|
Sadık Battal

Bakışlarında belli belirsiz bir karanlık, parıltıların kim bilir ne zaman bırakıp gittiği bir boşluk var. Gözleri, insana besbelli ağır gelecek bir yüksekliğin dibinde kırılan camların yığılmasıyla birikmiş, durgun, yassı...

Sustuğunda yere bakıyor. Gözlerini kirpiklerinden değil; kaşlarından kırpıştırıyor. Sürekli bir acil gündemi var, sürekli! Ruhunun derinliklerine bakabilmeyi ne kadar isterdim, oralarda bir yerde olacak sebebi, Alman romantiklerinin deyimiyle; ruhu sürekli bir "fırtına ve durgunluk" içinde yüzüyor. Toparlamaya çalışıyor! Toparlamaya, toparlamaya, toparlamaya çalışıyor. Sürekli toparlıyor. O''nu Ankara''da ilk gördüğümde, bir kalorifer peteğinin yanına oturmuş konuşuyor, tanışmanın sırtına yüklediği cümleleri toparlamaya çalışıyordu. Sonra pat diye Van''ı, öğretim üyesi olduğu üniversiteyi, öğrencilerini, sinemayı, aşkı öne sürdü ve kavramaya çalıştığı şeyi yeniden, yeniden ve yeniden kavramaya çalışıyormuş gibi toparlamaya ve toparlamaya çalıştı yine. O kadar ilginçti ki benim için bu tarz! En basit bir gerçeğin bile, kavranmasının aslında çok zor, bazen imkansız bir çelişkiler yumağı olduğu eski gerçeğini hatırlatıyordu. Bilge miydi? Bilmem; "En bilge insan, çelişkice en zengin olanıdır" diye yazıyordu Nietzsche bir zamanlar.

Yıllar sonra Lale Müldür''ün bir arkadaşının kendisine yakıştırdığı şeyi, ben daha ilk gün aklımdan geçirmiştim: Bu adam Dostoyevski''nin kitaplarından her nasıl olmuşsa olmuş, fırlayıp çıkmış ve zamanımıza gelmiş bir kahramandı. Evet, Sadık Battal''ı yakıştırsak yakıştırsak Dostoyevski''nin kalemine yakıştırırdık...

"Bu gün iyi bir yazar, iyi bir metin yazacaksa, insan yüreğinin bütün çelişkilerini çıplak bir biçimde ortaya koymak zorundadır." Bu sözleri William Faulkner''in Nobel konuşmasından aktardım. Sadık Battal''ın toparlamaya çalıştığı, yaşamın aslında hepimizin yüreğine yerleştirdiği o onulmaz çelişkiler, o doyulmaz ezgi, yaşamın içine yerleştirilmiş o örtülü titreşimdir.

Adamımız, şu arada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi''nde sinema dersleri veriyor. Bana kalırsa Türkiye''nin en önemli senaryo yazarlarından birisi. Ancak pazarlamıyor. Yazdığı şeyleri gidip "dizi patronlarının" makam odalarında diller dökerek "kabul ettirmiyor."

Ancak, zamanımızın bu enteresan beynini, bir vesileyle sizlere tanıtmak istiyorum ve onun bir senaryosunu, aktarmak istiyorum.

"Masanın üzerinde her şey vardı. Yığılmıştı masanın üzeri. İkisi de iştahlı ve saldırgandılar. Birisi bir taraftan, diğeri de öbür taraftan, ortadaki yığını iştahla sahiplenmeye başladılar. Büyük bir yarış başlamıştı! Canhıraş eller panik içinde öteye beriye hamle yapıyor; ''Bu benim!'' diyordu. Buna karşılık öteki de eline bir şey geçiriyor ve ''Bu benim!'' diye haykırıyordu. Çuvallar doluyordu... Yarış sürdü, sürdü. Masanın üzerindekiler yavaş yavaş tükendi, hiçbir şey kalmadı sahiplenecek... Durakladılar. Bir süre öylece kalakaldılar.

Sonunda bir tanesi, başını yavaş yavaş tavana dikti ve masanın üzerine çıktı. Elini uzattı ve lambayı, olgunlaşmış bir meyva gibi yerinden koparttı: ''Benim!..''

Ve ortalık kararmıştı..."

Hakan Albayrak onun için; "Camiamızın Müsbet Enerji Bakanı" demişti bir yazısında. Elbette öyle. Elbette. Yukarıdaki metnini ben, Yunus Emre''nin şiirleriyle bir tutuyorum. Kaba mülkiyetçiliğin ve ihtiraslı, tamahkar dünyeviliğin böyle dervişçe bir reddiyesini daha okumadım şu son yıllarda ben. Böylesine süzülmüş bir metinle karşılaşmadım. Elbette ki Müsbet Enerji Bakanımızdır kendisi. Güneşle camiamız arasına kurulan barikatların, en birinci baş düşmanıdır, çünkü o...

24 yıl önce
Sadık Battal
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi