2017’de Avrupa’nın büyük devletlerinde gerçekleşen hiçbir seçim sorunlara çare olamadı. Avrupa’nın siyasi ve ekonomik gücü azaldıkça, aşırı milliyetçilik ve ayrılıkçı duygular yeniden su yüzüne çıkıyor. İspanya’da Katalonya ve Bask bölgesi, Belçika’da Valonlar ve Flamanlar arasındaki ayrılıkçı dalga, Fransa’nın Korsika sorunu, İtalya’nın kuzeyindeki ayrılıkçı dalgalanma, İskoçya ve Kuzey İrlanda’da bağımsızlık rüzgarları, ‘Avrupa çatırdamaya mı başlıyor’ sorusuna sebep oluyor.
1957 yılında tek başına iktidara gelen Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) dışında bugüne kadar tek başına iktidara gelen başka bir partinin olmadığı Almanya’da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerde sonuç yine değişmedi. CDU/CSU seçimden yüzde 33 oy oranıyla birinci çıkarken, Sosyal Demokrat Parti (SPD), tarihinin en düşük oy oranı olan 20,5’te kaldı. Nazi yanlısı Almanya için Alternatif (AfD) partisi, yüzde 12,6 oranında oy alarak sandıktan üçüncü sırada çıkmayı başardı. AfD’nin meclise girmesine Almanya içindeki hem siyasi partiler hem de sivil toplum kuruluşlarından tepki gelse de Avrupa’daki sağ popülist partilerden AfD’ye tebrik mesajları yağdı. Fransa’daki aşırı sağcı parti Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen ve Hollanda’daki İslam ve göçmen karşıtı Özgürlük Partisi’nin lideri Geert Wilders, AfD’yi tebrik eden mesajlar yayınladı. Le Pen, “Bu Avrupa halklarının büyümesinin yeni bir sembolü” ifadelerini kullandı. Ancak AfD’nin parlamentoya girmesi, koalisyon görüşmelerini başlamadan krize soktu. Meclisteki partiler, AfD ile koalisyon kurmak istemediklerini açıkladı. CDU/CSU’nun da Sol Parti ile hükümette yer almayı reddetmesi üzerine Alman siyaseti, CDU/CSU, seçimlerden 4. çıkan Hür Demokrat Parti (FDP) ve 6. sıradaki Yeşiller arasında kurulacak “Jamaika koalisyonuna” mahkum kalmış gözüküyor.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasına yönelik, AB ile ile İngiltere arasında gerçekleştirilen müzakerelerin üçüncü turu da ilerleme kaydedilemeyerek tamamlandı. Tıkanmanın nedenini ise İngiltere’nin ayrıldıktan sonra AB’ye borçlanacağı miktar üzerine iki tarafın yaşadığı anlaşmazlık. AB Komisyonu İngiltere’nin ayrılma maliyetinin 60 milyar euroyu bulabileceğini duyurdu, May hükümeti ise bu rakamı aşırı buldu. İngiliz medyasında İngiltere hükümetinin en az 20 milyar euro ödemeyi taahhüt edeceği iddia edilse de henüz resmi bir açıklama gelmedi. Birleşik Krallıkta yaşayan 3 milyon 200 bin AB vatandaşının geleceği ve Kuzey İrlanda’nın statüsü de iki taraf arasında anlaşmazlıklara neden oluyor.
Hollanda’da 15 Mart 2017’de yapılan genel seçim üzerinden 200 gün geçmesine rağmen hala hükümet kurulamadı. Hiçbir partinin iktidarı kurmak için gerekli 76 sandalye sayısının yarısına dahi tek başına ulaşamadığı ülkede, Başbakan Rutte’nin liderliğindeki Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), 2012 yılında çıkardığı 41 sandalyenin altına düşerek 33 sandalye çıkarabildi. VVD, Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA), Demokrat 66 (D66) ve Hristiyan Birlik Partisi (CU) arasında hükümetin kurulması için müzakereler yürütürken, bazı siyasiler, hükümet kurma sürecinin fazla uzadığını belirterek durumun endişe verici olduğunu vurguluyor. Ülkedeki hiçbir siyasi parti, meclise 20 vekille giren ve ikinci büyük siyasi parti olan aşırı sağcı Geert Wilders’in liderliğindeki ırkçı Özgürlük Partisi (PVV) ile koalisyon kurmak istemiyor.
Aslında bu trend 1980’lerden itibaren Avrupa’da merkez siyasetin erime sürecinin 2008 Finansal Krizi ile hızlanmasının sonucu. Merkez sağ ve sol partilerin Avrupa kamuoyunun ihtiyaçlarına cevap verememesi, önceki dönemlerin aksine Avrupa siyasetinde güçlü liderlerin ortaya çıkmayışı sonucu parlamenter sistem adeta bir demokrasi krizi üretmeye başladı. Yine Belçika’da siyasal sistemin ve partilerin yapısı nedeniyle 210 yılında 2011’e kadar uzanan süreçte 540 gün hükümet kurulamadı ve ülke geçici bir hükümet tarafından yönetilmek zorunda kaldı. Örneğin Yunanistan merkez siyasetin temsilcileri, iki büyük parti PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi 2012 yılında yapılan seçimlerde adeta erimiş ve ülke SYRIZA ve Altın Şafak gibi aşırı sol ile aşırı sağı temsil eden iki partinin yükselişine sahne oldu. Öyle ki SYRIZA iktidarı kurma hakkı kazandı.
Avrupa’da parlamenter sistemin yaşadığı bu krizi İtalya, hükümeti güçlendiren bir formül ile aşmak istedi. Geçen yıl İtalya Başbakanı Matteo Renzi, ülke yönetiminde istikrarı ve etkinliği sağlamak amacıyla hükümeti güçlendiren kapsamlı bir anayasa değişikliği önerisi sundu. Önerinin reddedilmesi üzerine Renzi istifa etti. Renzi’nin başbakanlığındaki hükümet, İtalya’da 1017 gün ile en uzun süre iktidarda kalan dördüncü hükümetti. Ülkede 70 yılda 63 hükümet kurulmuştu. Renzi’nin kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Paolo Gentiloni başbakanlığında kurulan yeni hükümet, parlamentodan güvenoyu alarak resmen göreve başladı.
Avrupa’nın en kuzeyinden, İsveç, Finlandiya ve Danimarka’dan, merkez ve güneyine; Hollanda, Fransa, İsviçre, İtalya, Avusturya, Macaristan ve Slovakya’ya uzanan hatta, aşırı sağ partileri % 5-25 arası bir bantta sandıkta güç elde ediyor. Bu güç onları ya iktidar ortağı yapıyor ya da iktidarın üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanmalarına sebep oluyor. Öyle ki, İngiliz milliyetçi sağ parti UKİP, Brexit oylamasının lokomotif unsuru haline gelerek, ülkenin Avrupa Birliği’nden ayrılmasında öncü rolü oynayabildi. Yine Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi lideri Marie Le Pen’in yüzde 10 bandından yüzde 25-30 arası bir banda çıkarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin favorisi konumuna yükseldi. Yine sağcı Danimarka Halk Partisi ve İsviçre Halk Partisi sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 29’luk oy oranlarına ulaşmış ve iktidar alternatifi haline yükselmiş durumda. Öyle ki geçtiğimiz yıl Avusturya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı aday kılpayı bir oranla seçilemedi.
- Bumerang geri dönüyor
- Avrupa’nın refahı yaşlı kıtanın tutkalını oluşturuyordu. Şimdi bu tutkal özelliğini kaybediyor. Küresel ekonomik gücünü doğuya kaptıran, yaşlı nüfusun artmasıyla ekonominin dinamizmini kaybeden Avrupa’da ayrılıkçı hareketler kuvvet kazanıyor. Avrupa, Ortadoğu başta olmak üzere diğer bölgelerde uyguladığı ayrılıkçı hareketleri güçlendirme ve kaos çıkarma stratejisini kendi topraklarında hissetmeye başladı. İşte Avrupa’yı parçalama ve hatta savaşın eşiğine getirme potansiyeli olan sınır problemleri: