|

'CHP kafası millete muhalif'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Hasan Öztürk köşesinde 'CHP kafası bu... Millete muhalif' başlıklı yazısını kaleme aldı. Yusuf Kaplan, Özlem Albayrak, Kemal Öztürk ve Tamer Korkmaz da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
09:25 - 6/04/2018 пятница
Güncelleme: 09:37 - 6/04/2018 пятница
Yeni Şafak
Yusuf Kaplan, Kemal Öztürk, Özlem Albayrak, Tamer Korkmaz ve Hasan Öztürk.
Yusuf Kaplan, Kemal Öztürk, Özlem Albayrak, Tamer Korkmaz ve Hasan Öztürk.

Yusuf Kaplan, Özlem Albayrak, Hasan Öztürk, Kemal Öztürk ve Tamer Korkmaz'ın yazılarının dikkati çeken bölümleri:

Yusuf Kaplan: Türkiye, yeni bir eksen oluşturamadığı sürece...

İçerde köklü sorunlarla boğuşuyoruz ama şu gerçeği teslim edelim: Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa bölgesel ve küresel güç olma emareleri göstermeye, dolayısıyla “birinci lig”de oynamaya başladı.İçerde yaşadığımız, bizi perişan eden köklü sorunlar, biraz da, Türkiye’nin bölgesel ve küresel güç olmaya başlamasından kaynaklanıyor aslında.

ÇİFTE KUŞATMA VE YARMA HAREKÂTI... 

Batılı emperyalistler, Osmanlı’yı tarihten uzaklaştırdıklarında ve bizi tarihin akışını şekillendiren medeniyet iddialarımızı terketmeye zorlayarak Anadolu yarımadası’na hapsettiklerinde, “bu iş”in bittiğini, Türkiye’nin bir daha ayağa kalkmasını mümkün kılacak iddialarını yitirdiğini, Türkiye’yi Batılıların güdümüne girdirdiklerini düşünmüşlerdi. 

Ama her şeye rağmen gelinen nokta itibariyle, şunu gösterdik: 

Türkiye, laik / Batılı cendereye girdirilmesine rağmen kendi medeniyet yörüngesine doğru adım adım ilerledi...Türkiye, teslim bayrağı çekmedi, bundan sonra da çekmeyecek. Ne demek bu? 

Bunun çok iyi anlaşılması lazım. 

Şu demek: Türkiye, bütün emperyalistlerin topyekûn üzerimize üzerimize gelmelerine rağmen bedenini (Osmanlı’yı ve topraklarını) kaybetti; ama ruhunu yitirmedi. Aksine, içerdeki devşirmelerin ve Batıcı zihnî sömürgecilerin bütün baskılarına rağmen, ruhunu korudu, diri tutma mücadelesi ortaya koydu ve toparlanmaya başladı...

Gelinen nokta, tam da burası işte: Türkiye, iyi-kötü ruhköklerini hatırlamaya, bütün stratejilerini bu çerçevede -medeniyet coğrafyasına açılacak şekilde- hayata geçirmeye başladı. Bu, zorlu bir yolculuktu: Türkiye’nin yeniden medeniyet yörüngesini bulma yolculuğu... İşte bu, Batılıları fena hâlde ürkütmeye yetti!

Özlem Albayrak: Kılıçdaroğlu sanatçılara neden kızgın?

Kılıçdaroğlu önceki gün, Zeytin Dalı harekatına katılan Mehmetçiğe moral ziyaretinde bulunmak için Hatay’a giden ünlülere ve Cumhurbaşkanı’na sert tepki göstermişti.

Ziyarete iştirak eden ünlüler de, Kılıçdaroğlu’na kendilerine yönelik ithamları kabul etmediklerini belirten bir bildiriyle cevap vermişti. Kılıçdaroğlu, dün yaptığı açıklamada sözlerinin arkasında olduğunu belirterek, “az bile söyledim” diye konuştu.

Kılıçdaroğlu’nu bu derece öfkelendiren; sanatçıların Mehmetçiği ziyaret etmesi midir, sanmam. O sanatçılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eşlik etmek yerine, bu ziyareti tek tek ya da toplu şekilde, ama resmi olmayan bir geziyle yapsalardı bu derece büyük bir tepki çekmezdi, diye düşünüyorum. 

Kılıçdaroğlu’nun sorunu, Mehmetçiğe moral verilmesinden ziyade, sanatçıların devletin resmi gezisinde yer alması gibi gözüküyor. Peki, on yıllar boyunca devletin siyasetteki temsilcisi olmuş CHP’nin, sanatçıların devlet gezilerine katılmasıyla ne sorunu olabilir? 

