|

Medyanın DNA'sı nasıl değişti

Derin Ekonomi Dergisi, Temmuz ayı sayısında geçmişten günümüze medyanın nasıl değiştiğini yazdı. Sermayeyi tüketen eski statüko medyasının halkın medyasına doğru gelişen süreci ayrıntılarıyla kaleme alındı.

Yeni Şafak ve
13:14 - 1/07/2015 Çarşamba
Güncelleme: 14:54 - 1/07/2015 Çarşamba
Diğer

Belki yaşı genç olanlar için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti'ye karşı statükonun medya ayağının verdi ği savaş bir ilk gibi gözükebilir fakat bu, genç Türkiye cumhuriyetinde bir ilk değildir. Türk medyasının genetik bir özelliğidir bu; farklı olan, farklı düşünen, farklı giyinen, farklı davranan dışlanmalı, hele de ekonomik rant sağlamıyorsa yıkılmalı, sökülüp atılmalıdır. Yani Osmanlının son döneminden günümüze dek devam eden antagonist çelişkiler barındıran bir kavgadır bu. Kavga, yeni ile eski arasındadır. Değişimi isteyenlerle, istemeyenlerin savaşıdır. Bir ideoloji, bir yaşam kültürü ve bir çıkar kavgasıdır çünkü…



Bu çerçevede Amerika'yı nasıl Hollwood filmlerine bakarak analiz edebilirseniz, Türkiye'nin sosyal, siyasal ve ekonomik dönüşümünü de medyanın tavrına bakarak anlayabilirsiniz. Soğuk savaş döneminden günümüze dek Amerika'nın dış politikasını merak edenler, Hollywood filmlerine, Hollywood'un tavrını anlamak isteyenler ise Amerika'nın dış politikasına bir göz atabilirler.



Takvim-i Vekayi'den bu güne


Türkiye'nin sosyal ve siyasal dönüşümünü ise bize en net yansıtan medyadır. İlk Türk gazetesi olarak 1 Kasım 1831'de yayımlanan Takvim-i Vekayi geçer tarihe. İlk şehit gazeteci ise II. Meşrutiyet'in ardından İttihat ve Terakki'nin yanlış uygulamalarını eleştirdiği için öldürülen Hasan Fehmi'dir. Osmanlının son döneminden günümüze dek, hem çile çeken, hem de çile çektiren etkili bir güç olmuştur medya. “4. Kuvvet" olarak adlandırılsa da, hükümet kurup gerçek iktidar olamayan koalisyon dönemlerinde hep “1. Kuvvet" olarak rol alır. Medya hem hükümet kurandır, hem de hükümet düşüren. Tek parti döneminin Türkiye medyasına bıraktığı çok kötü bir mirastır bu; kendine benzemeyeni dışlamak ve ezmek, destekleyenleri ise beslemek…



1.Meclis, genç Türkiye cumhuriyetinin halkın temsili ve çoğulculuk açısından en demokratik meclisi olarak öne çıkarken, bu Meclis'in yaptığı 1924 Anayasası da aradan geçen 91 yıla rağmen “en demokratik anayasa" olarak kabul görür bugün de… Dönemin bu çoğulcu yaklaşımı medyaya da damgasını vurur adeta. Farklı düşünceler ve farklı gazetelerle boy gösterir meydanda. Ta ki, 1. Meclis'in fesh edilip, 1925 yılına gelinceye dek. Sınırlı öz kaynak ve geri teknolojinin yanı sıra sosyo kültürel yapıdan kaynaklanan sorunla nedeniyle büyük zorluklar yaşan medya, siyasal baskı ve kısıtlamalarla da baş etmek zorundadır artık. Şeyh Sait ayaklanması bahanesiyle 1925'te çıkarılan Takrir-Sükun Kanunu ile 2 gün içerisinde 5 gazete kapatılır sorgusuz. Birçok derginin yanı sıra 11 gazete daha girer kapatma listesine. Gazeteler kapatılırken, gazeteciler de ihmal edilmez doğal olarak! Birçok muhalif gazeteci İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanır. Ortada sadece büyük gazete olarak hükümetin yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye ile Cumhuriyet gazetesi kalır nedense…



Harf devrimi ve “Besleme basın"


