|

Sezginin açtığı kapıdan giren Toptaş öyküleri

“Gecenin Gecesi” kitabı yazar Hasan Ali Toptaş’ın öykülerini bir araya getiriyor. Toptaş’ın öykülerinde ise zaman hem hızla akıp gider hem de âdeta durur. Kahramanları da hem yürür, hem sırtlarında yük vardır, hem koşmaya çalışırlar hem bir değnek ya da bastona mahkûmdurlar. Onun kahramanları ne yerde ne de göktedir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 04:28 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
​​Hasan Ali Toptaş “Kuşlar Yasına Gider” adlı romanının ardından bu kez bir öykü kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı.
​​Hasan Ali Toptaş “Kuşlar Yasına Gider” adlı romanının ardından bu kez bir öykü kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı.
ÖZGÜR ARAS TÜFEK

Hasan Ali Toptaş “Kuşlar Yasına Gider” adlı romanının ardından bu kez bir öykü kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı. Yazarın Gecenin Gecesi adlı kitabı beş öykü ve toplam 84 sayfa ile âdeta okuyucuya tadımlık bir okuma hazzı yaşatıyor.Yayınevi, kitaptaki öyküleri Ümit Ünal’ın desenleriyle renklendirerek okuyucuya farklı bir deneyim sunmayı hedeflemiş. Kitabın birinci öyküsü Yatak’ta sırtındaki yatakla yolculuk yapan kahramanın yolculuğu anlatırken çocukluğunda yaşadıkları belli belirsiz bir biçimde hikâyede resmedilmiş ve kitaptaki diğer dört öykünün aksine olaylar okuyucunun zihninde muhayyel bırakılmıştır. Kahramanın sırtında taşıdığı yatak huzurla uyuyamadığı gecelerde yaşadığı ızdıraplı saatler midir? Yazarı geçmişteki eşyalara, kokulara, hissedişlere götüren şey nedir? Sarıp sarmalayıp sırtına yüklediği şey aslında çocukluğunun hatıraları mıdır? Öykünün bitiminde hâlâ cevabı tam olarak bilinmeyen bu sorular okurda öykünün bitmediği hissini uyandırıyor.

VEYSEL NASIL KANATLANDI ?

Kitaptaki ikinci öykü Nihat… Öykü, babası tarafından çok küçük yaşta terk edilen Nihat ve Nihat’ın annesini konu alıyor. Öykü hepi topu yedi sayfa fakat tesiri öylesine güçlü ki Nihat’ın annesinin onun peşinden koşarken arkasında bıraktığı tombul rüzgârları teninizde hisseder gibi oluyorsunuz. Fotoğraf öyküsü hem kitaptaki öykü sıralaması hem de sayfa sayısı bakımından kitabın üçüncü sırasındaki öyküsüdür. Kasabadaki film ekibi Fuat Yücesoy adındaki biri hakkında bir film çekecektir. Yolları kahramanımız Ziya ile kesişir. Ziya’nın mihmandarlığında Fuat Yücesoy’un oğlu emekli öğretmen Himmet Nadir Yücesoy’un evinin yolu tutulur. Himmet Nadir Bey hakikaten nadir bir insandır. Eski öğrencisi Ziya ve film ekibiyle tuhaf bilgiler paylaşır. Kitabın dördüncü ve en uzun hikâyesi Veysel’in Kanatları, uzunluğuna rağmen insanın elinden kayıp gidercesine okunan bir öykü. Konusu, dili, kurgusu itibariyle insanı çepeçevre saran, okurken insanı mıh gibi olduğu yere saplayan bir öykü. Bir kahvehane köşesinde kumar oynamak için toplanan dört adamın yaşadıklarını, kahvehanede çalışan genç adamın gözünden anlatan öykü çarpıcı bir sonla bitiyor. Her şeyini kumar masasında kaybeden Veysel nasıl kanatlandı? Hasan Ali Toptaş neden mâlum sonu bu şekilde yazmak istedi diye düşündüğümde okuyucuya olan merhametinden kaynaklandığına kanaat getirdim. Kitabın son öyküsü yine kısa sayılabilecek bir öykü; Şeytan Uçurtması. Bu kez kahramanımız bir çocuk. Annesinden uzakta, babası, cici annesi ve şeytan uçurtması adını taktığı üvey kardeşiyle yaşayan bir çocuk.


