|

Feminizm devletten istediğini elde etti

Ayşe Böhürler
00:00 - 7/03/2008 Cuma
Güncelleme: 00:06 - 7/03/2008 Cuma
Yeni Şafak
Feminizm devletten istediğini  elde etti
Feminizm devletten istediğini elde etti

Gülay Göktürk Türkiye'nin liberal düşünceyi temsil eden köşe yazarlardan birisi. 80 öncesi sol hareket içinde bulunmuş ancak daha sonra kendisini liberal düşünceye daha yakın hissetmiş. Feminizmin son evresinin farkllılık üzerinden politika üreten yaklaşımlarına katılmasa da kendisini feminist olarak tanımlıyor. Feminist olmasını demokratik tavrının doğal bir sonucu olarak görüyor. Türkiye'de kadınlar arasındaki uçurum, gençlik güzellik fetişizmi, aile ve başörtüsü sorununa ilişkin fikirlerini Türkiye'de kadın ile analizlerinin merkezine oturtuyor. Muhafazakar kesimin öncü kadınlarının aileyi her şeyin üzerinde tutan söylemlerine karşı çıkıyor.


Türkiye'deki kadınları Müslüman ülkelerden farklı bir yerde görüyor musunuz?

Türkiye'de diğer İslam ülkelerinden farklı bir tablo çıkarmıştır ortaya. Bana göre aslında reel İslâm diye bir şey var. Nasıl bir zamanlar reel sosyalizm vardıysa; onun farklı ülkelerdeki uygulanışı Çin'deki, Küba'da ki, Rusya'daki apayrı rejimler ve sorunlar ortaya çıkardıysa, bu da öyle bir şey. Yani bir İslâm var, bir de her ülkenin kendi tarihi, kendi kültürü, kendi sosyal şartları, kendi ekonomik şartları sonucu oluşan bir reel İslâm var. O toplumlar kendi tarihleri içinde kendilerine bir İslâm yarattılar, İslâm'ı biçimlendirdiler. O toplumlardaki kadın İslâm'a uymadı. İslâm, kadınların zaten var olan durumuna uydu diye düşünüyorum. Dolayısıyla İslâmiyet'in Türkiye'deki kadının durumunun üzerindeki etkisinden söz ederken, hep asıl olarak Türkiye'nin kendine özgü koşullarının, İslâmiyet öncesini de kapsayan tarihin, kültürün, sosyolojinin, ekonominin bir birleşimi olarak ortaya çıkan bir faktörden bahsediyoruz demektir. Sadece bakışımız değil yaşayışımız da farklı. Türkiye kadınlar kendi İslâmî kimliğini koruyarak modernleşme projesinin bir parçası olmaya çalışıyorlar.

Kadın hakları deyince cumhuriyet sonrasını çağrıştırmıyor mu?

Türkiye'de kadın hareketinin başlangıcı cumhuriyetten çok daha önceye dayanıyor. Tanzimat'tan beri kadın hareketi hep Batı uygarlığını örnek almış ve oradaki kadının sosyal statüsünü Türkiye'ye taşımaya çalışmış. Öte yandan geleneksel kadın modernleşmenin nimetlerinden, yararlanmakla birlikte bunu kendi kimliğini koruyarak yapmaya çalışmış. Bu, 80 sonrasında türbanlılar kimliğin bir parçası olarak "Ben modernleşmeye, modernleşme projesine kendi kimliğimle katılmak istiyorum!" dediği için kıyamet koptu.

Türkiye'nin diğer İslam toplumlarından farkı nedir?

Bizim farkımız, Tanzimat'tan bu yana böyle bir sürecin yaşanmış olmasıdır. Cumhuriyetle birlikte bu sürecin bizzat ülkeyi yönetenler tarafından teşvik ediliyor olmuş olması, hakikaten ciddî reformlar yapılmış olması, Laikliğin çok erken bir zamanda kabul edilmiş olmasıdır.

Muhafazakâr kesimin kadına bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi muhafazakâr kesimler içinde iki farklı önemli kesim görüyorum. Bir tanesi -ki çok önem verdiğim- İslâmî hareket içinde yer almış, yani kendini muhafazakâr olarak tanımlayan lider kadınlar var. Bunlar 80'den beri aynı zamanda bir dönüşüm içindeler ve kadın hareketini tartışıyorlar. 86-87 yıllarıydı zannediyorum, Zaman gazetesinde başlayan o tartışmalar benim için çok önemliydi ve onları yakından izledim.

Muhafazakar kesimde feminizmi 'batılı bir hareket' görme eğilimi var. Bu, feminizimi bizim değerlerimiz ile çelişir hale getiriyor ve bir çok alanda reaksiyona sebep oluyor. Bir de genel muhafazakâr kadın kitlesi var. Öncü kesim açısından zaaf olarak gördüğüm bir meseleyi işaret etmek istiyorum. Bu kesimin kadınları kendilerini ayırmak için eşitlik mücadelesi veriyorlar ancak "Biz Batı'nın dayattığı özgürlüğü istemiyoruz. Kendi kültürümüze ve ananelerimize uyan bir özgürlük istiyoruz" diyorlar. Bu noktada bir sınır çekmeye çalışıyorlar. Ben bunu yanlış ve tehlikeli görüyorum. Neden? Çünkü bir kere kadın meselesinin evrensel karakterini bulandırıyor. Oysa kadın meselesini evrensel kılan en önemli faktör kadının geleneksel rol bölüşmesi içinde annelik ve eşlik rolüyle sınırlanmasıdır.

Kadının eşlik ve annelik rolünü önemsememek biyolojik açıdan mümkün mü?

Bu geleneksel rol bölüşümü evrenseldir. Dünyanın her yerinde kadın hareketinin ana temaları da zaten, anneliğin kutsanışı ve annelik vasıtasıyla kadının eve hapsedilişine, çalışma hayatında ikinci sınıf telakki edilmeye karşı çıkmak olmuştur. Türkiye'de de böyle, Batı'da da böyle. Öyleyse kadın hareketinin bunlara karşı geliştirdiği özgürlük temaları da evrenseldir. İslâmî kesimden bazı arkadaşlar "Biz Batı'nın dayattığı özgürlüğü istemiyoruz!" dedikleri zaman bu evrenselliği reddetmiş oluyorlar. Benim özgürlük anlayışım bana, senin özgürlük anlayışın sana dediğiniz anda konuşacak da pek fazla bir şey kalmaz. Ama bir özgürlük anlayışı her iki tarafında kabul ettiği bir kavram olursa bunun üzerinde konuşmak mümkün olabilir. Bu anlamda ben kadın hareketinin önderleri bu konuda daha çok düşünmesini ve tartışmasını önemsiyorum. Siz çocuk da büyütebilirsiniz, ev işi de yapabilirsiniz. Her türlü şeyi yapabilirsiniz ama yeter ki onu sizin asli işiniz olarak görmeyin. Bunu varlık sebebiniz ve kocanızın asla yapamayacağı bir işi olarak görmeyin.

DEVLET GEREKENİ YAPTI

Dünyada feminizmin artık devrini tamamladığı söylenebilir mi?

Türkiye'de de, dünyada da feminizm artık devletlerle mücadele ederek varabileceği yere vardı. Çünkü hukuksal olarak her türlü ayrımcılık aşağı yukarı kalkmış durumda. Bizim feminist mücadele bireyselleşti. O yüzden artık, 1970'lerde ki gibi kitlesel kadın hareketleri, kadın yürüyüşleri göremezsiniz. Eşitlik kâğıt üzerinde sağlandı ama zor kısmı bu. Çünkü bu eşitliğin hayata geçirilmesi tek tek her kadının kendi evinde başlamak üzere hem kendini dönüştürmesi gerekiyor hem eşini dönüştürmesi, ailesini dönüştürmesi gerekiyor. Feminist örgütlenmeler bu feminist kitle hareketleri olmamasının, yani kadın hareketlerinin sokaklara taşmamasının sıkıntısını duyuyorlar galiba. Belki de biraz kolayına kaçıyorlar. Talepleri hep devletten. Oysa devlet yapacağını yaptı. En son yasa değişiklikleriyle cezalar ağırlaştırıldı. Sığınma evleri de var. Artık jandarmalar ve doktorlar daha hassaslar. Mağdur kadını aileye teslim etmiyorlar hemen.

Aile korunmayı hak etmiyor mu?

Muhafazakâr kesimde ailenin korunması kavramı var. Ben aile içinde yaşayan ve aileme değer veren biriyim. Ama muhafazakâr kesime aileyi ne olursa olsun korumak noktasında eleştirim var. Bence korunmayı hak eden aileler korunmalıdır, korunmayı hak eden evlilikler korunmalıdır. Aileyi korumak; o ailenin, o evliliğin nasıl olduğundan bağımsız olarak bir değer olamaz. Evliliklerin yıkılması hoş değil ama korumaya çalıştığımız aile mutsuzluk üreten bir kurum. Ailelerin içine girip baktığınızda nasıl büyük acılar üretildiğini görüyorsunuz. Burada evlilik içindeki bireylerin tek tek korunmasını ailenin korunmasını esas alan ve ailenin korunması uğruna o evlilik içinde ezilen bireyleri feda edebilen anlayışla mücadele edilmesi gerekiyor.


Türkiye'de feminizmin güçlenmesi 80 sonrasında oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz; apolitik ortamın etkisi mi?

80'li yıllarla birlikte sol hareketin dağılması, örgüt baskılarının kalkması, insanların tekrar fikriyatını gözden geçirme ihtiyacını hissetmesi feminizmin güçlenmesine etken oldu. Kendimi feminist olarak tanımlıyorum, fakat şunu ayırmak durumundayım: Feminizmin evreleri var biliyorsunuz. Liberal feminizm veya eşitlikçi feminizm diyebileceğimiz feminist hareket, uzun yıllar kadın-erkek eşitliğini baz alarak mücadele etti. Daha sonra postmodernizmin etkisiyle feminizmin bir başka aşamasına geçildi. Buna radikal feminist dönem de diyebilirsiniz. Burada esas olan eşitlik değil, farklılıktı. O farklılık üzerine bir kadın kimliği inşa edilmeye çalışılıyordu: Kadın duygusaldır, kadın barışçıdır, kadın şöyledir, kadın böyledir... Feminist kadınlar öyle noktalara götürdüler ki bunu, neredeyse bir zamanlar reddettikleri geleneksel ruh bölüşümünü savunur hâle geldiler. Doğurmanın ve anneliğin yüceltilmesi o cenahta tekrar ortaya çıkmaya başladı. "Kadın duygularıyla hareket eder, erkek aklıyla hareket eder" gibi katılmadığım söylemler oldu. Bu anlamda radikal feminizmle meselesi olan bir insan diyebilirsiniz bana.


Türban simge mi? Neyin simgesi?

Şimdi "Türban simgedir" diyenler, aslında modernleşmenin simgesi başı açık kadın olduğu için bunu simge olarak görüyorlar. "Bizim simgemize karşı başka bir simge çıkardılar" diye düşünüyorlar. Kadınlar biraz da buna kurban gidiyor. Ama bugün geldiğimiz noktada en azından artık eskiye oranla daha geniş bir kesimde, başını örtmeyen kesim kadınları arasında başını örten kadınları anlamaya çalışma çabasını daha yoğun görüyorum. Toplumda hiçbir zaman için yoğun bir biçimde türban düşmanlığı olmadı zaten. Bu sadece lâik kesimin elit kesiminde söz konusuydu, yasaklanma talebi oradan geldi.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri kadının siyasete katılım oranının düşüklüğünden şikayet edilir. Türkiye tarihinde ilk defa AK Parti hükümeti döneminde kadının siyasete katılım oranı yüzde 10'u buldu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadın aslında toplumsal hayatın faklı alanlarında da geri bir durumda. Siyaset erkeksi bir alan olageldiği için oraya da en sonlarda girecek. Sayıları daha geç artacak. Bunda yadırgayacak bir şey yok. Benim dileğim şudur: Kadın siyasete heveslenene kadar siyasetin belirleyici gücü, etkileyici gücü iyice azalmasın. Çünkü görebildiğim kadarıyla siyasi alanların giderek daraldığı bir dönem yaşıyor dünya. Yani bakıyorsunuz hukuk konuları siyaset dışına çıkıyor. Ekonomi konuları giderek siyaset dışına çıkıyor. Siyasi alanın daraldığı bir dönem yaşıyoruz.


Türban tartışmaları konusunda kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Türkiye'de siyasal mücadele ne yazık ki çok yoğun bir biçimde kadın üzerinden yürüdü. Tanzimat'tan beri Batılılaşmanın biraz kılık kıyafetle birlikte gelmesi etkisiyle olsa gerek... Daha sonra cumhuriyet devrimleri döneminde de Türkiye'nin hangi dünyanın bir parçası olacağı tartışması, beraberinde hep kadınların kılık kıyafetinin ne olacağı ve kadınların kamu alanında nasıl görüneceği tartışmasıyla birlikte yürüdü. Her iki taraf da sık sık kadınları böyle koç başı gibi ellerine alıp birbirlerine çarpıştırdılar.

Kadın ve siyaset deyince değinmek istediğim başka bir nokta daha var: Sık sık 'kadının siyasete farklı bir boyut getireceğinden' söz ediliyor. Ama şu ana kadar hiçbir yerde farklı bir kadın siyaseti üreteni görmedim.




Feminizm ile ne zaman tanıştınız?

14-15 yaşlarından beri kadın-erkek eşitliğine inanan bir insan olarak yetiştim ve çok doğal bir biçimde kendimi feminist olarak tanımladım. Yani bunu aslında demokrat olmanın kadın hareketine uyarlanışı gibi gördüm. Zenci-beyaz eşitliğini savunuyorsam onun gibi kadın-erkek eşitliğini savundum. Ben kendimi zaten erkeklerle eşit görüyordum ve bana da öyle davranılmasını istiyordum.

Kadın sorunlarının geleceği açısından öngörülerinizde neler var?

Çağımız artık bu ayrımın bittiği ama başka bir ayrımın başladığı bir çağ. Bundan sonraki kuşak uzun uzun yaş ayrımcılığını konuşacaklar. Orada çok büyük bir ayrımcılığın filizleri var. Gençlik tapınması, yaşlılığın horlanması var. Çok büyük çelişkilerin olduğu bir alan orası. Bence biz cins ayrımcılığının sıkıntısını çeken son kuşaklarız.










16 yıl önce