1928 Harf Devrimi ile yeni bir hal alır hükümet-medya ilişkileri. Geçmişin kazanımlarıyla geleceği tasarlamak yerine, geçmişinden utanıp, tüm bağlarını koparırcasına tepeden inme uygulanan Harf Devrimi, “cahil" yapar tüm aydınları, tüm okuryazarları. Eski harf gider, yenisi gelir. Eski harften yeni harfe dönen gazeteler ise büyük tiraj kaybederler. Gazetelerin isyan eden sesini, devlet yardımlarıyla susturur hükümet. Çünkü ancak devletin yardımıyla ayakta kalır gazeteler. Ve “besleme basın" dönemine adım atar genç Türkiye cumhuriyeti. Ardından 1931 yılında çıkarılan ilk Basın Kanunu ile çeşitli yasaklar getirilir medyaya. Hükümet artık gazeteleri kapatma yetkisine de sahiptir. 1935 yılına gelindiğinde ülke genelinde ise 38 günlük gazete ve 78 süreli gazete ile 127 dergi yayım yapmaktadır. Ancak Akşam, Akit, Son Posta, Cumhuriyet ve Ulus gibi dönemin büyük gazeteleri küçük nüans farkları olsa da iktidarla uyum içerisindedir; resmi ideoloji, medyanın da ideolojisidir artık.



1946'da çok partili döneme geçiş, medya için de bir dönüm noktası olur. Muhalefetin Demokrat Parti'de (DP) odaklaşması, gazete tirajlarına da olumlu yansır. Ve gazete tirajları ilk kez 70-80 binlere tırmanmaya başlar. DP iktidarıyla birlikte gelen demokratikleşme ve hızlı kentleşme, okur sayısının yanı sıra gazete sayısını da artırır. Medya teknolojisinin gelişmesi, rotatif makinelerin devreye girmesi bu ivmeyi destekleyen bir diğer unsur olur. Büyük gazeteler 100 binleri aşan tirajlara ulaşırken, ofset tekniği ile basılan gazeteler, tirajlarını daha da artırırlar. Ancak tam bir paradoksa dönüşür yaşananlar: Medya resmi ideolojiye sadakati ve çıkarı uğruna, hükümet ettiği dönemde serpilip geliştiği DP'yi darbecilerin sofrasına sürmekten geri kalmaz. Bindiği dalı kesercesine, DP iktidarının devrilmesi için kamuoyu oluşturma konusunda elinden geleni ardına koymaz. Adnan Menderes ve arkadaşlarını idama götüren 27 Mayıs 1960 askeri darbesinde medya önemli bir rol oynar.



27 Mayıs ve medya


Yalan haber sınır tanımaz, halkın en hassas duygularına seslenir gazeteler. Yalan haberler; din istismarı, vatana ihanet, devletin paralarını çalma, acımasızlık, toplu katliam gibi halkın en hassas duygularına dokunur. Gazeteler darbecilerin, “DP hükümeti üniversiteli gençlerin cesetlerini Et Balık Kurumu'nda kıyma yapıyor" türü yalanlarını manşetlerine taşır. Bir alaca karanlık dönemidir bu: Başlığı asker verir, manşeti gazeteler atar. Eskişehir Örfi İdare Kumandanlığı, “DP başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmışlardır. Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandılar… Eskişehir'de matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır" cümlelerinin yer aldığı açıklaması, en güzel örnektir buna.



İş çığırından çıkmıştır artık. Resmi ideolojinin temsilcisi darbeci askerler desteklenmeli, Cumhurbaşkanı Celal Bayar görevinden alınmalı, Menderes hükümeti yıkılmalıdır! Dönemin Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri, “Menderes Ardahan'ı Ruslara teklif etti" başlıklı yalan haberi birkaç gün vermeye devam ederken, kimi gazeteler ise, “Menderes'in ayakkabıları altında Kur'an bulundu" başlıklı haberle dini hassasiyetleri de tahrik etmekten geri kalmazlar. Gazeteler için dönemin başbakanı Menderes, “Dindar görünüp dini türlü yollardan istismar eden bir kişidir" artık. Medya görevini yapar, kamuoyunu oluşturur ve 1950-60 yılları arasında 10 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanlığını yapan İstiklal Madalyası sahibi, hukukçu Adnan Menderes, dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilirler. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise idamdan ilerlemiş yaşı nedeniyle kurtulur…






Medyada teknoloji dönemi


1970'li yıllarla birlikte medyada yeni bir dönem başlar. TRT'nin yurt genelinde yayına geçişi gazetelerin tirajlarını olumsuz etkilerken, teknolojik yenilenmeler medyanın emek yoğun yapısını da değiştirir. Medyada sermaye yoğun yapı ile birlikte tekelleşme süreci de başlar. Tekelleşme, 1960 yılında başlayan promosyon uygulamasının yeniden hortlamasını da beraberinde getirir. Yeni teknoloji medyanın biçimini değiştirse de özü aynı kalır. Ana akım medya 12 Mart 1971 askeri muhtırasının yanı sıra 12 Eylül 1980 askeri darbesine de selam durur.



Kanlı askeri darbelere sessiz kalıp, selam duran medya, iş siyasilere gelince tavrını değiştirir. Silah karşısında susan kalemler, siyaset karşısında aslan kesilir… Askeri darbenin ardından 1983'de Anavatan partisini kuran ve 6 Kasım 1983'deki genel seçimde 400 sandalyeden 211'ini kazanarak tek başına iktidar olan Turgut Özal, medyanın yeni hedefi olur. Devletten beslenmeye alışmış medyaya taviz vermeyip, rant dağıtmayan Özal, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı sürece medyanın şiddetli eleştirisiyle karşılaşır. Özal, sivilliği temsil eder ama medya buna düşmandır… Kısacası, Özal ile medya arasında kan uyuşmazlığı vardır. Ve Özal, ölümüne dek medyadan çok çeker.







Medyada Özal düşmanlığı


Uyguladığı politikalarla halktan büyük destek alan Özal, tıpkı Menderes gibi medyadan köstek görür. Özal, 1987 seçimlerinde oyunu daha da artırarak 292 milletvekili ile tekrar tek başına iktidar olur ancak, halk Özal'ı sevdikçe, medyanın nefreti büyür. Sahipleri değişse de medyanın ideolojisi değişmez çünkü. Türk basınının 'amiral gemisi' olarak adlandırılan statükonun savunucusu Hürriyet gazetesi, tıpkı bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yaptığı gibi Özal'a karşı da saldırıya geçer.



Çünkü Özal Hükümeti, Hürriyet'in devletten nemalanan hortumunu keser. SEKA kağıt üreten bir kamu kuruluşudur ancak zarar etmektedir. Zararın nedeni, gazetelere aşırı sübvansiyonla kağıt verilmesidir. SEKA'nın zararını azaltmak için dönemin Maliye Bakanı Ekrem Pakdemirli gazete kağıdına zam yapınca, Hürriyet'i karşısında bulur. O dönemde medya patronlarının teşvik alamadıklarında da hükümete yüklendiğini belirten Pakdemirli, “Kağıda zam yapınca, kooperatifim vardı, 'ballı kooperatif' manşetleri atarak bana şantaj yaptılar ama boyun eğmedim" der.



1989 yılında 263 oy alarak Türkiye'nin ilk sivil cumhurbaşkanı seçilse de medya Özal'ı eleştirmekten geri durmaz. Özal'ın dindarlığı da medya için eleştiri konusu olur. Özal, rantı kesilen medyanın eleştirilerinden o kadar rahatsız olur ki, 1988 yılında Türkiye'ye yatırım yapan Kıbrıslı işadamı Asil Nadir'e medyaya da yatırım yapması için tavsiyede bulunur. Nadir, önce Günaydın, ardından da Güneş ve Tan gazetelerini alarak medya sektörüne girer. Daha sonra da dergi yayıncılığı ile öne çıkan Gelişim Grubu'nu satın alır.







Haberciliğe veda…


1990'lı yıllar, promosyon çılgınlığının medyaya damgasını vurduğu yıllardır. İlk kez 1960'larda başlayan promosyon uygulamaları, 90'lı yıllarda zirveye çıkar. Gelişmiş ülkelere kıyasla reklam pastasının küçüklüğü, tekelleşen medyanın şiddetli rekabetine neden olur. Ege ağırlıklı Yeni Asır gazetesinin sahibi Dinç Bilgin'in İstanbul'a gelerek 1985 yılında Sabah gazetesini yayımlamaya başlaması, medyada kavganın ilk habercisidir. Sadece ABD ve Japonya'da bazı gazetelerin kullandığı son teknolojiyi Türkiye'ye getiren Bilgin, sadece teknolojide değil, medya geleneğinde de çok şeyi değiştirir. Sabah'ın, hedef tahtasına Hürriyet'i koyarak liderlik yarışına girişmesi, medya savaşları sürecini başlatır. Savaş, hem promosyon hem de tarafların birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü haberlerle giderek daha da kızışır.



28 Şubat: Emredersin komutanım


Türkiye'de medyanın kirli çamaşırlarının ortaya çıktığı en önemli dönemlerden biri de 28 Şubat sürecidir. 1995 seçimlerden birinci parti olarak çıkan Necmettin Erbakan'ın lideri olduğu Refah Partisi (RP) ile Tansu Çiller'in lideri olduğu Doğru Yol Partisi (DYP), koalisyona giderek DYP-RP hükümetini kurarlar. Hükümet 1996'da güvenoyu alır ancak bu durum sonun başlangıcı olur. Başta askerler olmak üzere medya ve seçkinci aydınlar farklı olan yeni hükümete karşıdırlar. Dindarlığı ile öne çıkan Erbakan, statükonun savunucuları ve seçkinciler için istenmeyen adamdır. 27 Mayıs'ta denenen ve başarılı olan toplum mühendisliği süreci tekrar devreye girer. Ancak bir fark vardır; dünya 1960'ların dünyası değildir. Silahlı güçlerin yönetime el koyması yerine, “sivil" güçlerin daha fazla rol üstlenmesi gereklidir!



Asker düğmeye basar ve statükonun medya, bürokrasi ve STK ayağı savaşı başlatır. Erbakan'ın Müslüman ülkelere yaptığı ziyaretler ve başbakanlık konutunda dini liderlere verdiği iftar yemeği bahane edilerek “irtica geliyor" yaygarası tüm medyada yankılanır. Yüksek rütbeli subaylar medya aracılığı ile “irtica iktidardadır" mesajları verirken, gazeteciler, hükümete göz dağı olarak tankların yürüyeceği Sincan'a davet edilirler. Görüntü ve hareketleriyle medya için işlenecek malzemedirler artık. Ve gazete ve TV'ler “irtica" manşetleriyle dolar taşar. Gazete ve TV'ler kendi aralarındaki kavgaya ara verip savaş baltalarını toprağa gömerken, hükümete karşı savaş için el sıkışırlar. Askerler mesajı verir, medya gereğini yapar. Artık kamuoyunu 28 Şubat “postmodern" darbe için hazır hale gelmiştir. Askerler 28 Şubat Kararları olarak tarihe geçen taleplerini Erbakan'a dayatırlar. Erbakan imzalamak zorunda kalır ancak bir süre sonra Çiller'in başbakanlığı için istifasını verir. Ama dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, görevi Çiller yerine, ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verince bu Erbakan hükümetinin sonu olur.





Hükümet yıkmaktan hükümet kurmaya…


Medyanın desteğiyle DYP'den istifa ettirilen milletvekilleriyle 30 Haziran 1997'de ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında ANASOL-D hükümeti kurulur. 50 milyar doların el değiştirdiği söylenen 28 Şubat süreci ve hükümet-medya ilişkilerini en iyi anlatan dönemin ANAP'lı Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner ile Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök arasında geçen telefon konuşmasıdır. Konuşma 1998'de gerçekleşir. Özkök, patronu Aydın Doğan'ın Kocaeli'nde kuracağı fabrika için Taner'den destek ister. Devlet 50 milyon dolara kadar teşvik verir ancak Özkök'ün istediği miktar 130 milyon dolardır.



DSP lideri Bülent Ecevit'in başbakanlığında 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-CHP koalisyon dönemi de merkez medyanın büyük bir rol üstlendiği bir dönemdir. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi kapıya dayanmıştır. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca, gecelik faizler zirveye tırmanır ve tarihe “Kara Çarşamba" olarak geçen 22 Kasım 2000 krizi patlar. 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aşar, borsa yüzde 14.6 değer kaybeder, piyasalarında gecelik faiz oranı yüzde 7.500'e tırmanır, IMF programı çöker. Ekonomi bu halde iken, merkez medya ise krizi fırsata dönüştürme çabası içindedir.



Ecevit'in 2002'de sağlık durumunun kötüleşmesi medya için bulunmaz bir fırsattır; Ecevit gitmeli, yerine Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan gelmelidir. Ecevit direnirken medya DSP'nin ağır toplarını devreye sokar. Ve Ecevit'i 8 Temmuz 2002'de ilk önce sağ kolu olarak bilinen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan terk eder. Ecevit, RP-DYP koalisyonu döneminde DYP lideri Çiller'e oynanan oyunun aynısıyla karşıyadır. 22 Temmuz 2002'de DSP'nin milletvekili sayısı 128'den 64 düşer ve DSP, 4. parti olur. DSP'den ayrılanların çoğu medyanın parlattığı Yeni Türkiye Partisi'ne (YTP) geçerler. Ve 31 Temmuz 2002'de, 3 Kasım'da genel seçimin yapılması için erken seçim kararı alınır. Ancak medyanın daha rahat kontrol edip nemalanacağı bir koalisyon için hayata geçirdiği toplum mühendisliği senaryosu geri teper. 3 Kasım 2002 seçimlerinde başta YTP olmak üzere, MHP, ANAP, DSP, DYP yüzde 10'lik barajın altında kalırlar.







