
İzlanda’nın genç kalemlerinden Frida Isberg’in yazdığı İşaret, yakın bir gelecekte yürürlüğe girmiş “empati testi” üzerinden bir sistem eleştirisi yapıyor. Kitap, ideal topluma giden yolda her şey denenebilir diyenlerle, iyisiyle kötüsüyle insana odaklananların karşı karşıya geldiği bir distopya olarak karşımızda duruyor.
Empati kelimesi üzerine düşündüğümüzde zihnimize olumlu düşünceler üşüşüyor. Çünkü empatiyi, acının ve zorbalığın kol gezdiği dünyada insanlığımızı hatırlatan temel duygulardan biri olarak görüyoruz. Mesela sıcak evlerimizde pek çok imkana sahipken soykırım ve savaşlarda yok edilen insanlarla en azından empati yoluyla bağ kuruyoruz. Ya da bizimle aynı imkanlara sahip olmayan insanlarla empati kurarak dayanışma içine giriyoruz. Peki empati kurmak sistemin bir parçası ve makbul vatandaş olmanın ön şartı olursa ne olur? İzlandalı yazar Frida Isberg, bu sorunun peşinden giderek İşaret romanını yazmış. Yakın gelecekte bir distopya olarak kurguladığı kitap, temel duygularımız ve ikilemlerimiz üzerinden ilerleyerek zihnimizde felsefi tartışmalara kapı aralıyor.
İŞARETLİLER VE DİĞERLERİ
İşaret’te İzlanda Psikoloji Topluluğu, “empati testi” adını verdikleri bir sınavla toplumu iyileştirme işine girişiyor. Amaç bireylerin merhamet seviyesini ölçerek iyi ile kötüyü ayırt etmek ve böylece toplumun huzurunu kaçıracak olası eylemlerin önüne geçmek. Test önce toplumda yavaş yavaş uygulanmaya başlıyor. Empati testini geçenler kendi istekleriyle işaretleniyor ve hayatın her alanında kapılar onlar için kolayca açılıyor. Testi geçemeyenler ise toplumun ötekileri olarak konumlanıyor.
“Hastanın sebep sonuç kavramına sahip olup olmadığını belirlemek için empati testi devrim niteliğinde bir yöntemdi. Empati ve ahlaksızlığı, başkalarının acısıyla yüzleştiğinde kişinin acı mı yoksa iyi mi hissettiğini ölçüyordu. Belli başlı niteliklerin arasında bariz bir ilişki vardı. Kişinin empatisi ne kadar düşük olursa, sabıka kaydına sahip olma ihtimali o kadar artıyordu. Hastaları ilaç ve terapiyle eşleştirmenin, iyileşme ve sonuçları ölçmenin, sonuçlarla asosyal davranışlar arasında ilişki kurmanın ultramodern bir yoluydu…”
DAYATILAN EMPATİ, EMPATİ MİDİR?
Romanda kuşkucu öğretmen Vetur, testin savunucu psikolog Oli, testi geçemeyen işkadını Eyja ve teste girmeme hakkı için savaşan genç Tristan başrolde yer alıyor. Bu karakterlerin bağımsız gibi görünen hikayelerini kitabın sonuna doğru birbirine bağlayan yazar, romanda başarılı bir kurgudan öte yazdığı diyaloglarla felsefi bir görüş ortaya koyuyor. Okur olarak empati testinin iyi olmadığını düşünürken bir yandan da empatinin neden önemli olduğunu hatırlıyorsunuz. Bize doğru gelen şeylerin sistemsel olarak dayatıldığında farklı sonuçlara yol açabileceğini gösteren kitap, işaretlenmiş insanlar ve işaretlenmemişler arasındaki ayrımın bugünün dünyasında başka sıfatlarla zaten var olduğunu fısıldıyor;
“İşaretlenmemiş biri yanlış bir şey yaptığında herkesin, bu kişinin işaretlenmemiş olmasını büyüttüğünü, ancak işaretli biri yanlış bir şey yaptığında kimsenin bir şey demediğini fark ettiniz mi? Örneğin Reykjavik polisleri, hafta sonu yirmilerinde bir adamın alkollü araba kullanmaktan tutuklandığını söylüyor. Kişi işaretli olduğunda, insan olduğu için yasayı çiğnemiş oluyor ama işaretlenmemiş biri yasaları çiğnediğinde, bunu işaretlenmemiş olduğu için…”
TOPLUMU İYİLEŞTİRMENİN ARAÇLARI
İzlanda Psikoloji Topluluğu’nun yasalaşması için başını çektiği empati testi, yola çıkarken suç oranının düşmesi ve toplumun iyileşmesini hedefliyor. Testi geçemeyenler için psikolojik destek altyapısı oluşturuluyor. Referandum zamanı yaklaştıkça test yanlıları ve karşıtları arasındaki oranlar sürekli değişiyor ve toplum ortadan ikiye ayrılıyor. Bu gerilim hattında sonucu bekleyenlerden biri olan Oli, teste girmeye direnen Tristan’dan tehtit mesajları alıyor ve durumu eşi Solveig’le konuşurken teste direnmenin bir tuzak olduğunu iddia ediyor;
“…kuşaklardır empati insanlara bir çeşit tedavi olarak sunuldu, ancak şimdiye kadar hiçbir kuşak empatiyi müsamahadan ayıramadı. Cevap bu Solveig. İnsani çözüm bu. Kimin yardıma ihtiyacı olduğunu gösteren araçlarımız var. İnan bana, görmezden gelmemiz, önünü açıp merhamet göstermemiz, daha iyi biri olacağını ummamız ona yaramaz. Duygularımızın bizi kontrol etmesine izin veremeyiz. Bazen soğukkanlı olmalı ve herkes için iyi olanın ne olduğunu mantıklı bir şekilde düşünmeliyiz.”
KORKUYLA MI İNANÇLA MI YAŞAYACAĞIZ?
Empati testini geçenlerin bu teste katılmak istemeyenlerle empati kuramamaları ve kendilerini “ötekilerden” soyutlamaları insanın halleri üzerine önemli bir şey söylüyor;
“Artık her gün, işaretlemenin “normal” insanları “bozuk” insanlardan nasıl koruduğunu ve bu “bozuk” insanların ya ülkeden taşındığını ya tedaviye başladığını ya da iyileştiğini anlatan makaleler yayımlanıyor. Oli her defasında aynı rahatlamayı yaşıyor; toplumun yelesinden ufak bir düğüm daha taranarak açılmış oluyordu.”
İşaret, insanın korkuyla mı yoksa birbirine olan inançla mı yaşamak istediğini sorgularken özümüzde var olan değerlere bakıyor. Frida Isberg yazdığı romanla, empati kavramıyla ilgili kafamıza çengel atmayı başarıyor.