DÜŞ VE GERÇEĞİN KESİŞTİĞİ NOKTADA HİKÂYE

Hasan Ali Toptaş’ın hikâyelerinde insanın eşyayla münasebeti alışkın olduğumuzdan çok farklıdır. Onun hikâyesinde eşyalar, hayaller ve gerçekler öylesine iç içedir ki anlatılanların ne kadarı düş ne kadarı gerçek kestiremezsiniz. Bir anda hikâyenin bir yerinde dokunduğunuz bir eşya sizi hiç ummadığınız bir düşe sürükleyiverir.

Hasan Ali Toptaş hikâyelerinde duyular arasındaki geçişleri de çok sıklıkla ve ustalıkla kullanır. Onun hikâyelerinde güneş yüklü hasırların kokularında nehir boylarındaki sazlıkları ya da bir nehrin sessizliğini görebilirsiniz, bir orman uğultusunu işitebilir bu uğultu içine saklanmış bol güneşli yamaçları, yamaçlardaki ıslık inceliğindeki patikaları, bu patikalara inmiş bulutları, sağda solda çınlayan börtü böcek seslerini, nemli çalılıkları, çalılıkların diplerindeki sessizlikleri, rüzgârın kabuklarda yırtılışını bile…

MÜTEMADİYEN SUSAN BİRİ

Toptaş bütün bu duyuşu nasıl böylesine dikkatle yakalar ve böylesi bir ustalıkla okuyucuya sunar? Bütün varlığı bunca derin hissedip sonrasında kaydedebilmek ancak ânın sunduğu bütün farkındalığı kollarını iki yana açarcasına kucaklayıp sonra disiplinli bir cömertlikle yazabilmekle olur herhâlde… Ve kelimeler ne denli ustalıkla kullanılırsa kıllanılsın, dil ne kadar inceliklerle işlenirse işlensin sezginin açtığı kapıdan sanatçının gördüklerini hissedişlerini tam olarak anlatmasına kâfi gelmeyecektir. O yüzden gerçek sanatçı anlatamamanın suskunluğunu yaşadıkça taşımak zorundadır. Hasan Ali Toptaş da susar. Mütemadiyen susar. O kendisini yaşarken suskun, yazarken geveze olarak niteler. Toptaş’ın hikâyelerinde zaman hem hızla akıp gider hem de âdeta duruverir. Hikâyelerindeki kahramanlar hem yürür hem sırtlarında yük vardır, hem koşmaya çalışırlar hem bir değnek ya da bastona mahkûmdurlar, tam düştü derken kanatlanıverirler ya da bir uçurtma olurlar iple yeryüzüne bağlı. Onun kahramanları ne yerde ne de göktedir. Tek bir ânın sonsuz derinliğinde beliriverirler karşımızda. Bir yandan yatay bir yandan da dikey bir akış sarar sizi onun hikâyelerini okurken.

BİR ÖYKÜ KİTABI DEĞİL BİR ÂNIN MÜZİĞİ

Yazar Nihat’ta deliren oğlunun peşinden koşan şişman kadının arkasında avurtlu gölgeler, tombul boşluklar, şişkin rüzgârlar ve geniş kokular bıraktığını söyler. Veysel’in Kanatları’nda ise kahvede çalışan genç adam dışarıya çıkıp zifirî karanlıktaki sesleri dinler ve bir köpeğin havlama seslerini şöyle duyar; “hayvan dişlerini birkaç defa karanlığa geçirip bıraktı, geçirip bıraktı sanki.” Toptaş’taki bu farklı, sıra dışı duyuş, söyleyiş elbette derin bir hissediş ve yüksek bir farkındalığın eseridir.

Hikâyelerdeki onca betimleme, onca benzetme sizi sıkmıyor çünkü her kelime yerli yerinde olması gerektiğince duruyor. Topbaş bu harikulâde dil işçiliğini her ne kadar bir yazarın sorumluluğu olarak görüp dile getirilmesini lüzumsuz bulsa da biz söylemeden geçemeyeceğiz. Hasan Ali Toptaş’ın Gecenin Gecesi’nde dil su gibidir. Akıcı, duru, şeffaf ve vazgeçilmez… Gecenin Gecesi’ni okurken bir öykü kitabı okumaktan çok kusursuz bestelenmiş bir müzik eserini dinler gibi oluyorsunuz. O akışa kapılmak için kitabın kapağını araladığınız anda sizi saracak rüzgâra izin vermeniz yeterli.

#Hasan Ali Topbaş
#Gecenin Gecesi
6 yıl önce