…Ve büyük savaş başlıyor


Medyanın senaryosu geri tepmekle kalmaz, Hürriyet gazetesinin “Muhtar bile seçilemez" dediği Recep Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), yüzde 34.43 oy alarak 363 milletvekili ile tek başına iktidar olur. AK Parti'nin Meclis'e girmesi ve tek başına hükümet kurması, başta askerler olmak üzere statükoda ve statükocu medyada şok etkisi yaratır. Farklı olan birileri daha hükümet olmuştur. Nasıl olursa olsun bu hükümet düşürülmelidir! Yöntemi ve biçimi ne olursa olsun Menderes'e, Özal'a ve Erbakan'a yapılanlar Erdoğan'a da yapılmalıdır! Bu yolda her şey mubahtır!



Erdoğan'ı, İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden de iyi tanıyan medya, uzun sürecek bir savaş için kolları sıvar. Aslında söylenenin aksine AK Parti sadece dini duyarlılığı yüksek muhafazakarlardan değil, bir asırdır dışlanan, ezilen ve horlanan Kürtlerin yanı sıra milliyetçilerden, liberal solculardan ve TÜSİAD çevresine kıyasla hükümetlerce ihmal edilen ancak buna rağmen Anadolu'nun dört bir yanında gelişip büyüyen irili ufaklı sermayeden de destek almıştır.



Ancak, statükocu medyayı, sosyolojik analizler değil menfaati ilgilendirir. Toplum mühendisliği bir kez daha devreye girer ve AK Parti'ya karşı topyekun bir savaş başlatılır. Medya, yaptığı haber, kullandığı fotoğraf ve görüntülerle “İrtica geliyor" algısını yaratmak için büyük bir çaba içine girer. Diğer yandan sokağı ısıtacak “Cumhuriyet mitingleri" gibi eylemlere ağırlık verilir. Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması gibi eylemlerden sonuç alınmayınca bu kez medya desteğiyle askerler sahaya iner ve Genel Kurmay Başkanlığı'nın “27 Nisan askeri muhtırası" devreye alınır. Hükümet bu “muhtıra"ya çok sert bir karşılık verir ve bu çaba da sonuca ulaşmaz.



'AK Partiyi kapatalım gitsin' dönemi


Statükonun medya ayağı saldırılarını yoğunlaştırırken, statükonun diğer ayağı yargı da tarihe geçecek bir hukuk garabetine imza atar. Gazete haberlerinden oluşan bir iddianame ile 2008'de AK Partiyi kapatma davası açılır. Ancak AK Parti, Anayasa Mahkemesi'nin 5'e karşı verdiği 6 oy ile kapatılmaktan kurtulur. AK Parti sadece Türk derin devletinin değil, uluslararası tekelci sermaye ve medyanın da hedef tahtasındadır artık. Erdoğan, yabancı medya tarafından en fazla eleştirilen liderlerin başındadır. Bu durum Türkiye'deki statükocu medya tarafından bulunmaz bir fırsat olur. Yabancı medya ile sıkı bir iş birliği dönemi başlar. Statükocu medyanın eleştirileri yabancı medyada yer alırken, yabancı medyanın eleştirileri anında çevrilerek statükocu medyanın manşetlerine taşınır. Ver gülüm, al gülüm sürecidir bu.



Erdoğan'ın izlediği dış politika, ABD'nin yanı sıra bazı ülkelerin menfaatlerine dokununca, yabancı medyanın saldırıları daha da yoğunlaşır. Çünkü Türkiye; etliye, sütlüye karışmayan pasif bir dış politika yerine, daha aktif bir politikayı benimseyerek bölgesinde merkez ülke olma amacındadır. Erdoğan'ın Müslüman ülkelerle kurduğu yakın ilişkiler, Filistin'e yönelik saldırılara karşı çıkması, Türkiye'nin en uzun sınır komşusu Suriye'deki katliama tepki göstermesi, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesini şiddetle eleştirmesi de dünya politikasına yön veren ülkelerin gözünden kaçmaz. Türkiye'nin dört bir yanını ateş çemberine çeviren uluslararası güçler, sadece statükocu medya ile değil, yerli işbirlikçileri olan “paralel örgütü" de harekete geçirirler. Hedefte AK Parti'den ziyade Erdoğan vardır. Amaç, bu sayede Erdoğan'a karşı olan tüm kesimlerin desteğini almaktır.



Paralel örgüt devrede


Amerika'dan yönetilen “paralel örgüt" Başbakan Erdoğan'a ilk darbeyi 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden vurmaya çalışır. Medyadan da destek alan bu operasyon başarılı olamaz. Örgüt ardından 17 ve 25 Aralık operasyonları için düğmeye basar. “Paralel örgüt" ün konuşma tapeleri, günlerce statükocu medyanın manşetlerini süsler. Tabii ki yabancı medya da bu konuda üzerine düşeni yapar. Amaç, Erdoğan hükümetini elbirliği ve işbirliği ile düşürmektir çünkü. Ancak bu başarılamayınca medya ve “paralel örgüt", 30 Mart'ta 20014'te yapılacak yerel seçimlerden AK Parti'nin yenilgiyle çıkması için elinden geleni ardına koymaz. Ancak bu girişim de sonuçsuz kalır.



Tüm girişimleri sonuçsuz kalsa da dış odaklar ve yerli işbirlikçileri Erdoğan'a karşı savaşa yılmadan devam ederler. Halk tarafından sevilip desteklense de statükocu medyanın Erdoğan düşmanlığı bir türlü bitmez.







Erdoğan'a şantaj…


Hürriyet'in internet sitesinde, Mısır'ın darbeyle devrilen Muhammed Mursi için verilen idam kararını, Erdoğan'ın aldığı yüzde 52'lik oyu da çağrıştıracak şekilde, “Yüzde 52 oy alan Cumhurbaşkanı'na idam" diyerek vermesi büyük tepki toplar. Haberin veriliş biçiminin başta Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu olmak üzere sert bir dille eleştirilmesi, Doğan Grubunu harekete geçirir. Aydın Doğan, Hürriyet'in eski sahibi Erol Simavi'nin, Özal'a yaptığını Erdoğan'a yapar ve “Sayın Cumhurbaşkanı" başlığı ile yazdığı açık mektupta, bir yandan yapılan haberi savunurken, diğer yandan Erdoğan'ı eleştirir. Aslında Erdoğan; Menderes, Özal ve Erbakan gibi statükonun kontrolüne girmeyen liderlere statükocu medyanın neler çektirdiğini bilmektedir ve dengeyi sağlamak için Özal gibi davranır. Çünkü Aydın Doğan, medyada tek adamdır ve bu gücü sayesinde servetine servet katar. Doğan'ın tek adamlığı Dinç Bilgin'in oluşturduğu yayın grubu ile sona erse de, zayıf koalisyonlar döneminde kimi zaman kapışan bu iki gurup, çoğu zaman menfaatleri için bir araya gelirler. Ve işi banka sahibi olmaya dek vardırırlar.



Dinç Bilgin'in Eti Bank'tan doğan zararları nedeniyle trajik bir biçimde medyayı terk etmesi ve gazetelerini Park Holding'in patronu Turgay Ciner'e satmasıyla, rekabet Doğan ile Ciner arasında yaşanmaya başlar. Ancak TMSF ekipleri 1 Nisan 2006'da sanki 1 Nisan şakası gibi Bilgin ile yapılan anlaşmanın usulsüz olduğunu tespit ederek Ciner'e ait Merkez Medya'ya el koyarlar. Ciner, daha sonra yeni gazete ve televizyonlarıyla medya dünyasına yeni bir giriş yaparken, medyada asıl değişim, Sabah ve atv'nin Çalık Grubu'na devri ile yaşanır. Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Çalık'ın ardından, yine Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Ethem Sancak, ikinci kez ama daha güçlü bir şekilde tekrar medyaya yatırım yapar. Sancak, 2013'te uzun yıllar Çukurova Holding bünyesinde yer alan ve başta 360 adlı TV kanalı, Akşam ve Güneş adlı günlük gazeteler, 1'i haftalık, 4'ü aylık olmak üzere 5 dergi ile 1'i ulusal, 1'i de bölgesel olmak üzere 2 radyo kanalından oluşan yayın gurubunu 62 milyon dolara satın alır. Star gazetesi ve TV 24 de Erdoğan'a yakın işadamlarının sahipliğinde bulunurken, Albayrak Grubu'na ait Yeni Şafak ve TV Net, Erdoğan'a ve AK Parti hükümetine destek olan yayın grupları arasındadır.



Yeni medya doğuyor


Türkünden Kürtüne, Lazından Çerkezine, Rumundan Ermenisine tüm toplum kesimleri tarafından desteklenen AK Parti; Kuzeyinden Güneyine, Batısından Doğusuna Türkiye'nin tüm bölge ve illerinden yüksek oranda oy olan, temsil yeteneği en yüksek parti olarak siyasete damgasını vururken, statükonun saldırılarına karşı AK Parti'ye omuz veren yeni medya da ötekileştirilen yığınların yeni sesi olur. Sadece statükonun, seçkincilerin değil, halkın da bir medyası vardır artık. AK Parti ve Erdoğan, Doğan Grubu'nun başını çektiği statükocu medyanın saldırılarına karşı yalnız değildir artık.



