|
İslamiyet, demokrasi ve hakimiyet kavramı
Basında çalışan birçok kişinin mantık dokusu iflâs etmiş.

Piyasaya eski kasetler sürülüyor ve bu kasetler, Tayyip Erdoğan'ın değişmediğine delil sayılıyor. Oysa, yeni bir kasette benzer konuşmalar yer alsa, ancak o takdirde takiyye görüşü ön plana çıkabilirdi.

Bundan 10 sene önce, kravatı benimsemeyen, AB'ye girmemizi istemeyen biri pekâlâ, farklı bir çizgiye gelebilir. Zaten cezada bile, bu yüzden 5 yıllık zaman aşımı var.

Ama hayır! Bizim medyamız, eski kasetleri değişimin delili sayacağına, takiyye işareti olarak kabul ediyor.

Dikkat çeken, ikinci önemli husus, Aydın Doğan medyasının Tayyip Erdoğan'ı hedef tahtasına oturtması. Acaba samimi bir "laiklik" mücadelesi mi veriliyor yoksa, korku dağları mı bekliyor? Bunu günün birinde herkes daha iyi anlayacak.

Oligarşik düzeni değiştirmek kolay değil. Bence Erdoğan ve arkadaşları bunun bedelini ödüyor.

Hüküm Allah'ındır

Elimde, gazeteci yazar Ali Bulaç'ın "Din, Devlet ve Demokrasi" isimli kitabı var. Bulaç, kitabında, Tayyip Erdoğan'ın kaseti dolayısıyla gündeme gelen "Hakimiyet Allah'ındır" meselesini irdelemiş. Şöyle yazıyor:

".....'Hâkimiyet Allah'ındır' önermesi, demokratik temel varsayımlarla mutlak bir çatışma içinde midir? 'Hâkimiyet Tanrı'nındır' Katolik Kilisesi'ne ait bir söz. (Omnis, potestas deo); bu formülasyon özünde teokrasiyi temellendiriyor.

En başta belirtmek gerekir ki, Kur'an'da 'Hâkimiyet Allah'ındır' diye bir ayet geçmiyor. 'Hüküm Allah'ındır' geçiyor. Bunun anlamı şu:

1) Allah, mülkünde, mutlak güce sahiptir. Yeryüzü, gökyüzü Allah'a aittir... Eğer mülk Allah'ın ise, aynı zamanda insanlarındır.

2) Mutlak bilgi Allah'a aittir. Allah, âlimdir, mutlak bilgi ve ilim sahibidir.

3) Mutlak iktidar Allah'a aittir. Yeryüzü ve gökyüzü üzerinde mutlak irade ve kudret sahibi Allah'tır.

...Yeryüzünde bütün saltanatlar, bütün iktidarlar, Allah'ın mutlak hükümranlığı karşısında, izafidir, geçersizdir. O halde, en başta inancın temeli olan, 'kulun kul üzerinde tahakküm kurmaması' ana hedef olarak seçilir. Müslüman bir zihnin tasarlayıp inşa edebileceği siyasi projenin en önemli özelliği, kulun kul üzerinde tahakküm kurmaması fikrine dayanır.

Müslümanlar, Allah'ın indirdikleriyle hareket etmeyi temel görev sayarlar. Ve bu anlamda da 'Hüküm Allah'ındır' Burada önemli husus, Allah'ın hükmüne göre yaşamak isteyenlerin, bu taleplerini sadece kendileri için söz konusu etmeleri; herkesi tek ve aynı hükme göre yaşamaya mecbur etmemeleri, kısacası baskıcı ve totaliter bir rejim kurma çabası içinde olmamalarıdır.

'Hüküm Allah'ındır' ibaresi, aynı zamanda, bütün ihtilâfların nihai hüküm koyucusu Allah'tır demek. Son hükmü, Allah, ahirette, verecektir. O zamana kadar herkesin kendi inancına göre yaşaması ve hayırlarda yarışması temel kuraldır."

İktidarın kaynağı

Ali Bulaç, uzun uzun "Hüküm Allah'ındır" cümlesinin hangi anlamlara geldiğini anlattıktan sonra, siyasi iktidarın kaynağı açısından Allah'ın hâkimiyetinin esas tutulup tutulmayacağını da kitabında şöyle açıklıyor:

"Siyasi iktidarın kaynağı manasında 'Hâkimiyet Allah'ındır' dediğimiz zaman, 'Peki bu hâkimiyeti, yeryüzünde ve iktidar ilişkileri çerçevesinde kim kullanacak' sorusu ortaya çıkar. Kilise'nin bu suale cevabı belli. 'Hâkimiyeti kullanma hakkı kilise ve din adamlarınındır. Çünkü kilise, İsa'nın bedenidir...' Oysa caminin böyle bir misyonu yok. Peki devleti kim yönetecek? Ennas; yani insanlar, liyakat sahibi insanlar, siviller, laikler. (Burada laik, ruhban sınıfın dışında kalan siviller anlamında kullanılıyor. N. I.) Bizi yönetenler kimin adına yönetiyor? Allah adına mı? Hayır. Başbakana, bakana yetkiyi Allah mı verdi? Hâkimiyeti kullanma ve yetkiyi devretme hakkı, ümmete, halka aittir. Bu yetkiyi ümmet devreder; devrettiğini de gerektiğinde geri alır."

