|

Babıali dini kitaplarla yeniden ayağa kalktı

Duayen yayıncılardan Mümin Çevik, Babıali tarihinde Cumhuriyet sonrası üç dönemin yayıncılığı ayağa kaldırdığını söylüyor ve bu dönemleri şöyle sıralıyor: Harf İnkılabı, okul kitaplarının serbest bırakılması ve 60 İhtilali sonrası dini yayıncılık.

Ayşe Olgun
04:00 - 8/11/2020 Pazar
Güncelleme: 23:32 - 6/11/2020 Cuma
Yeni Şafak
Mümin Çevik
Mümin Çevik

Konya’dan İstanbul’a okumaya gelen Mümin Çevik imam hatip lisesi orta kısımdayken yayın dünyasıyla tanıştı. 1958 yılında Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken ilk yayınevini kuran Çevik 60 İhtilali’nden sonra ise yayınevine iki arkadaşını da ortak ederek devam etti. Bugün 84 yaşında olan Mümin Çevik 2000’li yılların başında ara verdiği yayıncılığa yeniden dönüyor. Cağaloğlu’nda dini kitap basan en eski yayınevlerinden birinin sahibi olan Çevik ile yayıncılık serüvenini konuştuk. Bugüne kadar yüzlerce kitap basan Çevik, her şeye rağmen yayıncılığı ayakta tutmak için son nefesine kadar çalışmak istediğini dile getiriyor.

Konya’dan İstanbul’a uzanan bir hikaye sizinki. Konya yıllarınızdan başlayalım mı?

Nüfus cüzdanıma göre 1937 Eylül doğumluyum. Ama annem zemheride doğduğumu söylerdi. Nüfusa bir yıl sonra kaydedilmişim. İlk hatırladığım üç yaşımdayken babam bizi işinden dolayı İzmir’e götürmüştü. Üstte küçük penceresi ve altta büyük bahçesi olan bir evimiz vardı. Sokakta katırla meyve sebze satıldığını hayal meyal hatırlıyorum. İkinci Dünya Savaşı başlayınca babam bizi güvenlik nedeniyle yeniden Konya’nın Doğanbey beldesine getirmiş. O yıllardan hatırladığım da uçaklar gece bomba atar korkusuyla herkesin geceleri pencerelerini kalın battaniyelerle örttüğüydü.


MİLLİYET’E YAZISINI GÖNDERİRDİ HOCAM
İstanbul’a ne zaman geldiniz?

Konya Lisesi var bizim olduğumuz yerde ilkokuldan sonra okul yok. Oralarda da okumak için yatılı kalabiliyorsunuz ama babam da savaş yıllarında yoksul düşmüş beni okutacak parası yok. Ben de bu arada berberliği öğrendim ve babamın yanında berberlik yapmaya başladım. Bu arada Ahmet Karakullukçu diye bir arkadaşım İstanbul’daki İmam Hatip Lisesi’nden bahsetti. Bu okullar yeni açılmışlar kendisi kaydını yaptırmış, okullar tatil olunca da memlekete gelmişti. Ondan imam hatip liselerini öğrenip kayıt yaptırmaya heves ettim. Tabi dini olarak sınava girecek bir bilgim yok. Çok küçükken mahallemizden bir teyzeden biraz Kur’an okumayı öğrendim ama hepsi yarım yamalak pek bir bilgim yok. Neyse geldik sınava girdik. Tabi diğerleri hafız benim bilgilerim yeterli değildi ama benim de matematiğim, Türkçem kuvvetliydi. Rahmetli Ali Rıza Sağman hoca bana dedi ki iki ay içinde bunları öğrenmezsen atarız ama diğer bilgilerin iyi bu yüzden seni alıyoruz ama ayağını da denk al. Hocamız daha sonra ise hep beni çok sevdi. Ali Rıza Sağman o yıllarda Milliyet gazetesinde “Atlas Okyanusundan Hind Okyanusuna İslam Tarihi” diye bir köşesi vardı. Yazdığı yazıları bana verirdi ben de o zamanlar bu yazıları Milliyet gazetesinde yazar olan hocamızın da arkadaşı Reşat Ekrem Koçu’ya götürür teslim ederdim.