Aslında Doğan Grubu'na ait tüm yayın organlarının Erdoğan ve AK Parti'ye yönelik şiddetli saldırılarının altında maddi çıkarlarının kesilmesi yatar. Doğan, 2000 yılında yapılan özelleştirmede yüzde 51 hissesini 504 milyon dolara aldığı Petrol Ofisi (POAŞ) hisselerinin yüzde 33'ünü Avusturyalı OMV'ye 1 milyar Euro'ya satar. Hem de şirketin büyüklüğünde hiçbir değişim olmadan.



Yine Dışbank'ı, İş Bankası'ndan 14 milyon dolara alır. Üstelik de cebinden bir kuruş çıkmaz. 14 milyon doları İş Bankası'nın Frankfurt Şubesi'nden kredi olarak çeker ve bankaya öder. Yani İş Bankası'nın parasıyla İş Bankası'nın iştirakini satın alır. CHP'nin de yönetiminde bulunduğu İş Bankası, bununla da yetinmez; zor durumda kalmasın diye Dışbank'a ciddi bir oranda mevduat aktarılır. Aydın Doğan, aynı Dışbank'ı, 1 milyar dolara satar. Yani cebinden yine tek kuruş çıkmadan, 1 milyar doların sahibi olur.



Doğan, ayrıca 2005'te 255 milyon dolara aldığı Hilton Oteli'ni 3 milyar dolara çıkaracak bir operasyona girişir. Dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, övgülü cümlelerle Hürriyet gazetesinde manşetlere taşınır. Sarıgül bu hizmetin karşılığı olarak Hilton'a ait olan ve SİT alanı olan 63 dönümlük arazide inşaat emsal oranını 0.7'den 2.7'ye yükselterek Doğan'a 3 milyar dolar katkı yapacak bir karara imza atar. Ancak Doğan'ın bu operasyonu Erdoğan'ın direnmesiyle sonuçsuz kalır.



Doğan Grubu hırçınlaşınca…


Doğan Grubu'nun hükümet desteğiyle servete servet katma dönemi bitmiştir artık. Ancak bu sindirilebilir bir durum değildir. Çünkü 1970'li yıllarda mütevazı bir işadamı olarak Koç Grubu'nun otomotiv satışı yapan bayilerinden biri iken, daha sonra sahibi olduğu medya grubu sayesinde Türkiye'nin en zengin işadamları listesinde 3. sıraya tırmanmıştır. Bu vazgeçilebilir bir durum değildir. Rivayet edilir ki, Aydın Doğan 1978'de Milliyet gazetesini satın alırken Koç Grubu'ndan destek görür. Medya grubuna 1994'de Hürriyet'i, sonraki yıllarda da Kanal D ve CNN Türk'ü katan Doğan, radyoları, dergileri ve dağıtım ağı ile medya dünyasının lideri olur. Nice hükümetlerin kurulması, nice hükümetlerin de yıkılmasında kamuoyu oluşturan etkili bir güç olur Doğan. Ta ki AK Parti'nin hükümet olduğu 2002 yılına dek. Doğan, milyar dolarlık servetiyle ABD'nin ekonomi dergisi Forbes'in listesindedir artık. Derginin 2001 yılı araştırmasında 1 milyar doları aşan servetiyle dünyanın en zenginleri listesinde 620. sırada gelir Doğan. Ailenin serveti ise dudak uçuklatır; Doğan ailesi, 8 milyar dolara ulaşan servetiyle Koç ve Sabancı'nın ardından Türkiye'nin en zengin 3. ailesi olarak geçer tarihe.



Eski medya düzeni


Statükocu medyanın tek gelir kaynağı, kamu özelleştirmeleri ya da teşviklerden aldığı pay değildir tabii ki. Bir de kamu ve özel sektörde yer alan kurumlardan gelen reklam pastası vardır. 2002'den bu yana pasta büyüse de dünya ortalamasının çok altındadır. Dünyada reklam yatırımlarının GSYH'ya (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) oranı ortalama binde 75 iken, bu rakam Türkiye'de sadece binde 35'tir. Yani küçük olan pastadan daha fazla pay alma savaşı da vardır işin içinde. Özellikle de kamu ilanlarından. İktidara gelmesinin ardından önemli ekonomik reformalar imza atan AK Parti, Türkiye'yi ortalama yüzde 5 büyütürken, 2002'de 230 milyar dolar olan GSMH'yı da (Gayri Safi Milli Hasıla) 3.5 kat artırarak 2014'de 786 milyar dolara ulaştırır. Refah ve zenginleşmeden her kesim gibi reklam sektörü de üzerine düşen payı alır. 2002'de yıllık 1 milyar 81 milyon dolar olan reklam pastası, 2014 yılında 5 milyar 461 milyon dolara ulaşarak 4 kattan fazla büyür. Reklam pastası büyüdükçe kavga daha da kızışır. Çünkü klasik medya düzeninde reklam çok farklı bir işlev görür; reklam sadece para değil, gücü hissettirme aracıdır. Tehdittir, şantajdır, bir yıldırma, bıktırma politikasıdır.



