|
Dezenformasyonla mücadelenin hukuki ve toplumsal boyutu

İnternet ve dijital alandaki kapsamlı değişimler nedeniyle bu alandaki hukuki düzenlemelerin de her yeni gelişme ölçüsünde revize edilmesi ve yeni bağlayıcı hükümlerin gündeme gelmesi mecburidir.
Bu nedenle devlet ve devlet üstü yapıları bu alanda her geçen gün yeni düzenlemelerin gerekliliği üzerine tartışmalar yapmakta ve zaman zaman da korumacı bir yaklaşımla yeni yol haritaları belirlemektedirler. Son dönemde ABD-Çin geriliminde görüldüğü üzere yapay zeka ve dijital platformlarla ilgili başta ticaret olmak üzere veri lokalizasyonu gibi başlıklarda da ciddi adımlar atılmakta ve TikTok başta olmak üzere birçok Çinli şirkete dair korumacı bir yaklaşım sergilenmektedir.

Son dönemde sıklıkla tartışılan ve seçimler öncesinde farklı konu başlıkları üzerinden karşımıza çıkan dezenformasyon konusu Türkiye açısından ciddi riskler içermektedir. Bir tür kitlesel seferberlik ve kamu desteği ile mesafe kat edilmesi gereken bu konu ile ilgili yakın dönemde kapsamlı bir hukuki çerçeve de çizilmiştir. Peki bu kadar tartışılan bir konuda yasaların bağlayıcılığı dezenformasyon açısından bir caydırıcılık içeriyor mu? Bu sorunun cevabı hiç kuşkusuz her geçen gün artan ve gündelik hayatın işleyişini de önemli ölçüde kesintiye uğratan manipülatif içeriklerle ilgili ne tür takip ve işlemlerin yapıldığı ile doğrudan ilişkilidir.


Hukuki Sürecin İşleyişi

Türkiye’nin egemen bir devlet olarak internet platformları ve sosyal medya şirketlerine yönelik tavrı, ilgili platformları belirli bir hukuki çerçeve üzerinden tanımlamak üzerinden ilerledi. Örneğin Türkiye 2019 yılında Netflix başta olmak üzere dijital platformları lisanslama yoluna gitmiş ve bir yönetmelik çerçevesinde ilgili platformlarla muhataplık tesis etmiştir. O dönemde çok tartışılan bu konu, Türkiye’nin bir kurumsal mekanizma aracılığıyla ortaya koyduğu ilk ve önemli başarılardan birisidir.

Fakat asıl önemli adımlar ise 2020 ve sonrasında ortaya koyuldu. 2020’de Facebook, Twitter, Instagram, TikTok, YouTube ve Pinterest gibi Türkiye’den günlük erişimi bir milyondan fazla olan sosyal medya platformlarını düzenleyen bir yasa ile ilgili platformlara yapılan başvuruların Türkçe cevaplanması, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden durumlarda yapılan şikayetlere kırk sekiz saat içerisinde cevap verilmesi gibi zorunluluklar getirildi. Veri lokalizasyonu açısından da önemli adımların atıldığı bu yasa ile sosyal medya platformlarına Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de tutma zorunluluğu söz konusu oldu. Verilerin Türkiye’de muhafaza edilmesi ve temsilcilik açarak bir temsilci bulundurma zorunluluğu, Türkiye’nin egemenliğini pekiştiren önemli kararlardı.


Dezenformasyonla Mücadele Yasası

Türkiye’nin yasal düzenleme noktasındaki en önemli adımlarından birisi de kamuoyunda “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” olarak bilinen yasadır. 2022’nin sonunda yürürlüğe giren söz konusu yasa ile, sahte isim ve hesaplarla içerik oluşturup paylaşma, farklı dinlere veya milletlere yönelik küfür, iftira veya hakaret etmek, karalamak ya da itibarsızlaştırmak, nefret ve ayrımcılığa zemin oluşturmanın önüne geçilmek istenmekteydi. O dönemde yasanın en fazla tartışılan kısmı ise Türk Ceza Kanunu’na eklenen yeni bir madde ile “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu”nun tanımlanmasıdır. Bu tanımlamaya konu olan değişiklik ile halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde açık biçimde yayan kimselere bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Bireysel ve örgütsel suçlarla ilgili de teknik bir ayrıma giden düzenleme, suçun failinin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde suçu işlemesi durumunda, verilen cezanın yarı oranında artırılmasını hedeflemektedir.


Neden Türkiye?
Peki sosyal medya şirketlerini belirli bir hukuki çerçeve üzerinden denetime alan bu tür yasal düzenlemelerin varlığına rağmen neden Türkiye en fazla yalan habere konu olan ülkelerin başında gelmektedir.
Hiç kuşkusuz son dönemde yaşanan seçim tartışmaları başta olmak üzere uluslararası ilişkilerde alınan pozisyonlar da bu konuda üretilen manipülatif içeriklerin nitelik ve niceliğini belirlemektedir.
Türkiye’nin yakın gelecekte dijital alanlar karşılaşacağı risk ve meydan okumaları iyi hesap etmesi ve bu konuda yeni düzenleler yapması oldukça önemli.
Hukuki düzenlemelere ek olarak geniş bir kitlesel seferberlik ve dijital okuryazarlık kampanyası ile yeni döneme entegre ve dijital çağın getirdiği risklere karşı duyarlı bir eğitim politikası takip edilmelidir.
Sosyal medya platformlarının yalan haberlerin belirlenmesi konusunda yeni ve işlevsel mekanizmaları devreye sokması önemli. Sosyal ağlardaki manipülasyonları engelleme adına kamuya ek olarak sivil inisiyatifli teyit mekanizmalarının gündeme gelmesi ve sağlıklı bir enformasyon yönetimi söz konusu olmalıdır. Bu noktada Avrupa’da da bir örneğini gördüğümüz konvansiyonel medyanın desteklenmesi ve profesyonel gazeteciliğin geliştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu konuda benzer içerikleri farklı zamanlarda kaleme alan bir akademisyen olarak şunu söylemeliyim;
Yasal düzenlemelere entegre bir sivil toplum inşa edilemediği sürece yalan haber başta olmak üzere dijital platformlardan kaynaklı risklerle mücadele etmek olağanüstü derecede zor olacaktır.
#Dezenformasyon
#sosyal medya
#Turgay Yerlikaya
12 gün önce
Dezenformasyonla mücadelenin hukuki ve toplumsal boyutu
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler
Yıl 2030: Sokak köpekleri simülasyonu