Yayın dünyasıyla imam hatip yıllarında tanıştınız diyebiliriz miyiz?

Evet, o zaman Milliyet gazetesi Cağaloğlu’nun iç sokağındaydı. Gazeteye girer üst kata çıkardım. Reşad Ekrem Koçu’nun üst kattaki odasında bir divan vardı oraya oturur yazılarını yazardı. Karşı odasında da yazar Refi Cevad Ulunay vardı. O dönemde bu isimleri tanıdım.


GECE BEKÇİLİĞİYLE BAŞLADIM
Öğrenciyken gazetede çalışmaya başlamışsınız. Nasıl oldu?

Önce şunu anlatayım: Bizim zamanımızda imam hatip orta kısım 4 yıldı. Ben imam hatiplerin açıldığı ilk yıl İstanbul’a gidemedim ikinci yılında kaydımı yaptırdım. Ben dördüncü sınıfa geçtiğimde benim yaşıtlarım o yıl diğer okullarda üniversite sınavına giriyordu. Bir yıl okula geç gittim bir yıl yaşım küçük yazılmış bir yıl da imam hatip orta kısmında fazladan okuduğum için geç yaşta İmam Hatip’in lise kısmına başlamıştım. Üniversiteye gitmek için üç yıl daha okumam lazım yani imam hatipte devam edersem üniversiteye girmek için çok beklemem lazım.

Peki ne yaptınız? Liseyi okumadan üniversiteye nasıl gireceksiniz ki?

Dışardan lise bitirme imtihanlarına girmeye karar verdim. Ancak bunun için de ilkokul diplomasına ihtiyacım var. Benim diplomam çünkü imam hatip lisesinde. Eğer diplomamı imam hatipten alırsam tastikname verecekler. Benim de yaşım 20’ye yaklaşıyor kaydımı sildirirsem liseyi dışardan bitiremeden askere alacaklar bu sefer de. Ben de ne yaptım? O zaman şimdiki gibi bilgisayarlar, kayıtlar, sistemler falan yok. Bu defa önce yeni bir ilkokul diploması almak için dışardan bitirme sınavına girip yeni bir ilkokul diploması aldım.

İkinci bir diplomayı nasıl aldınız peki?

O dönem Mahmutpaşa İlkokulu’nda her ay sınavla ilkokul diploması verilirdi. Hiç okumadım diye Mayıs ayında ilkokul diploması aldım. Haziran ayında da ortaokul diploması aldım. Eylül ayı gelince benim sınıf arkadaşlarım imam hatipte beşinci sınıfa geçmişti. Ben de Pertevniyal Lisesi’ne gidip lise sınavlarını dışardan bitirmek için başvurdum. Üç dersim kaldı onları da Adapazarı Lisesi’nde verip mezun oldum ve o yıl Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Yani benim imam hatip lisesinde okuyan arkadaşlarım son sınıfa geçtiğinde ben de Hukuk öğrencisi oldum. Böylece İmam Hatip’ten üniversiteye giren ilk öğrenci ben oldum.

Gazeteye girme hikayeniz nasıl oldu?

Hukuk fakültesindeyken Hür Adam diye bir gazete vardı. Sinan Omur çıkarırdı. Orada yazmaya başladım. Köşem vardı. Hala arkadaşlar arada o yazıları bulup getirirler.Ama ben ilk olarak İmam Hatipteyken Türk Haberler Ajansı’nda (THA) çalışmaya başladım.


Bu ajans kimindi? Ne yapıyordunuz orada?