Türkiye’de, hemen hiçbir ülkede karşılığı bulunmayan “devlet sanatçılığı” diye bir kavram var. 1971’den bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tavsiyesi, Cumhurbaşkanlığı’nın onayı ile Türkiye’yi dışarıda temsil eden kişilere devlet sanatçılığı unvanı veriliyor. Bu unvan ile maaşa bağlanan sanatçılar, 65 yaşında emekli olma hakkı kazanıyor. Sanatçılara yurtdışı seyahatlerinde birtakım ayrıcalıklar sağlanıyor.

Onu da bırakın Türkiye’de yıllar boyunca, devletin resmi kanalı olan TRT’ye kabul edilme kriterleri vardı. Bazı sanatçılar TRT’de çıkabilir, bazıları toplumun kahir ekseriyetinin sevgisi ve ilgisine mazhar olsa bile TRT vizesi alamazdı. Yani, Türkiye’de devletin işleyiş biçimi, hiçbir zaman ABD’deki gibi sanat ve benzeri alanlara özgürlük sunan, liberal bir çerçevede olmadı ki; biz de sanatçıların devletten, resmiyetten uzak durmasını bekleyelim.

Onları sivil oldukları ölçüde yüceltelim. Hayır, mesele bu değil. O sanatçıların çıkar amacıyla Hatay’a gittiğini düşünmek de ayrıca abes, zira oradakilerin çoğu kendini çoktan kanıtlamış, paraya pula ihtiyacının kalmadığını düşünebileceğimiz derecede varlıklı insanlar. 

Bazı kimselerin “devlet sanatçısı” olduğu, devletten maaş aldığı ve herkesin bu durum normal karşılayacak denli “devletçi” olduğu bir ülkede; devletin en üst kademesinden Mehmetçiği ziyaret teklifi alan sanatçılar, bu teklifi neden reddetsin? Çok değil bundan 40 yıl önce devletin kanalında gözükmek bir statü göstergesiyken; şimdi devletin yanında durmak, hele de bunu vatan için, bayrak için yapmak neden cezalandırılması gereken bir durum olsun?

Hasan Öztürk: CHP kafası bu… Millete muhalif

CHP kafasını çözebilene aşk olsun! Nerede bir uyum var oraya ateş ediyorlar. Nerede bir sorun var orayı kaşıyorlar.27 Mayıs düzeninin yegâne iktidarıydı, CHP! Sandıktan çıkmasa da iktidardı her dönem.

27 Mayıs 1960 darbesinde seçilmiş Başbakanı asan cuntacıların yaptığı 1961 Anayasası ile “kurumlar” eliyle oluşturulan vesayet düzeninin her daim “doğal ortağı”ydı CHP. 

CHP’nin, o iktidar ortaklığını kaybetmemek için yapmadığı numara, çekmediği operasyon kalmamıştı. Türkiye’deki tüm darbelerin doğal müttefikliği mesela.Yıllarca askeri vesayete sırtlarını dayayıp iktidarın “gizli ortağı” da onlardı. 

Arka bahçesi olarak gördükleri birtakım çevrelerin üzerinden sosyal iktidarın “gizli ortağı” da CHP’ydi. Marjinal sol gruplar üzerinden iktidarların üzerinde tahakküm kuranlar da…“Sanatçı” kavramının içini sadece “protest-muhalif” şeklinde tanımlayıp, iktidar karşıtlığı üzerinden toplumsal muhalefet oluşturun da CHP’ydi. 

61 Anayasası ile oluşturulan odalara, birliklere, barolara kök salarak o kurumlar üzerinden seçilmiş iktidarlara sürekli parmak salladılar.Ama geçti! Ama bitti! Ama o düzen çoktan yıkıldı, farkında değiller! En son tartışmayı biliyorsunuz. 

İçlerinde benim de olduğum bir grup gazeteci ile birlikte sanatçılar ve sporcular Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine Suriye sınırının sıfır noktasındaki Oğulpınar karakolunu ziyaret etti.Örneğin, onca sağlık sorununa rağmen İbrahim Tatlıses oradaydı. Onca işi gücü bırakıp ziyarete iştirak eden Ajda Pekkan’ından Sibel Can’ına, Yavuz Bingöl’ünden Esat Kabaklı’sına sanatçılar oradaydı. Sadece sanatçılar değil milli sporcular da oradaydı.

Kemal Öztürk: Ortak bir hayal kurabilir miyiz?

Farklı siyasi görüşlerde olsak, farklı inanç ve etnik kökenden gelsek de, geleceğimiz için ortak bir hayal kurabilir miyiz?

Evet. 

Bunun örneğini yaşadım. Bugün kuruluş yıl dönümünü kutlayan Anadolu Ajansı (6 Nisan 1920), bana ve beraber çalıştığım arkadaşlarıma ortak bir hayal kurabileceğimizi, onu başarabileceğimizi öğretti. Ajanstan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yazdığım, o günkü ruh halimizi yansıtan yazının büyük bir kısmını buraya alıntılıyorum. 

BİR SORUYLA BAŞLADI HER ŞEY  

2011 yılında, Anadolu Ajansı Genel Müdürü olduğumda tam olarak tablo şuydu: Değil Türkiye, İslam dünyasındaki bütün medya kuruluşları, uluslararası haberlerini ve finans verilerini Batı ajanslarından almak zorundaydı. Daha vahimi, Arap ülkeleri, İslam ülkeleri kendi aralarındaki haber alışverişini de yine aynı ajanslar aracılığı ile yapıyordu.

O zaman şaşkınlıkla, “Peki bizim ülkemizde Cumhurbaşkanı, Başbakan dünyaya mesaj verdiğinde hangi ajans bunu Arapçaya, İngilizceye, Fransızcaya çevirip medyaya, kitlelere ulaştırıyor” diye sorduğumuzda, yine aynı cevabı aldık: Ne biz, ne de İslam ülkesine ait bir ajans. Her şey Batı ülkelerine ait ajanslar tarafından yönetiliyordu.

O gün, hepimiz kendimizden utandık. Hep beraber bu utançtan kurulmaya karar verdik. Sekiz yıl içinde, yani AA 100 yaşına geldiğinde, dünyanın en büyük 5 ajansından biri olup, ülkemizin, dünyadaki tüm mazlumların, mağdurların sesini her yere duyuracağımıza söz verdik. Biz bu konuları tartışırken, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve bir grup CHP milletvekilinin öncülüğünde, Ajansın önünde protesto gösterisi düzenleniyordu. Protesto edenler arasında çok sayıda AA çalışanı da vardı. Protestonun nedeni benim göreve atanmamdı.

Tamer Korkmaz: Türkeş, 1991’de kimi işaret etmişti?

CHP’nin Kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş, -önceki gün- vefatının yirmi birinci yıldönümünde Ankara Beştepe’deki kabri başında dualarla anıldı. MHP lideri Devlet Bahçeli, burada yaptığı konuşmada “Türkeş Bey; ihanete karşı imanın, yıkıma karşı dik duruşun, tuzaklara karşı milli şuurun, teslimiyete karşı milliyetçi onurun sembolleşen ismi olmuştur” dedi. 

Devlet Bahçeli’nin şu sözleri de dikkat çekicidir:“Merhum Başbuğumuz; hiçbir zaman kolay bir başarı vaat etmemiş, menfaat tekliflerine, tehditlere boyun eğmemişti… Biz de aynısını yapmaya devam edeceğiz. Türkiye’miz tehlike altında iken, Türk milleti bölünmek istenirken; bizler ayrı gayrı düşemez, nefsimize heveslerimize günü birlik heyecanlarımıza teslim olamazdık…

‘Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben’ anlayışıyla öne atılmalı, bunu kendimize vazife bilmeliydik. Nitekim öyle de yaptık. Uğruna her şeyimizi feda etmeye yeminli olduğumuz vatanımızın selametine hizmet etmek varken siyasi ikbal peşinde koşamazdık…” 

*Bu sözlerin sahibi Devlet Bahçeli; 7 Haziran 2015’teki genel seçimin ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisine adeta “altın tepsi” içinde sunduğu ‘Başbakanlık’ koltuğunu elinin tersiyle geri çevirmiş bir siyasi liderdir. O gün, muhtemel bir koalisyon hükümetinin başbakanlığını reddederken; partisinin çıkarını bir kenara bırakarak Türkiye’nin “milli menfaatleri” doğrultusunda davranmıştı. Bu tercihinin, ne denli kritik ve hayati bir karar olduğu “aradan geçen yaklaşık üç yıllık zaman zarfında” çok daha iyi anlaşılmıştır.

#Yusuf Kaplan
#Özlem Albayrak
#Hasan Öztürk
#Kemal Öztürk
#Tamer Korkmaz
6 лет назад