Reklamdan daha fazla pay alabilmek için zaman zaman siyaset de devreye sokulur. Çünkü reklam, reklam veren için bir pazarlama aracı olmaktan öte, bir sosyal rüşvettir, sus payıdır, şantajını gördüm mesajıdır. Reklam verilir, aleyhte haberler biter. Reklam veren övülür, vermeyen yerilir yani. Böyle yürür eski medya düzeninde işler. Şantaj gücü yüksek olan reklamı da kapar, parayı da. Bu durum, tiraj-reklam denklemini de altüst eder. Toplam tirajdan yüzde 9.4 pay alan Hürriyet gazetesi, reklam pastasının yüzde 36'sını götürür. İşte bu yüzdendir ki statükocu medya, eski medya düzenini tehdit eden hükümetlere savaş açar. AK Parti ve Erdoğan'a karşı başlatılan ve son yıllarda daha da yoğunlaşan savaşın ardında yatan diğer gerçek de budur. AK Parti iktidardan düşürülmekle kalmayacak, saldırılara karşı AK Parti'nin yanında duran yeni medya da bertaraf edilecektir. Yani bu savaş çok yönlüdür; hangi platformda olursa olsun, eskinin yeniyi alt etme, yok etme savaşıdır bu. Ve de henüz bu savaş bitmemiştir.



***



Yıllara göre reklam pastası (milyon TL)


2000 yılı 669



2001 yılı 699



2002 yılı 1.081



2003 yılı 1.319



2004 yılı 1.831



2005 yılı 2.248



2006 yılı 2.756



2007 yılı 3.308



2008 yılı 3.241



2009 yılı 2.767



2010 yılı 3.613



2001 yılı 4.320



20012 yılı 4.652



2013 yılı 5.080



20014 yılı 5.461



***



Doğan Medya Grubu (Aydın Doğan)



GAZETELER:


Hürriyet


Posta


Fanatik



TELEVİYZON


Kanal D


Eoru D


CNN Türk


Cartoon Network


TV 2



DERGİLER:


Kapital


Ekonomist


CHIP


PCnet


RADYOLAR:


Radyo D


CNN Türk Radyo


Slov Türk



***



Turkuaz Medya Grubu



GAZETELER:


Sabah


Takvim


Yeni Asır


Fotamaç


Daily Sabah



TELEVİZYONLAR:


atv


atv Avrupa


A Haber


Yeni Asır TV


İzmir TV


Minika Çocuk


Minika Go


A Spot



DERGİLER:


Para


Şamdan Plus


Otohaber


Bebeğimi ve Biz


China Todey


Cosmopolitan


Cosmopolitan Bridee


Esguire


Forbes Türkiye


Harper's Pazaar


HomeArt


House Beatiful


Lacivert


Sofra



RADYOLAR:


Romantik Radyo


Radyo Turkuvaz



***



CİNER MEDYA GRUBU (Turgay Ciner)



GAZETELER:


Habertürk



TELEVİZYONLAR


Habertürk TV


MTV


Bloomberg HT



RADYOLAR


Habertürk Radyo


Bloomberg HT Radyo



***



Türk Medya Yayın Grubu (Ethem Sancak?



GAZETELER:


Akşam


Güneş



TELEVİZYONLAR:


360 TV


24 TV



DERGİLER


Alem


Platin


Stuff


Autocar


FourFourTwo


RADYOLAR


Alem FM


Lig Radyo



***



Albayrak Grubu



GAZETELER:


Yeni Şafak



TELEVİZYONLAR:


TV Net



DERGİLER


Derin Tarih


Derin Ekonomi


Lokma


Nihayet



***



İpek Koza Yayın Grubu (Akın İpek)



GAZETELER:


Bugün


Millet



TELEVİZYONLAR:


Kanaltürk


Bugü TV



RADYOLAR:


Kanaltürk Radyo



***



DK Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş. (Erdoğan Demirören)



GAZETELER:


Milliyet


Vatan



***



Fetullah Gülen



GAZETELER:


Zaman


Daily Zaman



TELEVİZYONLAR:


Samanyolu TV


Mehtap TV


Yumurcak TV


Irmak TV


Ebru TV


Dünya TV



DERGİLER:


Sızıntı


Aksiyon


Yeni Ümit


RADYOLAR:


Burç FM


Radyo Mehtap











#derin ekonomi
#medya
#derin ekonomi dergisi
9 yıl önce