Ali Bulaç'ın, özetlemeye çalıştığım görüşleri: "Hüküm Allah'a aittir" ayeti ile "Egemenlik millete aittir" düşüncesinin birbiriyle çelişmediğini gösteriyor.

Elbette, Müslüman ilim adamları arasında farklı sonuçlara ve yorumlara varanlar, hatta Hariciler gibi, hakem tayin ettiği için Hz. Ali'ye "Hüküm Allah'ındır" ayetine dayanarak can düşmanı kesilenler de var.

İslamiyet ve Demokrasi

Ali Bulaç, İslamiyet'in bir siyasi rejim veyahut bir devlet biçimi dayatmadığını hatırlatarak, dinimizin öncelikleriyle demokrasiyi telif etmenin pekâlâ mümkün olduğunu belirtiyor. Bırakınız mümkün olmayı, özellikle Katolik anlayışı ile mukayese edildiğinde, İslamiyet'in demokrasiyle çok daha kolay bağdaştığını söylüyor.

"İslamiyet, özgürlüğün korunması ve geliştirilmesini, adaletin tesisini, yönetilenlerin yöneticilerini özgür iradeyle seçmesini, karar makamları üzerinde halkın söz ve inisiyatif sahibi olmasını, şûrayı; meşru yönetime itaati; hangi din ve inançtan olursa olsun, herkesin inandığı gibi yaşamasını; bir arada yaşayan insanların ortak iyi, ortak yarar (ma'ruf) üzere kamusal hayatı düzenlemelerini, bir değer olarak ister ve bu değerlerin hayata geçmesini emreder."

Yukarıdaki tarife göre, İslamiyet ile demokrasinin bağdaşmadığı ileri sürülebilir mi?

Ama geçmişteki tatbikat, İslamiyet'in ruhuna uygun muydu? Hayır.

Osmanlı'daki uygulama

Hz. Ebubekir, Allah'ın halifesi değil, Allah'ın Resûl'unun halifesi olduğunu söyledi. Çünkü, Allah'ın halifesi olmak, O'nun yeryüzündeki gölgesi olmak demekti. Bugünkü Papa'nın konumunda bulunmayı kabul etmedi. "Ben, Resulullah'tan sonra sizin başınıza geçenim. Beni bu makama Allah değil, siz getirdiniz" dedi.

Oysa Osmanlı döneminde sultanlar, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi sayıldılar. Mülk padişahındı. Ve teb'a Sultan'ın kullarından oluşuyordu.

İslamiyet'in özüne ters düşen yanlış uygulamaya rağmen, Cumhuriyet idaresi, gelişmenin ve değişimin tohumlarını da Osmanlı devletinde buldu. İlk laik mektepler, Osmanlı'da kuruldu. Hukuk da laikleşti. Meşrutiyet'i ve sonra Cumhuriyet'i ilân eden kadrolar, Osmanlı'nın yetiştirdiği laik eğitim alan kişilerden oluşuyordu.

Tarihimizin ve dinimizin çağdaş gelişmelere ters düştüğü iddiasını taşıyan bir avuç seçkinci aydının yazıp çizdiklerine aldırmadan, gerçekleri görmeye çalışmalıyız.

Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, Siyasal İslam'ı temsil etmiyor. Aksine, İslam'ın, siyasette kullanılmasına karşı çıkıyorlar. Bunu, hemen her toplantıda teşkilâta anlatıyorlar. İşte, eskiye göre (kasete göre) değiştikleri ana nokta bu.

Dindar insanlar olarak yaşamaları, böyle bir hayat tarzını herkese dayatacakları anlamına da gelmiyor. Zaten, İslamiyet ile demokrasi, ne birbirleriyle yarıştırılacak, ne de birbirine ters düşen kavramlar.

Ama siz, laikliği ön plana çıkarır, üstelik hatalı bir tarifle, dindarları sadece siyasetten değil toplum hayatından da dışlamaya çalışırsanız, halkın değerleriyle demokratik ilkeler arasında, aslında mevcut olmayan bir çelişki yaratırsınız. "Başörtülü kadın milletvekili olamaz, kurucu olamaz, üniversiteye gidemez. Aileler ilköğretimden önce evlâtlarına din eğitimi veremez; dînî cemaatler tehlikelidir v.s."

Türkiye'nin esas sorunu, İslamî bir hayat tarzını seçenler değil. Korku üzerine bina ettikleri mutlak otoriteyi, üstün durumlarını, seçkin konumlarını bütün muvaffakiyetsizlerine rağmen sürdürmek isteyenlerdir.
#İslamiyet
#demokrasi
#hakimiyet
#Tayyip Erdoğan
23 yıl önce
İslamiyet, demokrasi ve hakimiyet kavramı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset