|
Kitabın yol ayrımları

“Bana okumamı tavsiye edeceğiniz bir kitap var mı?” diye sordu öğrenci. “Evet, en yakınındaki!” diye cevapladı hocası.

Kimileri, kafasının içinde bir kronometre çalışıyormuş gibi tempolu, kondisyona dayalı, sürüme ayarlı bir performans ortaya koymak üzere okuyor kitapları. Kimileri ağır ağır, şairin dediği o merdivenleri çıkar gibi, her basamakta durup dinlenerek, aldığı mesafeleri içine sindirerek... Kimisi kavurucu çölde serinletici bir vaha arıyormuş gibi susayarak. Kimisi bütün vahaların inanmaya gönüllü olduğumuz birer serap olduğu bilgisini zihninin bir çekmecesinde saklı tutarak, temkinle ama hevesle bir yandan da... Kimi, uzun bir yolculuğu beraber geçirebileceği sadık bir yol arkadaşı gibi, ona kendini samimiyetle anlatan ve onu gerçek bir ilgiyle kendinden dinleyen... Kimi, okuduğu miktarını zamanın, bir kitabın içindeki hayatı neredeyse bütünüyle kendi hayatının yerine koyarak, kitabın seyri içinde yaşayarak, hissederek, yüzleşerek... Kimi, kendini okuduğu kitapların içinde bulmayı, anlamayı, hissetmeyi umarak, biraz endişe, çokça heyecan duyarak... Kimi, kitaplardan hayatına geçecek, ilişecek, sirayet edecek duygulardan korkarak, uzak bir mesafeden, yakını görmekten koruyan bir gözlükle okuyor kitapları. Kimi dalgalarla eşleşip enginlere kulaç atıyormuş gibi...

“Benim için kitaplar, kendimi yitirdiğim ve yitirmeyi sürdürdüğüm orman yaşantısının ta kendisiydi. Göz kamaştırıcı güzellikteki çiçeklerdi; simsiyah yüksek dallardı, gizemli sessizliklerdi, göksel seslerdi; ama aynı zamanda dağların, eğreltiotlarının ve yağmurların ötesindeki insanların yaşamıydı” diyor Pablo Neruda.

Kim olacağına, neyi yaşayacağına, masasının üstündeki hayat kataloglarına, paket programlara bakarak çoktan karar vermiş olanların kitapla iştigali beyhude çaba! Kitapların onlara söyleyeceği bir söz, açacağı bir sır yok çünkü. İnsan, kitaplardan kendini okur. Kitapların aynalığından kendini görür. Böyle bir gayreti, böyle bir merakı, böyle bir meselesi olmayanlar için kitap okumaya harcanan zaman sadece vakit kaybıdır.

Kitaplar, arzı ve talebi, müşterisi ve pazarı, turisti ve fuarı olan bir sektörün ürünleri artık. Bir sektörden, bir endüstriden, bir piyasadan söz ediyoruz kitaplardan, yayınlardan söz açılınca. Her sektör, ürününü öngörülebilir mekanizmalar marifetiyle üretmek ister, çünkü amacı riskleri en aza indirgenmiş türden bir kârlılıktır. Kitabın üretimi için de bu artık bir gereklilik olarak görülmeye başlandı ister istemez. Dolayısıyla piyasanın konjonktürel dalgalanmaları kitapları da etkiliyor, etkileyecek. Kurgu, öngörülebilirliği bakımından yeni kitap piyasasının öncelikli tercihi haline gelecek. Her kitabın içinde, içeriğinde iyi kötü bir kurgu vardır, söylediğim o değil! Kastım, kitabın tabiri caizse imalatında etkin olan kurgudur. Bu haliyle, kitabın değil, yazarın kurgulanmasından söz etmeliyiz artık belki de.

“Bugün yazı yazan genç kadın ve adamlar, insan kalbinin kendiyle çelişmesinden doğan sorunları unuttular. Halbuki iyi bir yazı ortaya çıkarmak için gereken bir tek odur. Bir tek onu yazarken çekilen acıya ve dökülen tere değer. Yazar bunları tekrar öğrenmeli. Her şeyin korkmakla başladığını öğrenmeli. Çalışma odasında sadece kalbin eski doğrularına, geçici ve ölüme terk edilmiş hikayelerin mahrum bırakıldığı evrensel gerçeklere, sevgiye, onura, acıma duygusuna, gurura, şefkate ve fedakarlığa yer verip, bunları sonsuza dek unutmamalıdır. Bunları öğrenene kadar bir lanetin gölgesinde çalışacaktır” diyor William Faulkner, Nobel ödül töreninde yaptığı konuşmasında.

#William Faulkner
#Nobel
#Kitap
4 yıl önce
Kitabın yol ayrımları
‘Su baronları’...
Türkiye ekonomisi nereye gidiyor
Bağ-Kur'da arşiv skandalı
Terör siparişi verdiler, geldi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…