Kadri Kayabal diye birinin kurduğu ajanstı. Bir arkadaşım çalışıyordu orada bana da gece için bir iş buldu. Oradaki arkadaşlar teksirle haberleri yazarlardı biz de bu haberleri gazetelere dağıtırdık. Görevimiz buydu. Aynı binada o dönem Vakit gazetesi de çıkardı. Ben oradan Vakit gazetesine geçtim. Vakit’in başında Hakkı Tarık Us vardı. Gece bekçisi olarak burada işe başladım. Bizim görevimiz gece telefon geliyor kim aramış diye not ediyorsunuz falan. Bir de sabah erkenden potayı yakacaksın çünkü o dönem sıcak dizgi yapılıyordu. Ben de öyle boş durmaktan sıkılıyordum. Klasörler, dosyalar, resimler var baktım orada duruyorlar. İmam Hatip’te eski yazıyı öğrenmişim. Arşivdeki bu resimleri, dosyalardaki eski yazıları okuyup yeni Türkçe ile üzerine not düşüp bunları sıraya koymaya başladım. İktisat Fakültesi’ne bağlı o zaman ilk gazetecilik bölümü açılmıştı. Orada okuyan bir arkadaş vardı arşivde. Ama o tabi eski yazıyı bilmiyor. Hakkı Tarık Us bir gün bu dosyaların sıraya konulup üstlerine de yeni yazıyla notlar düşüldüğünü görünce arşivdeki arkadaşı ödüllendirmek için ona 100 lira zam yapmış. Ben de o zaman 120 lira alıyorum.

Siz ne yaptınız bu durumda? Söylediniz mi ben yaptım diye?

Bu duruma o dönemki yazı işleri müdürü olan Ali Sema Aydoğdu müdahale etmiş zaten. Hakkı Tarık Beye “O yapmadı gece bekçisi bir çocuk var onun işi” demiş. Bunun üzerine Hakkı Tarık Us beni görmek istemiş. Gece geldim ki masada bir not “Yarın saat sabah dokuzda Hakkı Tarık Us beyi görünüz” yazıyor. Gazetenin üst katındaki evine çıktım. Dedi ki “Bu dosyaları sen mi yaptın?” Ben de “evet” dedim. “Bu eski yazıyı nereden öğrendin?” diye sordu. Tabi o zaman imam hatipte öğrenci olduğumu, okulda öğrendiğimi söylemeye korkuyorum beni işten çıkarırlar. Ben de “Babamdan öğrendim” diye cevap verdim.

ESKİ HARFİ OKULDA ÖĞRENDİM DİYEMEDİM
Neden korkuyorsunuz?

Üzerimizde büyük bir baskı var o yıllar. Neyse Hakkı Tarık Us bana bundan böyle gündüz gelmemi, kendisinin sahaflardan alınacak kitaplarıyla ilgili beni görevlendireceğini söyledi. Böylece gazetede gündüz çalışmaya sahaflara gidip gelmeye başladım. Hakkı Tarık Us’un kütüphanesinin büyük bir kısmı benim elimden geçmiş oldu. Böylece bir anlamda yayıncılığa da bulaşmış oldum. Bu arada bir yandan da ben Vakit gazetesine Anadolu’dan gelen gazeteleri okuyor hatta buralara arada yazılar falan da yazıp gönderiyorum. Onlar da basıyorlar.

Yayınevini ne zaman kurdunuz?

Hukuk Fakültesi’nde okurken yayıncılık işine girdim. 60 İhtilali öncesi. Benim o yıllarda ilk yayınladığım Bekir Berk’in Dünya Anayasalarında Din diye bir kitapçıktı, bastık çok iyi satınca biz bu işe devam edelim dedim. Hür Adam’da Gönül Gözüyle köşem vardı ihtilalden önce. Askerlikten gelince yayıncılığa yeniden başladım. 1966 yılında üç ortakla yayıncılığa devam ettim.

AYNI İSİMDE SEKS KİTAPLARI BASILIYORMUŞ
İlk yayıneviniz neredeydi, nasıl başladınız?

Cağaloğlu’nda tam meydanda şimdi Garanti Bankası’nın olduğu yerdeydi benim ilk yerim. Yadigar Han’da o zaman Ergün Göze, İrfan Atagün gibi isimlerin Amca matbaası vardı ve yine Babıali Yayınevi adlı da bir yayınevleri. Her katta iki üç oda vardı. Şimdiki Cağaloğlu’ndaki Diyanet kitabevinin karşı sırasında. Doğangüneş diye bir yayınevi açtım o handa. Amca Matbaası taşınmıştı onun yerine geçip açtım yayınevimi. Ardından da askere gittim.

Doğangüneş Yayınevi’nen daha sonra adını değiştiriyorsunuz. Üçdal’daki ortaklarınız kimlerdi?

