|

Bir çiçeğin peşinden Kaçkar’a çıktım

Ebru sanatına yüzü aşkın çiçek deseni ekleyen sanatçı Firdevs Çalkanoğlu çiçeklerin peşinde bir hayat sürüyor. “Bir çiçeğin peşinden Kaçkar dağlarına bile çıktım” diyen Çalkanoğlu, “Herkes, ustasından aldığının üstüne bir şeyler ekleyerek kendi öğrencisine teslim ediyor. Ben yenilikler yapan bir sanatçıyım ancak klasik bir eğitim aldım. Hem yeniyi hem de eskiyi harmanlayarak çalışıyorum” diyor.

Merve Akbaş
04:00 - 21/10/2018 Pazar
Güncelleme: 12:53 - 20/10/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
Bir çiçeğin peşinden Kaçkar’a çıktım
Bir çiçeğin peşinden Kaçkar’a çıktım

Firdevs Çalkanoğlu çiçek aşığı bir ebru sanatçısı. Öğrencilik yıllarında “Neden ebruda sadece 5-6 çiçek motifi var, bunu nasıl arttırabilirim?” diye düşünmeye başlamış. Bugün ebru sanatına 100’den fazla çiçek deseni kazandırmış. Çalkanoğlu yeniliklerle anılan bir sanatçı olsa da klasik öğretinin önemine vurgu yapıyor: “Bu bir kar topu gibi. Herkes, ustasından aldığının üstüne bir şeyler ekleyerek kendi öğrencisine teslim ediyor. Ben yenilikler yapan bir sanatçıyım ancak klasik bir eğitim aldım. Eski ustaların neler yaptığını çok iyi biliyorum. Hem yeniyi hem de eskiyi harmanlayarak çalışıyorum. Örneğin battal ebru ebrunun hem ilkokulu hem de üniversitesidir. Aslında ebrucunun gerçekten ebrucu olduğunu gösterir. Çok başarılı çiçekler yapabilirsiniz. Ancak iyi bir battal atamadıktan sonra geleneksel ebru sanatçısıyım diyemezsiniz.”

Ünlü bir Alman yazı tipi tasarımcısı olan Erik Spiekermann “tasarladığınız her harf, yüzde doksan beş oranında kendinden öncekilere benzemelidir. Bu, onun okunur olmasını sağlar. Yüzde beşlik kısımsa yaratıcılığınıza kalmıştır. Ancak bu yüzde beşlik kısımda kendinize özgü bir alan oluşturabilirsiniz.” diyor. Geleneksel sanatların bir dalı olarak ebru için de aşağı yukarı böyle bir şey söyleyebilir miyiz?

Bu ebruda geri plana atamayacağımız bir konu. Ebru geleneksel bir Türk sanatıdır. Çok uzun bir geçmişi var. Orta Asya Türklerine dayanıyor. Belli nedenlerle İran’a geçiyor. İran’dan Baharat Yolu’yla İstanbul’a yerleşiyor. Dünyanın hiçbir yerinde Türk ebrusunun benzerini bulamazsınız. Kendisine has desenleri vardır. Bu yüzyılda bir sanatçı desenler, tavırlar ne kadar değişse de aslında geleneğe bağlı, kendi karakteristik özelliklerini taşımalı çalışmalarında. Geçmişteki eserlerden koparak bir eser üretmemiz mümkün olamaz. Böyle olursa sanatımızın kimliğini kaybederiz. Bugün Çin’de Amerika’da Rusya’da adına ebru denen, su üstünde herhangi bir malzemeyle yapılan farklı üretimler var. Bunların bizim Türk ebrusuyla alakası olmayabiliyor. Biz ustalarımızdan aldığımızı içine bir şeyler de katarak öğrencilerimize ve gelecek nesillere aktarmak zorundayız. Tabi ki bazı şeyler değişecek. Ancak özünden, felsefesinden uzaklaşmadan değişmeli. Geleneksel sanat diyorsak eskiyi de içinde barındırıyor. Bu bir kar topu gibi. Herkes, ustasından aldığının üstüne bir şeyler ekleyerek kendi öğrencisine teslim ediyor. Ben yenilikler yapan bir sanatçıyım ancak klasik bir eğitim aldım. Eski ustaların neler yaptığını çok iyi biliyorum. Hem yeniyi hem de eskiyi harmanlayarak çalışıyorum. Örneğin battal ebru ebrunun hem ilkokulu hem de üniversitesidir. Aslında ebrucunun gerçekten ebrucu olduğunu gösterir. Çok başarılı çiçekler yapabilirsiniz. Ancak iyi bir battal atamadıktan sonra geleneksel ebru sanatçısıyım diyemezsiniz.


