|
Mahalle baskısından İslamofobyaya bir yol vardır

Mahalle baskısı kavramı sıradan bilim faaliyetinin tipik bir klişesi haline geldi. Bilenler bilir ünlü bilim tarihçisi ve felsefecisi, "paradigma" kavramının mucidi Thomas Kuhn bilimi kısır döngüye dönüştüren ve sürekli kendi kendini doğrulayan, kendi yanılsamalarını onaylayan bir süreç olarak "sıradan bilim" (veya "olağan bilim") kavramını işaret eder.

Önceden benimsenmiş kavramlar ışığında mevcut teorileri doğrulamak üzere yapılır sıradan bilim faaliyeti. Kavram ve teorilerin yanı sıra doğaya veya bilim nesnesine sorulacak olan bütün sorular da önceden önümüze konulmuştur. Bu esnada bilim adamının zihninin arkaplanında çalışan başka bir "bilim öznesi" vardır. Ben bu öznenin karanlık bir mihrak, bir komplo odağı olduğunu iddia edenlere katılmıyorum. Bilim adamının bu yanılsamayı üretmek için bir yerlerden (örneğin Soros''tan, AB fonlarından, oradan buradan) görev veya para desteği almış olması gerekmiyor. Sıradan bilim çerçevesinde kalması yetiyor. Seçilmiş nesneye seçilmiş soruları yönelttikçe seçilmiş bir teorinin görüşü sürekli yeniden üretilir.

Yine de "mahalle baskısı" kavramı etrafında gelişen bilimin çok hızlı "sıradanlaşmış" olduğunu kabul ve takdir etmek gerekiyor. Bunda da birkaç nedenden dolayı şaşılacak bir şey yok. Birincisi kavramın Prof. Şerif Mardin gibi Türkiye sosyolojisinin en önemli ismi tarafından telaffuz edilmiş olması. Mardin, bu kavramın siyasal suiistimaliyle ilgili endişesini ve uyarısını dile getirdiyse de, bu suiistimale uzun süre sessiz kalmak suretiyle destek vermekten de geri durmadı. İkincisi, bilime sorulan bu sorunun yine önceden seçilmiş cevabını iştiyakla bekleyen geniş bir siyasal kitlenin hazır bulunduğu gerçeğidir. Evet, soru cevabın rehberidir ve mahalle baskısı sorusu da, sorulduğu andan itibaren arzulanan yere doğru beklenen rehberlik hizmetini hakkıyla yerine getirmektedir.

Buraya kadar olanlar bilimin olağan veya sıradan süreciyle ilgilidir. Ancak bilim ile siyasetin iç içe geçtiği noktada mahalle baskısı kavramının sadece bilim tarihiyle sınırlı olmayan bir işlevi daha göze çarpmaktadır. O da yol açtığı İslamofobya duygusudur. Mahalle baskısını ispatlamak üzere anlatılan bütün hikâyeler giderek İslamlaşma korkusunu pompalıyor. Baskı yapanlarla ilgili derlenen hikâyelerin toplamı İslamofobya ideolojisinin mitik dayanakları haline geliyor.

Prof. Binnaz Toprak''ın yönetimindeki "Türkiye''de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler" başlıklı araştırmada mülakat alınan 401 şahsın ağzından ortaya konulan verilerle çizilen tablo aslında her şeyden önce bal gibi "ötekileştirilmiş muhafazakârlar" tablosudur. Bu tabloda "muhafazakârlar tarafından baskı gören laikler" gösterilmeye çalışılmış ama ilk bakışta görünen sadece "laikler tarafından kötülenen, korkulan ve nefret edilen muhafazakârlar" olmuş.

Araştırma denekleri tarafından "yaşanmış olaylar" olarak sunulan anlatımlara "yalan" muamelesi yapmak tabii ki gerekmiyor. Birilerinin gerçekten bazı baskıları yaşıyor veya hissediyor olması ihtimali asla göz ardı edilemez ve gereği de mutlaka yapılmalıdır. Ama bir sosyal bilimcinin özellikle bu tür gerilim sahalarında, hele açık bir nefret ve korkunun devreye girmiş olduğu sahalarda bir tarafın diğeri hakkında her anlattığına da inanması gerekmiyor. Ayrıca sosyal dünya "Şeyh uçmaz, ama müritleri uçurur" sözünün geçerli olduğu bir dünyadır. İnsanların aşırı derecede uyandırılmış korkuların, hayranlıkların veya değişik duygularının etkisiyle "hiç yaşanmamış veya yaşanamayacak olayların şahitleri" haline gelmeleri aslından zannedildiğinden çok daha yaygın, sıradan bir insanlık durumudur. Bizatihi ideoloji mekanizmasının çalışma şeklidir. İdeoloji bir yanıyla kolektif yanılsamalara, bir yanıyla da "yaşanmış gibi hissedilen" söylencelere dayanır. Birçok anlatıyla ilgili ilk tanıklık kaynağının "kör bir balıkçıya" çıkması işten bile değildir.

Baksanıza, yakın ve güncel bir örnek olarak, 1915 yılıyla ilgili neler olup bitmişse kendine bir taraf seçenlerin her biri, sanki kendi başından geçmiş gibi anlatmıyor mu her şeyi?

Araştırmada "yükselen muhafazakâr sermaye veya grupların dayanışması" ile ilgili aktarımların toplamı savaş öncesi Almanyasında Yahudi sermayesi veya Yahudilerin cemaat dayanışmasıyla ilgili anlatılanlara ne kadar da benziyor!

Yahudilerle ilgili bu kulaktan kulağa yayılan ve hepsi de "yaşanmış olaylar" gibi hissedilip aktarılan hikâyelerden müthiş bir "Yahudi tehlikesi", bir anti-semitizm ideolojisi ve Hitler Nazizmi ortaya çıkmıştı.

Bazı somut ve gerçekten olmuş olabilecek vakaları dışarıda tutalım, ama örneklerin büyük çoğunluğu İslamcı sermaye veya cemaatlerin salt varlığını bile kendilerine karşı bir baskı gibi gören bir yaklaşıma dayanıyor. Bu örneklerde muhafazakârların başkalarına bir baskı hissettirmemek için yapabilecekleri tek şey gözden tamamen kaybolmaktır.

İşi getirmeye çalıştıkları nokta da bu. Oysa hâlâ resmen ve fiilen geçerli olan başörtüsü yasağıyla, katsayı uygulamasıyla dışlanmaya, aşağılanmaya, alt sınıf muamelesi görmeye devam edenler mahallenin "ötekileri" değil "berikileridir".

15 yıl önce
Mahalle baskısından İslamofobyaya bir yol vardır
Büyük Mustafa
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!