Mustafa Can diye bir arkadaştı diğeri de sahaflardan Mehmet Ertezcanlı diye bir kitapçı arkadaş olarak üç ortaktık. Beyazsaray’da bir yer tuttuk. Aslında bir yerim vardı da 38 numarada daha büyük bir yer tuttuk. Kollektif şirket yaptık ve çıkardığımız kitapların üstüne de Üçdal diye basmaya başladık. Ama bu sefer ne oldu? Meğer Üçdal diye bir yayınevi varmış ve bunlar seks kitapları basıyormuş. Bize devamlı mektuplar geliyor bilmem on derste neyin kitabından şu kadar gönderin falan filan.

Peki ne yaptınız isminizi mi değiştirdiniz?

Biz ilk kitap olarak Ahmet Hamdi Akseki’nin Yeni Hutbelerim adlı kitabını basmıştık. En başta eyvah dedik biz de on bin tane hutbe kitabının üstüne Üçdal diye yazmışız zaten panik yaptık tabi. Ciltli ciltli kitapları nasıl imha edelim kara kara ne yapacağız diye düşünürken Allah’tan kısa sürede diğer yayınevi battı da biz Üçdal diye yola rahat bir nefes alıp devam ettik.

Dini kitapları ilk basan yayınevlerinden birisiniz başta hangi kitapları bastınız?

Ahmet Hamdi Akseki’nin kitabı çıkınca sahaftaki arkadaşla birlikte Ankara’ya Diyanet’e gidelim. Diyanet İşleri Başkanlığı bu kitabı tavsiye kitaplarının arasına koyduralım diye düşündük. Akseki eski Diyanet İşleri Başkanı olduğu için bunu kabul ederler diye düşünüyoruz. Bu sırada sohbet arasında Konyalı Mehmet Vehbi Efendi Hocanın Ahkam-ı Kuraniye’yi basalım ama başkası telif hakkını almış dedi. Ben de o zaman Mehmet Vehbi Çelik hocanın Büyük Kuran Tefsiri Hülasatül Beyan kitabını basalım dedim. Gittik Konya’ya hocanın varislerini arıyoruz baktık bir yerde Çelik yazıyor. Hocanın akrabasıdır diye Çelik yazan manifaturacıya girdik. Bizi İstanbul’daki varislerine yönlendirdiler. Üç varise 250 bin lire telif verip kitabı bastık. Düşünün o ödediğimiz telifle bizim görüştüğümüz kişi kendisine düşen parayla bir arsa aldı müteahhit üstüne 12 daire verdi. Böylece en yüksek telif ödedik. Biz de şükür kazandık. Bir de Manisa’da Soma’da hocanın ismine bir imam hatip lisesi yaptırdım.

Bir yandan siyasetle de ilgileniyorsunuz değil mi?

Şöyle söyleyeyim: Ben CHP’li olmadım. Ama diğer bütün partilerle ilişkim oldu. Parti kuruluşunda yer aldım.

Yayıncılığa onlarca dini kitap kazandırdınız ve şimdi de hala yola devam etmek istiyorsunuz. Bugün yayıncılıkla ilgili ne dersiniz?

O ilk bastığımız tefsir mesela bugün çok az satıyor. Ama ben vefa olarak o kitabı basmaya devam ediyorum. Yayıncılığı devam etmem de o vefa duygusundan. Şimdi kitapları yeniden okurla buluşturmak için çalışıyoruz. Sen nefesime kadar yayıncılığa devam. Çocuklarım yayıncılığı istemedi ben de torunuma bırakacağım belki o sahip çıkar.


Kitapların çok satıldığı üç dönem
Dini kitapların en çok sattığı dönem hangi dönem?

Üç dönem diye özetleyebiliriz. İlki Harf İnkılabı’ndan sonradır. Yani yayıncılığın eski yazının kaldırıldığı dönemde Türkiye Yayınevi, Kanaat Kitabevi falan onların kurulduğu Cumhuriyet sonrası 1930’lu yıllar. Bir diğeri de okul kitaplarının serbest bırakıldığı dönemdir. İşte bir de Demokrat Partinin geldiği dönemde dini yayıncılık çok sattı. Sadece o dönemde yayıncılık yaparak çok daha ileri giderdik ama ben İstanbul’a okumaya geldiğim için çok fazla yayıncılıktan kar eden bir çalışma yapmadım ama çok şükür yine de kazandım.