Yüzyıllardır kültürümüzün kadim bir sanatı olmaya devam eden ebru sanatının bugünün insanına nasıl bir sözü olabilir?

Teknik olarak ayrıntıları bilmese de görsel olarak ebru herkese keyif verir. Yani sanattan anlamanıza bile gerek yok. Bu salona giren herkes bu renklerden etkilenebilir. Soyut bir şey de bazen herkese aynı şeyi anlatmaz. İlla benim her tablomda anlattığımı karşı taraf anlamak zorunda değil. O kendince başka bir şey anlayabilir. Sanatın dili de böyle ortaya çıkar. Aslında tek dil ebru gibi görünür. Ancak benim zihnimde oluşturduğu yansımayla sizdeki farklı olur. Bazısı ebru olduğunu bile anlamaz, resim zanneder.

Klasik ebru çeşitlerinin dışına çıktığınızı ve battal, taraklı ebru gibi klasik çeşitlerin dışında özellikle çiçekli ebruda kendinize has bir dokunuşunuz olduğunu biliyoruz. Bu yolculuk nasıl başladı?

2003 yılından bu yana Ebru üzerine çalışıyorum. Fuat Hoca’yla (Başar) başladım. Bir yıl kadar onunla ebru üzerine çalıştım. Yılmaz Eneş’le çalışmalarım oldu. 2008 yılına kadar hocalarımın yaptığı gibi ebrular yapan bir insandım. Ufak tefek denemelerim olurdu ama bu sanatsal bir adım sayılmazdı. Klasik ebruyu öğrendikten sonra tamamen çiçeklere yöneldim. Çiçeklere olan aşkım, ebruda kısıtlı kalan bu alanı genişletmeye yöneltti. Detaylandırmak istedim. Ebruda neden 5-6 çiçek var, 7’si neden yok diye düşünüyordum. Gerçekten ben başladığımda ebru sanatında 5-6 çiçek motifi vardı. Ben ise 100’ün üstünde çiçek ekledim buna. Yaptığım her çiçek, kendi üslubumda yaptığım çiçek oldu. Hocamdan menekşe öğrendim, ardından üç dört çeşit menekşe daha yapmaya başladım. Ebruda benim öğrenciliğimde tek lale bilirdik. Ben bunları çeşitlendirdiğim için mutluyum.


Çiçekleri nasıl seçiyorsunuz?

Doğayı inceliyorum. Yani çiçeği inceliyorum. Çiçek de bakıyorum evde. Tek çiçek için aylar süren çalışmalar yapıyorum.

Neden çiçek üzerine çalışmayı tercih ettiniz peki?

Çiçeklere aşığım. Ressam olsam da çiçek resimleri çizerdim. İnsanlara çiçek isimlerini öğrettiğim için mutluyum. Bir çiçek deseninin üzerinde aylarca, yıllarca üzerine çalıştığım oluyor. Latince adını, doğasını, nerede yetiştiğini tek tek öğrenirim. Çiçeği biliyorum, tanıyorum artık. Bazen bir çiçeğin peşinden giderim. Bu araştırmalarım için geziler yaparım.

İstanbul çiçeklerini çalışıyor musunuz?

İstanbul’un erguvanı Bodrum’un begonvili... Ben endemik çiçeklerle ilgili alışacaksam bu iş için en iyi yerin Karadeniz olduğunu düşünüyorum. Bir çiçeğin peşinden Kaçkar dağlarına bile çıktım. Dosya dosya ders gibi çalıştığım çiçekler de var. Ama kalbimin sesini dinleyip uzun uzun araştırdıklarım da. Bazen yolda bir çiçeğe rastlarım ve onun hikayesine kapılırım. Fotoğrafını çekerim, farklı görsellerine, türlerine ulaşırım. Gül desem lilyumun hatrı kalır, lilyum desem manolyanın hatrı kalır bende.


Ebruyu yenilikçi bakış açısı duvara taşıdı


Klasik sanatların usta-çıkar ve icazet verme gibi bir geleneğinin olduğu malum. Diğer tarafta akademi tarafından ilerleyen bir kolu da var bu işin. Bir öğrenci nasıl yetişir, nerede icazet alır?

