Herhangi bir eşcinsel insana, tıpkı diğer günahkârlara baktığımız nazarla bakabiliriz ancak. Nasıl ki bir alkoliğe, bir kumarbaza, bir yalan bağımlısına, bir zinakâra “Allah affetsin, Allah hidayet versin, doğru yolu göstersin” diye dua etmekten daha net bir yolumuz yoksa mesele “eşcinsel bir insan” olduğunda da izleyeceğimiz, dahası izlememiz gereken yol budur. İnsan olmaklığı bakımından bir alkoliğe hangi merhamet nazarıyla bakıyorsak bir eşcinsel insana da aynı nazarla bakmaktır vazifemiz. Çünkü
Herhangi bir eşcinsel insana, tıpkı diğer günahkârlara baktığımız nazarla bakabiliriz ancak. Nasıl ki bir alkoliğe, bir kumarbaza, bir yalan bağımlısına, bir zinakâra “Allah affetsin, Allah hidayet versin, doğru yolu göstersin” diye dua etmekten daha net bir yolumuz yoksa mesele “eşcinsel bir insan” olduğunda da izleyeceğimiz, dahası izlememiz gereken yol budur. İnsan olmaklığı bakımından bir alkoliğe hangi merhamet nazarıyla bakıyorsak bir eşcinsel insana da aynı nazarla bakmaktır vazifemiz. Çünkü biz Müslümanların temel ilkesi “günahkârdan değil günahtan nefret etmek”tir ve üzerimize vazife olan şey de “günaha uygun ortamın oluşmasına engel olmak”tır, günahkârı hırpalamak değil.
İki durumu birbirinden ayırt edemezsek bugün adına “LGBT çukuru” dediğimiz çukurla doğru düzgün şekilde mücadele edemeyiz.
Birinci durum şudur. Eşcinsellik, tıbbi olarak bir hastalık, psikolojik bakımdan bir rahatsızlık, İslam ve diğer büyük dinler açısından da bir günahtır. Hastaya, rahatsıza, günahkâra yapılması gereken şeyler neyse onlar yapılmalıdır o insanlara. Hormon tedavisi, onarım terapisi ve tövbe üçgeni devreye alınmalıdır.
İkinci durum ise, büyük bir ideolojik tehlike ve aygıt haline gelen, insan ırkının devamlılığını ve sürdürülebilirliğini tehdit eden o büyük propaganda biçimi yani “LGBT çukuru”dur. Bu çukurla nesiller adına canımız pahasına mücadele etmemiz şarttır.
Son derece buyurgan, son derece küstah ve son derece kibirli bu ideolojik aygıt “hakikati yalnızca ben belirlerim ve hakikat, hiçbir hakikatin olmadığıdır” dediği için “trans düşünce” gele gele “kendimi engelli hissettiğim için kolumu kestim” diyen insanlara, “kendimi köpek hissettiğim için bir sahip arıyorum” diyen insanlara ve “bugün kalktığımda kendimi kadın olarak hissediyorum, o yüzden kadınlar tuvaletine gireceğim” diyen insanlara dayandı. Leş ve hastalıklı bir hazcılığın adı “LGBT” olarak konuldu.
O en eski, en kadim tartışmalardan biri olan “hazzın devamlılığını savunanlarla yaşamın devamlılığını savununlar” arasındaki kavga, LGBT çukurunun küresel ve orantısız güç kullanımı neticesinde hazcılar lehine ilerleyen bir çılgınlığa dönüştü. Pedofili ve zoofili gibi sapkınlıkların da legalize edilmesi aşamasına gelindi artık.
“LGBT çukuru”nun bunca büyük bir ideolojik aygıta dönüşmesinin altında elbette turbosundan hiperine, sanalından sarmalına bütün varyasyonlarıyla kapitalizm var. Daha 6-7 yaşlarından itibaren kullanılan ergenlik geciktirici hormon ilaçlarının ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarıyla her türden tıbbi operasyonların oluşturduğu “tıbbi pazar” ile giysisinden kozmetiğine “moda pazarı”nın oluşturduğu devasa ekonomiyi anlamadan büyük bir ideolojik aygıta dönüşen LGBT çukurunu anlamak imkânsız bence.
Çok özür dileyerek söyleyeceğim, neredeyse bir psikiyatrik terime dönüşen “Netflix dizisi i…nesi” diye bir durum var. Dünyanın en büyük dijital platformunda fazladan, hem de oldukça fazladan temsil ve görünüm elde eden LGBT’nin bu temsil ve görünümünü kapitalizmden ayrı düşünmek mümkün mü? Parayı verenin düdüğü çaldığı dünyada LGBT pazarının iştah açıcı ekonomisine hangi kapitalist nasıl kayıtsız kalabilir?
İngiltere’de, Amerika’da, Hollanda’da onlarca insan “ergenlik geciktirici ilaçlar kullandım, hayatım mahvoldu” itirafları yaparken yahut yüzlerce insan “cinsiyet değiştirme ameliyatı hayatımın hatası idi” derken malum bilimsellik yalanını da devreye sokan “LGBT çukuru”, güya dünyanın en saygın(!) haber mecralarında “cinsiyet değiştirme ameliyatlarında pişmanlık yaşama yüzdesi sadece yüzde bir” diye tezvirat kasıyorlar. Oysa ellerinde eşcinselliğin genetik bir yatkınlık olduğuna dair de tek bir gerçek veri yok, pişman olan insanlara önerebilecekleri tek bir çıkar yolları da yok.
Şurası net. Aile ve aile olmak duygusu, tüketim odaklı dünya için büyük bir tehlike arz ediyor hâlâ. Öyle “insanlığı bitirmek isteyen karanlık odakların hedefinde aile kavramı var” gibisinden komplo teorileri üretmekle olacak gibi değil mesele. Hatta böyle komplolar sadece durumu biraz daha içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Bu, düpedüz modern tüketim toplumunun bir numarası. Olan da bu arada çocuklara, ailelere, insanlara oluyor. Meseleye buradan bakmamız, mücadele alanını buradan kurmamız şart.
LGBT çukuruna düşmüş insanın nazarımda “elmas çıkarmak için Afrika’da çukurlarda insanlık dışı şartlarda çalıştırılan köleler”den hiç farkı yok. Düşmanımız o köleler değil, o çukurun sahibi olan köpekler.
LGBT çukurunun onuru da yok, şakası da. Bir büyük kötülük olarak bütün insanlığın üzerine kâbus gibi çökmüş durumda. Bu kâbusu yarabilmek, yok edebilmek içinse büyük bir mücadeleyi hep birlikte vermemiz gerekiyor. Ama düşmanı da, yöntemi de doğru belirleyerek. Yoksa işimiz çok zor.