Kitap basmak o yıllarda zor mu kolay mıydı?

Kitap basmak çok zordu. Kitabı yeniden sıcak dizeceksiniz. Satırın arasına bir “ve” yazacaksınız bir paragrafı yeniden dizmeniz lazım. Yine bir forma yani 16 sayfanın kurşunu 18 kilo geliyor. Siz 400 formalık kitap basmak için tonlarca kurşun muhafaza etmeniz lazım. Bu yüzden çok zordu bunu başarınca rakibin olmuyordu. Şimdi bir kitabı 20-30 tane basıyorsun. Böyle yayıncılık yapan kitabevleri var. Artık kitap sayısı kadar yayınevlerinin olduğu bir dönemdeyiz.


İlk yayınevimiz bin 600 ortaklı Sönmez Neşriyat
Sizin zamanınızda dini kitap basan en önemli kitapçı dükkanı hangisiydi?

Sönmez Neşriyat’tı. 1600 ortağı vardı diye hatırlıyorum.

Başka hangileri vardı?

İlk başlarda Sönmez ve bir de Üçdal olarak biz vardık. O dönem bir yayınevi kurup bir tefsir kitabı çıkarmak büyük olaydı. Çünkü hiç tefsir kitabı yoktu piyasada. Bir dönem TBMM kararıyla Diyanet tarafından Elmalılı Hamdi’nin tefsiri basılmış onlar da oraya buraya hediye edilmiş sanırım, ortada kitap yok ve bir daha da basılmamış. Biz çıkarınca kitabı yetiştiremedik. Zaten basmak yayına hazırlamak o yıllarda çok zordu sipariş bittikçe yenisini bastırıp yetiştiremedik. Kitap basmak şimdiki gibi kolay değildi.


YOĞUN BİR TERCÜME FURYASI BAŞLADI
O dönemde dini kitap olarak başka neler vardı piyasada?

Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali vardı. Ilk defa Hasan Basri Çantay meali çıktı bir de. Bunların dışında birden dini yayıncılık yükselince aynı dönemde ilahiyat fakülteleri de mezunlarını vermeye başladı. Buradan mezun olanlar yani biraz Türkçeye, Arapçaya vakıf olanlar bu işlere yöneldiler. Dini yayıncılık bu dönemde yükseldi.

Nasıl bir ortam oluştu?

70’lerde çok ciddi bir şey yoktu ama 80’lerde yoğun bir tercüme faaliyeti başladı. Bir sürü mezhepler çıktı geldi. İktidar ve güç kavgaları bu dönemde değişik bir hal almaya başladı. Bu faaliyetleri belli adamlara da indirgediler.


Dini yayıncılıkta geçmişteki önemli yerli kitaplar basılmamış değil mi?

Evet yetmiş öncesi ciddi bir kitap yok. Tercüme kitaplar gelmeye başladı sonra. Suudi Arabistan buradan Kuran burada bastırmaya başladı. Gidenlere kitap hediye etmeye başladılar. İktidar kavgasıyla din kavgası İslam dünyasına girdi ve bunun üzerinden kitaplar çıkmaya başladı. Belli yazarlara da bu fikirler kitaplar üzerinden payeler verildi.

Dini yayıncılık alanında aslında en ciddi adımı Sönmez Neşriyat atıyor fakat devamı gelmiyor. Biraz bunun sebeplerini konuşalım mı?

İstanbul’da dindar bir kesim bir araya geldi bir şirket kurdu. Evvela Yeni İstiklal diye bir gazete çıkardı bu grup. Seçkin bir gruptu Hasan Basri Çantay Ali Fuat Başgil gibi isimler vardı. Sonra Şevket Eygi’yi getirdiler başına ben de bir dönem yazı işleri müdürlüğü yaptım gazetede. Bu arada Sönmez Neşriyat kenarı tefsirli Kur’an meali bastı. Bu Kur’anı Kerim çok satıldı. Sonra takvim bastılar bu takvimler de çok satıldı. Daha sonra şirket iki ayrı yer aldı. Bu yerlerden birisi Sultanahmet’in hemen yanında şimdi Sönmez Neşriyat’ın hala yeri olan adresi ancak şimdi orayı Durmuş Ocaklıoğlu idare ediyor. Diğeri ise Şeref Efendi Sokağı’ndaydı. Hizmet olsun diye Anadolu’dan halk para göndermiş 1600 hisseli. Sonra Durmuş Ocakoğlu şirketin sermayesini artırdı ve böylece diğer hisseleri küçülünce yönetimi ele aldı. Böylece tek kişiye kaldı şirket. Onlar yerlerini pasaj yaptılar falan diğer hisseler kaybolup gitti.

Mücadele edilmedi mi peki?

Bir avukat vardı Fevzi Akkaya diye o çok uğraştı ama sonuç alamadı.. Sönmez’in kuruluşunda iştirak edenlerden biriydim. Bunların içindeydim. O günün olaylarını da bilen zaten pek kimse kalmadı. Hiç iyi karnesi yok.


Mason oldum ama sonra çıktım
Toplam kaç gazete çıkardınız?

Tasvir’i çıkardım, Aktüel’i çıkardım Her Gün’ün kuruluşunda yer aldım. Tekstil diye bir mecmua çıkardım. Ayrıca Tekirdağ’da Tekirdağ diye bir gazete çıkardım.

Peki hangi gazetelerde çalışmıştınız kimlerle çalışmıştınız?

Vatan gazetesinde Ahmet Emin Yalman vardı bir anlaşmazlık yüzünden kendi gazetesinden ayrılıp Dünya gazetesine gitti. Dünya gazetesini çıkaran Falih Rıfkı Atay ise gazeteye baş yazar olarak bir sayfasında kendini diğerine Ahmet Emin Yalman’a yer açtı. Daha sonra Hür Vatanı çıkardı Ahmet Emin Yalman. Ben bu gazetede onun yazılarını tashih ederdim. Yazılarını eski yazıyla yazardı birileri bu yazıları dizerdi ben de yazılarda çok eski kelime olduğu için tashihini yapardım. Sonra Tasvir diye Murat Bardakçı’nın babası İlhan Bardakçı’nın çıkardığı gazetede çalıştım. Bu gazete Nuri Demirağ’ın binasındaydı. O binadaki o matbaayı da Kasım Gülek kurmuştu. Kasım Gülek ilginç bir adamdı çıkardığı gazeteyi gider tren istasyonunda bekler gelip geçenlere verirdi. Biraz da orada çalıştım.


Sizin bir de mason olma hikayeniz var onu da konuşalım mı?

Evet. 1973 yılında masonların arasına girip 1990’larda da aleni olarak ayrıldım. Ama ben onların ne aleyhine ne lehine hiçbir şey ne konuştum ne yazdım. 50 senelik bir hikaye daha fazla reklamlarını yapmak istemiyorum.

Yayın dünyasından isim vermeniz mümkün mü peki kimler vardı?

Eski büyük yayıncılardan vardı tabi. Yayın dünyasından büyük isimler vardı. Ama masonlar Türkiye’de belli bir dönem etkili olmuşlar. Artık öyle bir etkileri maalesef yok. Zaten dünyada gizli bir örgüt de değil. Türkiye’de Abdülhamit meselesinden dolayı kendilerine karşı bir tepki oluşmuş ve gizlenmişler. Dünyada herhangi bir dini tarikat gibi çalışmalarını sürdürüyorlar diğer dini gruplardan bir farkları yok. Benim de onlarla bir bağlantım kalmadı zaten. 1990’larda Kanal 7’de Ahmet Hakan’ın programına çıkıp sabaha kadar masonları anlattım. Sonra da ayağa kalkıp sağım solum önüm arkam cümle alem bilsin ki bundan sonra değilim dedim bitti gitti.

Dindar kesimle ilişkileri nasıldı?

Bir kere masonlar dini inancı olmayan birini aralarına almazlar. Önce bir şeye inanacaksın ki onların söylediklerine de inanasın.

Fetullah Gülen’in de mason olduğu söylenir bu konuda ne diyorsunuz?

Kendisi mason mu bilemem ama yapıları tam masonik. Tarzları tam bir mason çalışması kesinlikle.

#Mümin Çevik
#Babıali
#Kitap
#Yayınevi
3 yıl önce