Benim iki ustam var. Benim de öğrencilerim var. İcazet ebru için vazgeçilmez bir şey değil. İcazeti olmadan da bir ebrucu sanatçı olabilir. Senin icazetin yok, sen ebrucu değilsin diyemeyiz. Bu resmi değeri olmayan, gönülden gönüle bir taltiftir. Ancak akademik çalışmalarla ebru öğrenilmez. Ebru haftalık iki saatlik seçmeli derslerle öğrenilebilecek bir sanat değil. Bunun tabi ki terapi yönlü kullananlar var. Ama ben o tarafta değilim.

Ebru sanatının geçmişteki işlevine kıyasla bugün bulunduğu yeri nasıl tanımlarsınız? Artık kitapların içinde ebru kullanılmıyor, en azından görünürde öyle. Bu anlamda işlevsel bir noktadan ayrılıp sadece sanat eseri görevini üstlenmiş durumda...

Ebru, kitap süsleme sanatıyken zamanla olay çok farklı noktalara ulaşmış. Necmettin Okyay saplarıyla, yapraklarıyla çiçek denemeleri yapmış. Hatta çiçeğin kök kısmını yapmayı denemiş. Bunlar ilk adımlar. Çok değerli adımlar. Eğer yaşadığınız çağda, önünüzde örnek de yoksa, yeni bir adım atıyorsanız attığınız adım çok büyük bir adımdır. Necmettin Okyay’ın öğrencisi Mustafa Düzgünman, Okyay’ın çiçeklerini biraz daha geliştiriyor. Kendisi bunların içine bir de papatyayı ekliyor. Fuat Hoca da Düzgünman’ın öğrencisi. O da kendinden bir şeyler katıyor. Ben de ondan öğrenerek kendimden bir şeyler kattım. Bu şekilde devam ediyor ebru. Ebru kitapları süslüyorken şimdi duvarda tek başına arz-ı endam eden bir sanat eserine dönüştü. Bunu yenilikçi bakış açısındaki sanatçılar sağladı”


Kopya eserlere ödül vermek doğru değil

Günümüzde gerek ebru sanatıyla uğraşan diğer sanatçıların ve gerekse de ebru sever izleyici kitlesinin sizin yaptığınız türden yeniliklere olan tepkisi nasıl oluyor?

Hayranlıkla bakıyor. Benim ebrularımın suyun üstünde yapıldığına inanamayanlar da var. Ama daha önce gördükleri ebrunun bu olmadığını da anlıyorlar. Aslında bu sanatın her alanında olur. Yenilikler önce yadırganır. Bazı tutucu çevreler dışlıyor. “Onun yaptığı ebru değil”, “şunun yaptığı tezhip değil” ifadelerini kullanırlar. Ama zamanla herkes o değişime uyum sağlamak zorunda kalıyor. Yenilik asla yapılmaz diyen bir gün yenilik yapma ihtiyacı duyabiliyor. Çünkü bir sanatçı onlarca yıl aynı şeyi yapamaz. Öğrencisine de aynı şeyi yaptıramaz.

Peki bu noktada geleneksel sanatlarla ilgili yarışmaların önemi nedir?

Yenilik yapılıyorsa yenilik yapan da desteklenmeli. Ben bu nedenle geleneksel sanatlar üzerine yapılan yarışmaları destekliyorum. Yıllardır sanat yarışmaları düzenleniyor. Bu sanatçılar için kendinin nerede olduğunu görmesi adına, teşvik edilmesi adına oldukça önemli. Ben geleceğin ustaları yarışmasının ebru alanında bir tasarım yarışması olmasını istedim. Arkadaşlara da bu fikrimi söyledim, kabul gördü. Eski ustalarının çiçeklerinin birebir kopyalarına yıllardır ödül veriliyordu. Biz yeniliği desteklemezsek bu insanlar bunun için nasıl çabalayacaklar? Bu nedenle Geleceğin Ustaları aslında bir tasarım yarışması. Sanatçıların çabasının da tescillenmesi, yüreklenmesini sağlıyor. Yarışmada ödül almanın manevi gücü çok önemlidir. Her şeyin üstündedir. Çünkü çok prestijli bir yarışma bu.

Katılım nasıl ebruda?

Katılım kalabalık. Yurtdışından gelen eserler oluyor. Almanya’dan, Mısır’dan eserler de geliyor.

Yurtdışına gidiyor mu ödüller?

Ebruda ödüller hep Türkiye’deki öğrencilere gidiyor. İşin doğrusu bu sanatın merkezi İstanbul.

#Yeni Şafak
#Pazar Eki
5 yıl önce