmesi mi diyeyim? Yarışı yenice bitirmiş atların sağrısından boşanan ter mi diyeyim? Söyle bana, ne diyeyim?”

Dünyanın yollarını çok uzun süredir çiğnediğim için artık kendi hakkımdaki kanaatimi netleştirebilirim sanki. Bende bir şey var. Önceleri, tasasız bir şairken, biraz da şımarık bir tanımlamayla şey derdim. “Hikâye beni ne yapıp edip buluyor.”

Bir kız mesela. 17 yaşında. Otururken birdenbire “babam beni, annemi ve iki ablamı terk ettiğinde on bir yaşındaydım hocam” demişti. Vahdet’le birbirimize bakmıştık. “Hikâye bizi buluyor usta” demişti Vahdet, “bizde hikâye paratoneri var.”

Artık tasasız bir şair değilim. İnsanı anlayınca her şeyi anlayabileceğini düşünen o genç adam yaşlandı. Yorulmadı ama yaşlandı. İnsanı anlayınca bir halt olmayacağını anlamaktır belki de yaşlanmak. İnsanı anlıyorsun ve daha da kötüsü insanı anlayınca hiçbir şey olmadığını, olmayacağını da anlıyorsun. İnsan belki de en çok burasından ölüyordur.

O yüzden uzun süredir artık “hikâye beni buluyor” demiyorum. “Bende kendisine rahatça dert anlatılacak bir adam büyümüş” bile demiyorum. O kibirli yere de lanet olsun yani. Artık sadece dinliyor ve dinledikçe insanı tanıyor, onu anlıyor olmanın çaresizliğini berkitiyorum gönlümde. Onlar anlatıyor, ben yaşlanıyorum. Umudum dara düşüyor. Çaresizlik büyüyor. Söylemiştim galiba bunu: İnsan belki de en çok burasından ölüyordur.

Dudaklarının titremesine, gözlerinin dolukmasına engel olamayan, çok sevmiş, hayal kırıklığı da aşkı nispetince olmuş bu delikanlı da anlatıyor işte. O anlatıyor, ben bir çaresizliği usul usul büyütüyorum. İnsanı tanıyor olmanın çaresizliği.

“Yanlış anlama abi” diyor, “ben ekmeğimi hep taştan çıkarttım. Hem okudum hem çalıştım. 24 saat açık marketlerde, lokantalarda gece işi yaptım. Alışkınımdır yani üç dört saat uykuyla okula gidip sınavlara girmeye. Elde avuçta olmayınca ne yapacan abi, mecbur.”

Devamını bildiğim, hem de iyice bildiğim bir hikâyenin sökün edeceği yere geldik işte. Bitirdi delikanlı girizgâhını çünkü. Şimdi asıl yaralandığı yere gelecek. “Onunla okulda her şey yolundaydı abi” diyerek başlatacak anlatmaya. “Çok güzeldi aramız” diyecek. “Hayaller kurduyduk” diyecek. “Okul bitince aile arasında mütevazı bir düğün yapıp evlenecektik. Perdelerimiz kurumuş gül renginde olacaktı. Sırt sırta verip çalışacak, geçinip gidecektik” diyecek.

Bunların hepsini anlattı birer birer. “Gelişme” kısmı da tamam oldu böylece. Bir konuda yanılmışım sadece. Perdelerin rengini solgun nane gibi düşünmüşler. Bence perde için iyi bir tercih değil ama zevk meselesidir en nihayetinde.

“Sonuç?” dedim ister istemez. Hikâyeden sıkıldığım için değil, asla. Karşımda dolukmuş gözleri, titreyen elleriyle oldukça çaresiz görünen bu delikanlıya bir şifa vesilesi, bir derde derman bulmak için de değil. Sadece “sonuç” kısmına gelmemiz gerektiğini anladığım için.

O kısım kesik kesik geldi. “Okulun son yılında beklentileri değişti abi” diye girdi söze, “çok güzel kızsın, hayatını yakacaksın aşk evliliği yaparak” diyenler olmuş, başlangıçta hiç dikkate almamış, ama insandır neticede, yavaş yavaş sorgulamalar başlamış, maddiyat meselelerini çok didikler olmuş, sonra da günün birinde olanlar olmuş.

“Çok kalbimi kırdı abi” demiş. Karşısına dikilip “öğrencilikte gülüp eğlendik ama sen benim yaşamak istediğim hayatı karşılayamazsın” demiş. Kalbinin tuzla buz olduğu yer tam orası olmuş işte. “Şimdi söyle bana abi” oldu son cümlesi, “şimdi söyle bana abi, ne yapayım. Şu laftan sözden anlamayan kalbimi hangi kavanoza sığdırayım. Kafamı hangi taşlara vurup da rahatlayayım? İnsanın bittiği yer burası mıdır?”

Tabii ki “burası insanın bittiği değil, başladığı yerdir delikanlı, aramıza hoş geldin” demedim ona. Denilmez. Çünkü aramıza hoş geldiğini henüz bilmiyor. Müslüm Gürses şarkılarının, Turgut Uyar dizelerinin, bazı film sahnelerinin, bazı sokakların, bazı ışığı yanan evlerin, bazı tutulmuş ellerin insanı niçin sızlattığını ve bu sızının bir gizli teşkilat, bir devasa örgüt gibi dünya boyunca yayıldığını bilmiyor henüz. Bir daha asla “mutlu ve ebleh” olamayacağını idrak ettiği yere gelmemiş. Dünyanın en büyük gizli teşkilatının “dünyaya ve içindekilere kırgınlık teşkilatı” olduğunun farkına varmamış daha. Hele yıllansın, hele demlensin acısı, anlayacak. Ve anladığında, kendi durumundakilere söylenebilecek en iyi cümlenin “bir çay daha içer misin?” olduğunu kavrayacak.

Çay söylemekten, lafı değiştirmekten, iç çekmekten başka bir sığınağımız yoktur, olmamıştır çünkü.

#Hayat
#Kırgınlık
#Hikaye
1 yıl önce
Dünyaya ve İçindekilere Kırgınlık Teşkilatı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti